Dr. Mark Hyman: Hoş geldiniz. Bu hafta Dr. Cindy Geyer ile cildimiz hakkında konuşacağız. Derimize temas eden şeylerin sağlığımızı nasıl etkilediğine, doğru cilt ürünleri için nelere dikkat etmemiz gerektiğine yakından bakacağız. Hoş geldin Cindy. Dr. Cindy Geyer: Merhaba. Dr. Mark Hyman: Tıp fakültesinde ilaçları deriye uygulamayı öğrenmiştik. Örneğin anjin veya kalp hastalığı sebebiyle göğsü ağrıyan bir hasta acile geldiğinde, nitrogliserin kremle dolu bir tüpü ağrının olduğu yere sıkar, üzerini bandajlardık. Bu sayede doğrudan derinin altına geçerdi. Benzer işleve sahip bantlar var. İnsanlar bunları kullanıyor, çünkü derimiz ilacı içeri aktarmak için iyi bir araç. Ama aynı geçirgenlikten dolayı güneş kremi, böcek savarlar, makyaj, vücut bakım ürünlerini, cildimize sürerken, hatta kasa fişi alırken bile dikkatli olmak gerekiyor. Bunu çoğu zaman atlıyoruz. Dikkat etmezsek ne olur? Dr. Cindy Geyer: Cildimizin emme özelliği çok önemli. Deriye uygulanan bir şey dışarıda kalmıyor, vücudun içine alınıyor. Kozmetik gibi, cilde uygulanan ürünlerin içindeki bazı taşıyıcı ve koruyucular üzerinden tam bir neden-sonuç ilişkisi kurmak zor. Yani bir hastalığın doğrudan sebebi olarak bunları göstermek kolay değil. Toksisite konusundaki geleneksel anlayışa göre, bir şeyin zehir olup olmaması aldığımız doza bağlı. Olumsuz etki için çok miktarda alınması gerekiyor; ama cilt bakım ürünlerinde ftalat ve paraben gibi birçok madde var, bunlar çok az miktarda olsa bile hormonal sinyal düzenimizi taklit edip uzun süreli etki bırakabiliyor. Burada önemli olan doz değil, zaman içinde biriken kümülatif maruz kalma miktarı. Üstelik tespiti zor. Her gün çok küçük miktarda maruz kaldığınızdan ilk bakışta sorun görünmez, ama zaman geçtikçe endokrin sistemini bozan bu kimyasallar yüzünden hormon dengesi bozulur; hatta insülin direnci, meme kanseri, rahim uru veya tiroit gibi rahatsızlıklar ortaya çıkabilir. Dr. Mark Hyman: Peki ürünlerde neden bu bileşikler kullanılıyor? Petrokimyasal, endokrin bozucu, hormonlara zararlı bu bileşiklere neden ihtiyaç var? Dr. Cindy Geyer: Parabenler genellikle cilt kremlerinin ve topikal (ilgili bölgeye uygulanan harici) kremlerin raf ömrünü uzatmak için koruyucu olarak eklenir. Bu sayede ürün bozulmaz, kokmaz, bir iki yıl rafta durabilir; siz de bakterilerden korunursunuz. Yani bazıları kirletici maddeleri uzak tutmak içindir. Ftalatlar ise vücudumuza sürdüğümüz şeylerin güzel kokmasını sağlamak için, kokularla birlikte eklenir. Ama ikisi de endokrin sistemin çalışmasını aksatan kimyasallardır.
