Esin Hamamcı
Ürtimlerini New York’ta sürdüren ve editoryal çalışmalarıyla The New York Times ve Rolling Stone gibi önemli mecralarda yer alan fotoğraf sanatçısı Devin Oktar Yalkın, Obsidyen sergisinde uzun yıllardır üzerinde çalıştığı iki farklı fotoğraf serisinin birleşim noktalarından yola çıkarak bir seçki oluşturuyor. Bu seçki bizi pandemi dönemine götürüyor, günlük rutinlerimizi ve insanlarla kurduğumuz iletişimi tekrar sorgulatıyor. Gerçekle hayal arasında duran siyah-beyaz fotoğraflar, renkleriyle de bize “obsidyen” taşının getirdiği imgeleri duyumsatıyor.
Gençlik yıllarından beri fotoğraf çekmekten büyük heyecan duyan Yalkın’ın 212 Photography Istanbul’un da ana sergilerinden biri olan sergisi, Evin Sanat Galerisi’nde 12 Kasım’a dek ziyaretçilerle buluşmaya devam ediyor. Sergiyi Devin Oktar Yalkın’dan dinledik.
Obsidyen Türkiye’deki ilk kişisel serginiz. Sergi aynı zamanda beşinci 212 Photography Istanbul’un ana sergileri ve 17. İstanbul Bienali’nin paralel etkinlikleri arasında yer alıyor. Projenin başlangıç sürecini anlatmak ister misiniz?
Türkiye ile olan organik bağlarım sebebiyle uzun yıllardır karma sergilere ve fuarlara katılıyordum zaten. Daha önce İstanbul Modern, Evin Sanat Galerisi, Bantmag Havuz/Bina ve ARTIST İstanbul Sanat Fuarı’nda sergilere katıldım. Evin Sanat Galerisi’nin kreatif direktörü olan Osman Nuri İyem Amerika’dan çok eski bir dostum. Onun davetiyle bu sergi şekillendi ve 212 Photography Istanbul kapsamında bu sergiyi açmanın doğru bir zamanlama olacağına karar verdik.
Sergi, uzun yıllardır üzerine çalıştığınız serilerinizden bir araya getirilmiş bir seçkiden oluşuyor. Seçkinin çıkış noktasını oluşturan fikir nedir?
Aslında uzun yıllardır üzerine çalıştığım iki farklı serinin ortak noktalarını göz önünde bulundurarak sergideki seçkiyi oluşturdum. Bu serilerden ilki pandemi sürecinde ailemi merkezine aldığım Birlikte Yalnız (Alone Together). Eve kapandığımız bu dönemde, editoryal iş olmadığından günlük hayatıma uzun bir süredir ilk kez bu kadar odaklanabildim. Aslında bu seri, ailecek günlük rutinimizi anlatan samimi karelerden oluşuyor. İkinci seri Nemesis ise fotoğrafladığım insanlarla ve çevremle yakınlık kurmayı amaçladığım eterik bir maceranın parçasıydı. İnsanların uyandıklarında bir rüyanın son anlarına nasıl tutunmaya çalıştıklarını aklımda tutarak rüyalarımın silik kalıntılarını, bu düşsel manzaraları imgelere aktarmaya çalıştım. Bu iki serinin ortak duyarlılıkları olması sebebiyle de bir arada uyumlu bir seçkide buluştular.
Amerika’da yaşıyorsunuz ve siyah-beyaz fotoğraflarınızla birçok ülkede sergiye, fuara katıldınız. Önemli ödüller aldınız. Fotoğraflarınız New York Times, Time, New Yorker, Vanity Fair, Vice ve Rolling Stone gibi birçok dergide yer aldı. Türkiye’de de İstanbul Modern gibi önemli koleksiyonların parçası oldu. Eserlerinizin öne çıkan yanı ise siyah-beyaz zıtlığındaki vurucu minimal öğelerin düşündürdüğü yoğunluk. Bu yoğunluk bizi adeta bir yolculuğa davet ediyor. Peki siz Türkiye’deki izleyicileriniz için eserlerinizi nasıl tanımlarsınız?
İzleyicilerimi kendi tanımlarımla yönlendirmektense onların fotoğraflarımda kaybolup kendi sorularını sormalarını tercih ediyorum açıkçası.
Obsidyen haricinde Evin Sanat Galerisi’nin bünyesinde yine sizin editoryal işlerinizden bir seçki daha yer alıyor. Buradaki seçkide kurgu nasıl işledi?
Kendi üretimlerimde de, editoryal işlerimde de, olaylara ve insanlara, benzer bir duyarlılıkla yaklaştığımı düşünüyorum. Bu iki farklı dünyanın bir araya gelmesiyle, Türkiye’deki izleyicinin hakkımdaki görüşünün daha net olacağını düşündüm.
Serginin ismine de odaklanmak istiyorum. Obsidyen, volkan taşı olarak bilinen siyah ve katmanlı bir taş. Dışarıdan sert ve belli bir forma oturmamış gözükse de bu sadelik ona pek çok anlam yüklüyor. Sizin için de serginin isminin obsidyen olmasında bu taşın anlamıyla kurduğu bir bağ var mıdır? Neden obsidyen?
Güçlü bir imgeye sahip, keskinliği ve mutlak siyahlığı ile mitolojide gerçeği ortaya çıkaran bir taş olarak görülen obsidyen, aynı zamanda Aztek rahiplerinin de kehanetleri duyumsamak için kullandığı bir ayna olarak görülürdü. Ayrıca bu taşın varoluş sebebinin ham enerjiden gelmesi beni her zaman heyecanlandıran bir olgu olmuştur. Sergideki fotoğraflarımdan birinin adı da zaten Obsidyen idi ve ben de fotoğraflarımda, hem Aztek rahipleri gibi gerçeği ortaya koymaya çalışırım, hem de bunu durumları ve olayları ham enerjisiyle yakalamaya çalışarak yaparım. Sergiyi, bu taşın antik çağlardan beri kullanıldığı bir coğrafyada açıyor olduğumdan, kararımı vermek çok da zor olmadı.