Sevilen televizyon dizisi “Sex and the City” aşka ve New York’ta yaşamaya dair ipuçlarıyla dolu. Çoğu burada yazılacak şeyler değil ancak birini söyleyelim: Yanınızda her zaman ped bulunsun. Dizinin 1998’de yayınlanan ilk bölümlerinden birinde Carrie ve Samantha, Manhattan’ın en gözde Fransız bistrosunda yemek yemeye niyetlenir. Ama rezervasyonları yoktur ve garson hanımın inadını kıramazlar. Gelgelelim aynı garson bir anda tuvalete gitmek zorunda kalır. Pede ihtiyacı vardır. Carrie’den ister. Biraz sonra Carrie ve Samantha’yı önlerinde martinilerle masada görürüz. Carrie, “O gün bu gündür Balzac’ta masa bulmakta hiç zorlanmadık” diye anlatır.
Seçkin restoranların cazibesi yeni bir şey değil. Ancak pandemi döneminde mekanlar kapanıp insanlar evde pişirdikleri yemeklerin berbatlığıyla yüzleşmek zorunda kaldığından beri Amerikalıların dışarıda yeme iştahı dur durak bilmiyor. Sosyal medya fenomenleri de herkesi yemeklerin iyi, ortamın daha da iyi olduğu mekanlara yönlendiriyor. Ama en popüler restoranlarda yer bulmak için yanınızda ped bulundurmak ve şef garsonun cebine 100 dolar sıkıştırmak gibi eski numaralar artık sökmüyor. Zenginlerin yeni yöntemleri var. American Express “Black Card” sahipleri 10 bin dolar katılım ücretinin üzerine yılda 5 bin dolar ödeyerek en iyi masalara “ayrıcalıklı erişim” elde edebiliyor. Wall Street’teki birçok firma Balzac gibi restoranlarda yiyip içebilmek için her ay on binlerce dolar ödüyor.