Kimyasalların hepsi testlerde çıkmıyor
Dr. Mark Hyman: Bu ürünlerdeki kimyasalların vücudumuzda bulunup bulunmadığını ölçmenin yolu var mı? Dr. Cindy Geyer: Sağlığımız üzerindeki etkilerini tespit eden çalışmalarda, genellikle maruz kalma seviyesini bulmak için idrar tahlili yapılır. Ama net bir saptamada bulunmak zor olabilir, çünkü biliyoruz ki hepimiz bu kimyasallara maruz kalıyoruz. Asıl olan mümkün olduğunca daha az maruz kalmak ve bunlardan kurtulması için vücudumuza destek olmak. Dr. Mark Hyman: Herkes toksinleri hayatından çıkarmalı ve bu bileşikleri temizlemek adına biyolojik işlevini iyileştirmek için ne gerekiyorsa yapmalı. Haberdar olmak önemli; çoğu kişi bunlara maruz kaldığını bile bilmiyor. Bir kadın hastam yıllardır güneş kremi kullanıyor ve ağır makyaj yapıyordu. İdrarında aşırı miktarda paraben tespit ettik. Plastik şişe kullananlarda da çok yüksek ftalat düzeylerine rastlanabilir. Bisfenol A (BPA) da çok tehlikeli olabilir. Kredi kartı fişleri, makbuzlar, restoran fişleri, akaryakıt fişlerinde bisfenol A var. Vücudumuzun içinde bu maddelerin olduğunu görürsek bu konuda farkındalık yaratabiliriz. Bu sayede insanların davranışı değişebilir. Biraz zor bir durum; çünkü bireysel olarak sizdeki rahatsızlığa doğrudan bunların sebep olduğunu söylemek imkansız. Ama nüfusun geneline bakınca, bu toksinlerin endokrin rahatsızlıklar, kalp hastalığı, kanser vs. gibi birçok olumsuz sonuca yol açtığı açık. Bu yüzden insanların vücutlarına ne sürdüğünü anlaması önemli. Toksinlerin fetüs üzerindeki epigenetik etkisinden bahsedelim. Anne bu ürünlere maruz kaldığında, hormonal işleyişi aksatan bu kimyasallar bebeğin de kanına giriyor, değil mi? Dr. Cindy Geyer: Bazı kritik zaman dilimleri var. Bunların en iyi bilineni hamilelik. Hamilelikteki bir şeye çok az maruz kalmak bile fetüsü etkileyebilir; hatta bu etki çocuğun ergenliğine kadar sürebilir. Anne karnında veya erken çocukluk döneminde ftalat ve parabene maruz kalmanın ergenlerde dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğuna yol açtığını söyleyen çalışmalar bile var. Yani nörolojik gelişimi bile etkileyebiliyor. Dr. Mark Hyman: Yani nörolojik gelişim sorunlarına, davranışsal problemlere, obezite, diyabet, kalp hastalığı, kanser gibi ciddi rahatsızlıklara yol açabiliyor. Bu yüzden ne kullandığımızı bilmeliyiz. Birçok topikal ürün var. Şampuan, makyaj ürünleri, vücut bakım ürünleri, cilt bakım ürünleri, güneş kremi, kene ve böcek ilaçları. Bunların farkları ne? Örneğin yaz aylarında güneş kremi kullanıyoruz, çünkü cilt kanseri olmak istemiyoruz. Doğru mu yapıyoruz? Çünkü birçok güneş kreminin içindeki bileşikler mercan resiflerini bile yok ediyor. Sadece kendimize değil doğaya da zarar veriyoruz. Dr. Cindy Geyer: Çok sayıda kimyasal güneş kremi var. Avobenzon gibi kimyasallar endokrin sistemini bozma tehlikesi taşıyor. Elbette cildin erken yaşlanmasını, kırışıklıkları ve cilt kanserini önlemek istiyoruz. Peki risk almadan nasıl korunacağız? Ben çinko ve titanyumu öneriyorum. Mineral bazlı güneş kremleri var. Hatta güneş kremi yerine şapka takıp öğle saatlerinde güneşte kalmamak da bir yöntem. Ayrıca Çevre Çalışma Grubu’nun (Environmental Working Group) ewg.org adresli sitesine göz atılabilir. Burada hangi kozmetik ürünün ne kadar sağlıklı olduğuna dair geniş bir veri tabanı var. Markalara göre arama yapıp, istediğiniz ürünün ne kadar sağlıklı olduğunu görebilirsiniz. Dr. Mark Hyman: Bu site gerçekten de bilimsel verilere dayanıyor ve makyaj, parfüm, bebek bakımı, ağız bakımı, erkek ürünleri gibi kategorilere göre arama yapılabiliyor. Peki, kene gibi istenmeyen canlılara karşı ne yapılabilir? Keneden korkuyoruz, bu yüzden bolca DEET kullanıyoruz, ama bu korkunç bir toksin. Böcekleri öldürüyor ama insanları da etkileyebilir. Bu yüzden dokunmamamız, ağzımıza koymamamız gerek. Buna karşın cildimize sürüyoruz ve aslında yine vücudumuza giriyor.
