Depremden sonraki ilk günlerinde elbette öncelik canları kurtarmaktı ama bizim de kendi işimizi en iyi şekilde yapmamız lazımdı” diye başlıyor Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdür Yardımcısı Yahya Coşkun konuşmaya. Öyle ya herkes enkaz başına kurtarma çalışmalarındayken o ve ekibi “kültürü kurtarma” çabasındaydı. Depremden 15 gün sonra neler yaptıklarını anlatırken, insana ümit veriyor.
Yahya Coşkun bir tarihçi. Doktorasını “İşgal yıllarında Anadolu’da eski eser kaçakçılığı” alanında yapmış. Üç yıldan fazladır da Kültür Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nde Müzeler Dairesi’nden, Kazılar Dairesi’nden ve Kaçakçılıkla Mücadele Dairesi’nden sorumlu genel müdür yardımcısı. Bu süreci ve bundan sonra neler yapacaklarını konuştuk.
Herkes kendi işini en iyi şekilde yaparsa...
Depremin etkilediği bölgede ‘kültürel varlık’ olarak hangi eserlerden söz edebiliriz?
Deprem bölgesinde 29 müze, müzelerin içinde yüz binlerce eser var. Dünya tarihini değiştiren Göbeklitepe, Karahantepe gibi taş tepeler, onlarca antik kent ve ören yeri var. Bu bölge Neolitik ve hatta Paleolitik’ten başlayarak kesintisiz Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet’e uzanıyor. Antakya da bir ilçe olarak başlı başına bir kültürel varlık. Birçok dinin, kültürün bir arada yaşadığı bir mozaik şehir.
Hızlı bir şekilde müzelerde güvenlik önlemleri alındı. Hatta size kızanlar oldu, her şey bitti bu mu kaldı diye? Depremin üzerinden 15 gün geçti, çalışmalarınız ne durumda?
Önce milletimizin başı sağ olsun. Herkesin canı yandı, çok büyük can kayıpları yaşadık. Ama herkes kendi işini en iyi şekilde yapmakla sorumludur. Bizim sorumluluğumuz da kültürel mirasamıza sahip çıkmak. Başta deprem olmak üzere bütün afetlere karşı bir afet acil eylem planımız var. Sadece bugün değil çok uzun zamandır afetlerle de mücadele ediyoruz. 1. Dünya Savaşı’nda Müze-i Hümayun (İstanbul’daki Arkeoloji Müzesi işgal güçlerinin müzeyi bombalamaması için yazışmalar yapmış. 2. Dünya Savaşı’nda ise eserleri herhangi bir bombalamaya, işgale girişimine karşı Türkiye’nin muhtelif yerlerindeki depolara nakledilmiş. En son Antalya, Muğla, Aydın, Denizli civarındaki yangınlarımızda ve şimdi de depremde böyle bir imtihan yaşadık. Deprem gecesi 4:30’da arkadaşlar beni uyandırdı. “Plan uygulanıyor mu?” diye sordum arkadaşlara, “evet” dediler, o kadar.
Bu planda neler var?
Birincisi şu; müze çalışanlarımızın enkaz altında kalmış olabileceğini öngörüyoruz, en kötü senaryoya göre hareket ediyoruz. Saat 5’te her müzemizin kardeş müzesinden yetkililer yola çıkmıştı. Bölgeye en erken ulaşanlar bizim arkadaşlarımızdı. İkinci adım güvenliğe geçmek. Silahlı güvenlik görevlilerimiz, diğer uzmanlarımız, müze müdürlerimizi oraya topladık. Sevinerek yıkılan müzemiz olmadığını anladık. Hatay’da bir blokta hasar vardı. Elbistan Müzesi’nde orta diyebileceğimiz bir hasar oluşmuştu. Diyarbakır Arkeoloji Müzesi’nde, Gaziantep Müzesi’nde tek bir çatlak yoktu. İçeride eserlerle ilgili çok ciddi bir problem olmadığını gördük. Akşam olmadan hasar tespitini bitirmiştik.
Nasıl oldu bu? Şans mı?
