13 Ağustos 2025, Çarşamba
Abone Ol Giriş yap
Haber Giriş: 27.04.2025 15:55 | Son Güncelleme: 27.04.2025 16:10
Makaleyi sesli dinle • 3:33

Depremin sesi, 'Toprağın Şarkısı'

Bülent Korman yazdı: Doğadaki canlılara ne zaman müdahale etsek, bir şeyi başka bir şeye dönüştürsek, aslında kendi içimizdeki bir şeyi de bozduk
Depremin sesi, 'Toprağın Şarkısı'
A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

Bülent Korman

Sabah uyanıp cep telefonumun yapma aklına geçirmeden önce, ilkin gece yarısı yarı uykuda ölümlü aklıma yazdım bu yazıyı. 

O gün, kadim bir arkadaşım telefonda, ona en korkutucu gelenin depremin sesi oluşundan söz etmişti.

O uğultu sarsılmaktan daha çok ürkütmüştü onu. 

Gecenin karanlığında uzaktaki bir ormandan gelen yaralı bir filin inlemesine benzettiğim, “doğanın itirazı” ya da yerkürenin uyarısı diyebileceğim o derin ve boğuk sesi ben ilk kez 1999’da bir Ağustos gecesinde işitmiştim. 

Evet, doğa bize bir şey demek istiyordu. 

Parklarda geceleyenleri görüyorduk. 

TV kanallarına dökülmüş ego telâşındaki “bilim insanları” asıl ortaya dökülenin ‘neyi ne kadar bildiklerinden’ önce ‘insanî duygularının hâli’ olduğunu fark edecek durumda bile değildi. 

Rastlantı saymadığım bir güzellik olarak, arkadaşımla konuştuğum günün akşamı oyalanmak için televizyonu açtığımda müthiş bir belgeselle karşılaştım.

“Gustav Mahler: Toprağın Şarkısı“. 

“Tabiatla müziği bir araya getirmeyi düşünen” gencecik bir orkestra yönetmeni (John Warner) kendisi gibi gencecik müzisyenlerle oluşturduğu topluluğuyla (Orchestra for the Earth) hayatı korkunç trajedilerle geçmiş büyük bir bestecinin yaşam izlerinin peşine düşmüşlerdi. 

Grup, önce kederli dehanın iki kızını difteriden kaybettiği ve ardından, dayanamayan eşinin gecikmeden onlara koştuğu, bir gölle öpüşür gibi görünüşüyle romantik ama büyük aile acılarının sahnesi olmuş küçük evine, sonra da onun o dram evini bir daha dönmemek üzere terk ederek, kendini doğanın sağaltıcı huzuruna bıraktığı ve orada ölümle ebedi sükunete kavuştuğu yere, “Mahler Stube”ye, eski adıyla Trenkenhof’a, İtalya’nın Güney Trol kentinde Toblach yakınlarındaki çiftlik evine gittiler. 

Avusturya’dan İtalya’ya trenin penceresinden o müziğin (“Das Lied von der Erde”) eşlik ettiği, alabildiğine hüzünlü ama bir o kadar da sakinleştirici kırsal görüntülerle. 

O izlerin yaşandığı yerlerde, doğanın içinde yalnızca doğanın sesleriyle değil, aynı zamanda dünyada olmanın heyecan hisleriyle de dolmuş durumda, “Toprağın Şarkısı”nın provalarını yapıyorlardı. 

Sonunda o muhteşem şarkı  -gerçekte altı bölümlü, numarası konulmamış bir senfoni- Londra’da bestecinden günümüze kalmış, yaşatılmış sazların da olduğu bir salonda icra edildi. 

Mahler’in en acı dolu döneminin ardından bestelediği, bu son eseriyle “toprağa kavuşmak” isteğini müzikleştirdiği düşünülüyor. 

Şiddetli bir tempoyla başlayıp kısa sürede dinginleşen şarkının sözlerine baktım. 

İlk kelimelerin, “Hurrian Hymn” olduğunu öğrendim. 

Hurrian Hymn, Türkçeye “Hurri İlahisi” ya da “Hurri İlahi Ezgisi” olarak çevrilebilir deniyor. 

Bu şarkı bizi depremlerle sarsarak  yaralı sesini duyuran bu topraklarda antik Mezopotamya’da yaşamış Hurri halkına ait, bilinen en eski müzik notasyonu ve dini ezgilerden biriymiş. 

Hurrian Hymn No. 6’nın orijinal tablet transkripsiyonu Hurri dili çivi yazısıyla yazılmış. 

Hurrian dili henüz tam çözülmediği için bu satırların anlamı kesin olarak bilinmiyor. 

Ama genel temaların, dua, doğurganlık, meyve ve tanrıçaya şükran olduğu tahmin ediliyor. 

Metnin, Tao felsefesine uygunluğu da yazılanlar arasında. 

Depremin Sesi’ne dönersek:

Doğadaki canlılara ne zaman müdahale etsek, bir şeyi başka bir şeye dönüştürsek, aslında kendi içimizdeki bir şeyi de bozduk. 

O uğultu, belki de, artık bizi yapılmış onca yanlışı düşünmek, tehlikeli bir gidişi, insana bu kadar yabancılaşmayı durdurmak için bir çırpınıştan çıkıyor. 

“Toprağın Şarkısı”nın, bestecisinin icra edilişini görmediği baş yapıtının, yaşamak, ayrılmak, kurtuluş gibi bölümleri var. 

6. Bölümünün adı, Veda. 

Ve şu iki kelimeyle bitiyor:
“Sonsuz…Sonsuz.”