Bitkiler çok akıllı, böcekleri uzak tutacak moleküller üretebiliyorlar
Dr. Cindy Geyer: Kampa ve ormana gitmeyi sevenlerin her zaman dikkatli olması, kenelerin sebep olduğu hastalıklardan korunması gerek. Bir yandan keyif alırken bir yandan tedbirli olmak şart. Bu dengeyi sağlamak için, eğer içiniz rahat etmiyorsa, pantolonunuzu çorabınızın içine sokun ve sadece ikisinin ek yerine çok az DEET sürün. Ama ben öyle yapmıyorum. Bazı uçucu yağlar da keneleri kovmada DEET kadar etkili olabilir. Limon okaliptüs, kekik yağı ve limon otu üzerine yapılan çalışmalar var. Yani zararsız kene kovuculardan biri denenebilir. Dr. Mark Hyman: Bu uçucu yağlar aslında bitkilerden elde edilen kimyasallar ve böcekleri uzak tutuyorlar. Bitkiler çok akıllı. İnanması zor ama bitkilerin 20 farklı duyusu var, hücreleri böceklerden koruyacak moleküller üretebiliyor. Hatta diğer bitkilerle iletişim kuruyorlar. Sonuçta hem kendileri hem de bizler için yararlı müthiş kimyasallar üretebiliyorlar. Bence bitkilerden elde edilen uçucu yağlar harika. Böcekleri uzak tutmak, cilt bakımı ve makyaj için kullanılabilecek bir sürü doğal alternatif ürün var. Makyaj ve ruj çok tehlikeli. Hele çok fazla uygulanırsa çok çok tehlikeli. Halbuki insanlar yeterince bilinçlenirse bunlardan uzak durabilir. Biz doğru yönde ilerledikçe, bilinçli hale geldikçe, tercihlerimizle bu ürünleri satan şirketleri yönlendirmeye başladıkça, piyasayı daha iyi ürünlere odaklanmaya itebiliriz. Yapmamız gereken bu, çünkü insanlar ciltlerine ne sürdüklerini bilmeden her gün aynı ürünleri kullanıyorlar. Vücut yağları üzerinde biyopsi yapsak çok kötü sonuçlarla karşılaşacağımızdan eminim. Bu bileşiklerden bol miktarda depolandığını görürüz. Toksin seviyesi nasıl azaltılabilir?
İdrarda çıkmıyor çünkü yağ dokusu içinde depolanıyor
Dr. Cindy Geyer: Öncelikle yağ doku biyopsisi hakkında söylediklerine dönmek istiyorum. İdrardaki toksin seviyesini görmek insanları motive edebiliyor. Ama dikkatli olmalıyız, çünkü bazı toksinler idrarda bile görünmeyebiliyor. Eskiden maruz kalınmış olduğundan bu toksinler yağdokunun içinde depolanmış, bir nevi saklanmış oluyor. Eğer yağ doku içinde birikmişlerse ve kişi hızlı kilo verip tüm bu depolanmış toksinleri harekete geçirmeye başlarsa, vücuttaki birçok farklı süreç üzerine ekstra yük binebiliyor. Yani üzerine düşünülmesi gereken bir konu. Bu toksinleri nasıl atarız? Doğa yürüyüşü, egzersiz yaparak veya saunada oturarak ter atabiliriz. Bağırsak işlevlerimizin ideal seviyede olmasına dikkat etmemiz şart. Lifli gıdaların yoğun olduğu bir diyet, sağlıklı mikrobiyom ve detoks yollarımızı açan belli gıdalar tüketmek önemli. Mesela bol su içmeliyiz. Bu kimyasalları önlemek için sihirli bir iksir yok, ama vücuttaki enzimlerin görevini yapabilmesini sağlamak çok önemli. Dr. Mark Hyman: Bu toksinlerden kurtulmak için vücut en çok neye ihtiyaç duyuyor? Dr. Cindy Geyer: B vitamini ve magnezyuma ihtiyacımız var. Brokoli, karalahana, brüksel lahanası, sarımsak, soğan ve soğangiller gibi yiyeceklerde bolca bulunan sülfür içerikli aminoasitler almalıyız. Antioksidan bakımından zengin olan gıdalar bu boşluğu