Deprem önlemi depremden önce alınır. Biz bu müzelerimizin tamamına yakınını depreme ve diğer afetlere dayanıklı bir hale getirmiştik. Şanlıurfa Müzesi’nde 12, Kahramanmaraş Müzesi’nde 3-5 eserimizde sorun vardı. Kısa bir sürede restorasyonlarını bitirdik. İkinci gün alana çıktık. UNESCO Dünya Mirası listesindeki 23 yerden en büyük problemin Malatya Aslantepe köyünde olduğunu gördük. Üst yapı örtüsünde bir çökme bir de kerpiçlerde kayma vardı. Göbeklitepe gibi Nemrut Dağı gibi yerlerde hiçbir sorun yoktu. Ondan sonra diğer kazı alanlarımıza, ören yerlerimize geçtik. Bölgedeki kazı başkanlarımızdan hemen hepsi alanda hala çalışıyor. Depremin üçüncü günü sabahına ulaştığımızda bütün hasarlarımızı biliyorduk.
Özel mülkiyetteki kültür varlıklarını onaracağız
Buna rağmen, yağma ve eser hırsızlığı haberleri yayıldı sosyal medyada…
İnsanlar canıyla boğuştuğu için yaptıklarımız konusunda basın açıklaması yapmayacaktık. Ama üçüncü gün Adıyaman’da eser çalındı, Hatay Müzesi yağmalanıyor gibi haberler çıkınca mecbur kaldık açıklama yapmaya. Kahramanmaraş Müzesi’ni naklettiğimizi söyledik. Daha sonra dördüncü gün Elbistan Müzesi’nde artçılarla hasarın arttığını görünce oradaki eserleri de Gaziantep Müzesi’ne naklettik. Hatay’da Hatay Şehir Müzesi’ni ve Necmi Asfuroğlu Müzesi’ndeki eserlerimizi Hatay Arkeoloji Müzesi’ne naklettik. Hemen arkasından da bakanlığımıza ait olan tescilli kültür varlıklarının da hasar tespitine başladık.
Şu anda en çok tartışılan konu bu. Habib-i Neccar Cami, sinagog, kiliseler ilk etapta restore edilecektir. Peki ya şehrin dokusu açısından önemli diğer binalar mesela Affan Kahvesi ne olacak? Bu yapıların restorasyonu konusunda yaptırımlarınız var mı?
Hatay’da 800’e yakın tescilli kültür varlığı var. Bunların büyük çoğunluğu, özel mülkiyet dediğimiz şahısların, belediyelerin veya vakıfların mülkiyetinde. Bunların içinde bir kısmı Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşları içerisindeki Müslümanların, bir kısmı Hristiyanların bir kısmı da Yahudiler’in. Çünkü Hatay bir medeniyetler şehri. Biz bakanlığımıza ait olsun olmasın, bir vakfa ait olsun olmasın Hatay’daki ve diğer bölgelerimizdeki bütün tescilli kültür varlıklarının yeniden yapılması için elimizden gelen desteği vereceğiz.
Bu destek nasıl olacak?
Gerekirse biz yapacağız. Mülk sahipleri maddi destek istiyorlarsa maddi destek, teknik destek istiyorlarsa teknik destek vereceğiz. Bu hususta zaten özel bir paket çalışıyoruz. Normal şartlarda şahıs mülkiyetindeki eserleri bizim yapmamız doğru değil. Ama bu hususta mevzuatı değiştiriyoruz. Çünkü yaraları sarmamız gerekiyor.
800 yapının tamamını yeniden yapabilmek mümkün mü?
Özel mülkleri, şahısların evlerini bile yapacağız. Çünkü o şehre, o dokuyu sağlayan, o şehri simgeleştiren şey bunlar zaten. İkincisi başta Antakya merkez olmak üzere yani o eski meclis binasının iki tarafından başlayarak Kurtuluş Caddesi’ne kadar olan yoldaki her şeyi yeniden yapacağız. Yıkılan tarihi yapılar tescilli kültür varlığı olduğu için tamamına yakınının rölöveleri ve planları zaten dijital olarak elimizde mevcut. Tescilli kültür varlıklarının yanına levhalar astık. Tescilli kültür varlığıdır, izinsiz müdahale etmeyiniz. Çünkü yanı başındaki modern binanın enkazını kaldırırken burayı da kaldırmaya kalkabilirler.
Bilim kurulu kimlerden oluşacak? Neler yapacak?
Şimdi arkeologlardan, tarihçilerden, sanat tarihçilerinden, mimarlardan bilim heyeti kuracağız. Bir şehir yeniden yapılırken aynısı bile yapılacak olsa, işin en doğrusunu bilse bile asla tek bir kişi, tek bir kurum tarafından yapılamaz. O yüzden bir bilim heyeti oluşturuyoruz. Bunun içerisine arkeolog, sanat tarihçisi, tarihçi, şehir planlamacısı gibi birçok disiplinden insan olacak. Bununla birlikte ICOM, ICOMOS gibi uluslararası teşkilatlar da yer alacak. Türkiye’den de diğer bütün benzeri kültürel varlıklarımız hususunda destek veren teşkilatlarımızdan da temsilciler olacak. Birlikte bir teşkilat oluşturacağız. Bu bir iki hafta içerisinde muhtemelen tamamlanır diye ümit ediyoruz. Arkadaşlarımız çalışmaya, görüşmeye başladılar. Evet karamsar olanlar var, evet, canı sıkılanlar var. Zaten bölgede psikolojinin belli bir yere gelmesi çok kolay değil. O yüzden biz müzelerimizi açarak, şehirlerimizi yeniden en yaşanabilir şekle getirerek insanların psikolojisine de destek olmak istiyoruz.
Müzeler ne zaman yeniden açılacak?
Kültür aynı zamanda hayata direnmedir. O yüzden insanlara böyle bir direnme imkanını sunmak, kendilerini o kötü koşullardan arındırıp yeniden sanatın ve kültürün birleştirici gücünde de buluşturmak istiyoruz. Artçı sarsıntılar devam ediyor hala depremler olduğu için endişeliyiz. Birçok müzemiz hemen yarın kapılarını açılabilecek durumda ama artçıların bitmesini bekliyoruz.
“Antakya fiziken yıkıldı ama ruhu hala duruyor”
Kenan Yurttagül Antakya Kültürel Mirası Koruma Derneği’nin başkanı. Antakya doğumlu. Arkeolog ve restoratör. 2013 yılında Samandağı’da arkeolojik kazısı yapmak üzere gittiği Antakya’da kalmış. Şehre katkı sağlamak için bu derneğin kurulmasına öncülük etmiş. O zamandan beri şehre gelenlere Antakya’yı anlatıyor. Yurttagül’e bu dönem hakkındaki görüşlerini sorduk.
Deprem öncesinde derneğiniz neler yapıyordu?
Çabamız Antakya’yı Antakyalılara anlatmak. Ben yaptığım sunumlarda Antakya’da doğmuş ya da Antakya’ya dışarıdan gelmiş, Antakya’yı çok sevmiş gitmek istemeyen herkese tarihi hikayeler anlatıyordum. Şimdi de Marina Dedeyan adlı bir Fransız roman yazarının Antakya’yı anlatan tarihi bir romanını Türkçe’ye kazandırmak için çalışıyoruz.
Antakya’nın kültürü dillere destan. Sizce köşe başları neler?
Antakya 2300 yıl önce kurulmuş ve kurulduğu isimle hâlâ bugüne kadar gelmiş Anadolu’nun tek şehri. Bu şehirden İpek Yolu, Baharat Yolu ve Kral Yolu geçiyor. O nedenle İsa öldükten sonra havarilerin özellikle seçtikleri şehir Antakya. Osmanlı döneminde Yavuz Sultan Selim Antakya’yı aldıktan sonra giderek harabeye dönüşse de her zaman yüksek kültürlü bir şehir.
“Bilgilerimi paylaşmak isterim”
Deprem öncesinde özellikle gastronomi ile de çok ön plandaydı şehir…
Doğu Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerin son durağı Antakya, zengin bir yemek ve mutfak kültürüne sahip. İranlılar ve Abbasiler kendi kültürünü getirmiş. Abbasilerin 700-800 yıl önceki mutfak kültürü Antakya yemeklerinde yaşıyor. Burada 600-700 çeşit yemek var.
Depremden sonra yeniden ayağa kaldırılması gereken bir şehir var. Bundan sonrasına “kültürel miras” konusunda katkınız nasıl olacak süreçte?
Şimdilik kimse bize danışmıyor. Keşke danışsa. Ben de hem orayı bilen hem de yaklaşık 10 yıldır yaşayan, araştıran bir kişi olarak bilgilerimi paylaşmak isterim. Mart ayında şehrin yapımına başlanacağı söyleniyor. Bir çok grup kuruldu, yeni platformlar oluşturuluyor. Ama akademik çevreler, akademisyenlerin bir araya gelmesi gerekiyor. Şu an olması gereken Türkiye’deki önemli şehir planlamacısı ve mimarlık hocalarının bir araya gelip düşüncelerini paylaşması. Benim çabam dernek olarak grupları ve akademik çevreyi bir araya toplamak.