kapatabilir. Pigmentli meyve ve sebzeler şart. Prebiyotik açısından zengin yiyecekler de sağlıklı, sağlam ve çeşitliliğin yüksek olduğu bir mikrobiyom için önemli. Sorunlu maddeleri temizleyip bize yardımcı olacak unsurları harekete geçirirsek, sistemimizi bunlardan kurtarabiliriz. Dr. Mark Hyman: Detoks için farklı uygulamalar da yapılabilir. Sauna, egzersiz, kızılötesi sauna, sıcak-soğuk terapi gibi yöntemler vücuttaki toksinlerin atılmasına yardımcı olabilir. Mesela ben her gün hardal otu tüketiyorum. Yemek pişirirken bol baharat kullanıyorum. Sauna, buz banyosu yapıyorum. Bol egzersiz yapıyor, çok ter atıyorum. Yoga, lenf bezlerini boşaltmak için harika bir yöntem ve dokuyu harekete geçiriyor. Ayrıca doğru takviyeleri kullanıyorum ve farklı takviyeleri bana uygun biçimde karıştırıyorum. Geçmişte cıva zehirlenmesi yaşadım ve detoks enzimlerim zayıf. Bu yüzden inositol (B kompleks vitamin) ve sistin kullanıyorum. Bir dönem hormon metabolizmasına yardımcı olduğu için diindolilmetan bile kullandım. Toksinlerden kurtulmak istiyorum, ama kolay olmuyor. Balık yemeyi bırakmadan yıllar içinde cıva seviyemi 200’den 8’e kadar indirmeyi başardım. Genellikle ton balığı ve kılıçbalığı yemiyorum. Ama bu seviyeyi korumak zor. Toksik bir dünyada yaşıyoruz. Öğütülmemiş, ilaçlanmamış, genetiği değiştirilmemiş tahıl ve baklagiller bulmak bile güç. Bu yüzden vücudumu her zaman belli bir düzen içinde tutmaya çalışıyorum. Dr. Cindy Geyer: Bu ilginç bir konu. Bence maruz kalmanın etkileri herkesin genetik yatkınlığına göre değişiyor. Aynı miktardan herkes farklı etkileniyor. Bu yüzden bazılarımızın diğerlerine göre daha fazla desteğe ihtiyacı var. Hepimiz üzerimizdeki yükü azaltmak istiyoruz. Vücuda girenleri azaltmak istiyoruz, ama bazılarımızın ekstra çaba göstermesi ve katı programları takip etmesi gerek.
‘Kasa fişi vermeyin, dokunmak istemiyorum’ diyorum
Dr. Mark Hyman: İyi haberler de var. Alışıldık cilt bakım ürünlerinize mecbur değilsiniz; araştırıp bunların zararsız alternatiflerini bulabilirsiniz. Her gün brüksel lahanası, en azından bir tür hardal otu ve sarımsak yiyebilirsiniz. Yeterince ter attığınızdan emin olun. Neye dokunduğunuza bile dikkat edin. Bana fiş ister misin diye sorduklarında “hayır, e-postayla gönderin” diyorum. “Bana fiş vermeyin, dokunmak istemiyorum, çünkü BPA dolu.” Bisfenol A’nın endokrin sisteminin işleyişini nasıl aksattığını biliyoruz. Dr. Cindy Geyer: Mark, pandemi bize bazı yeni alışkanlıklar kazandırdı. Mesela çeşitli kağıtların ve kağıt ürünlerinin elden ele dolaşmasından çekiniyoruz. Artık birçok insan fiş almıyor. Birçok üretici de kağıt fiş ve makbuzları bıraktı. Bence bu olumlu bir gelişme. Dr. Mark Hyman: İlginç bir dönemde yaşıyoruz; yaşam tarzımızı, maruz kalma seviyemizi, seçimlerimizi değiştirme imkanına sahibiz ve bunlar büyük fark yaratıyor. Cildimizin, yani derimizin neyle temas ettiğinin farkında olmamız çok önemli. Bir şeye temas ediyorsak, yiyebileceğimiz bir şey olmalı, çünkü doğrudan kana karışıyor. Biyolojimizi gerçekten etkiliyor. Bu yüzden sürekli dikkatli olmamız gerektiğine vurgu yapıyorum. Teşekkürler Cindy.