Güldenay Sonumut / Hatay
Bildiğim Antakya şimdi yok. Şehrin sokaklarında ambulansların siren sesleri susmuyor. Depremin ardından hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, olamayacak. Gördüklerimi ve yaşadıklarımı yazmak o kadar zor ki. 6 Şubat gece yarısı Adana Havaalanı’na vardığımda ülkenin dört bir yanından gelen arama kurtarma ekipleri, sağlıkçılar, gönüllüler ve ailelerine ulaşmaya çalışan endişeli yüzlerce insan vardı.
Pistin kenarında toplanmış gönüllüler ile konuşuyorum. Benim gibi onlar da neyle karşılaşacaklarını bilemiyorlar. Apronda kendilerini almaya gelen otobüslere biniyorlar; istikamet Kahramanmaraş, Osmaniye ya da Şanlıurfa. Bizim ise planlarımız akşam Adana’da kalıp ertesi sabah 05.30’da yola çıkmak. İstikamet Antakya. Salı sabahı iki saat uyku ile yola çıkıyoruz. Hatay yönünde yollarda hiçbir sorun yok, bir yıkıntı manzarası da yok. Ta ki İskenderun’a gelene kadar.
Arabalar ev olmuş, benzin çok önemli
İlk işaret uzaktan gökyüzüne uzanan simsiyah bir duman. Limandan yükseldiğini anlıyoruz ama kente girmeden yola devam etme kararı alıyoruz. Gün ağarırken Belen’e girince yerle bir apartmanlar görmeye başlıyoruz. Yolun her iki tarafındaki binalar ya yıkılmış ya da yan yatmış. Bu ana yoldaki evlerin bazılarında çatlaklar var. Ama yıkım görüntüsü çok etkileyici.
Hiç durmadan devam ediyoruz. Hepimiz şaşkınız ancak Antakya’da bizi bekleyen manzaradan habersiziz.
Yol boyunca benzin istasyonlarında uzun kuyruklar var. Pazartesi sabahından beri kimse evine giremiyor. Araçları artık evleri olmuş. O yüzden de yakıt çok önemli. Hatay’ın girişinde gözlerime inanamıyorum. Sanayi sitesine gelirken ana yolda peşi sıra yıkılan evler, ilerledikçe manzara daha da ürkütücü. Sağlam bina yok kadar az, yıkılmış, yan yatmış, derin çatlaklar olmuş onlarca, yüzlerce bina.
Şehir sanki savaş alanı. Binaların önünde park etmiş araçların çoğu pert olmuş. Bunlar daha meğer hiçbir şey değilmiş. Ünlü araba markalarının mağazaları dahi ya hasarlı, ya ağır hasarlı... Nereye bakacağımı şaşırıyorum. Mesken ve dükkanlar bir yana, okul ve devlet kurumlarına ait binalar dahi çok kötü durumda.
Eşyasız, parasız ve kredi borcuyla sokakta
Ana yoldan sağıp yan yola girince kendimizi Uğur Mumcu Caddesi’nde buluyoruz. 200 metre boyunca sokaktaki tüm apartmanlar ve bloklar ya ağır hasarlı ya yıkık. Cadde sakinleri evlerine giremiyor korkudan ama sokağı da terk etmiyor. Çünkü ya başka gidecek yerleri yok ya da bir aile fertleri enkaz altında.
Uğur Mumcu Caddesi’nde o gün sağ salim kurtulan bir anne ve bebeği vardı. Ama yan enkazdan çıkarılan bir çocuk cesedi de gördük. Durumun bu sokakla bitmediğine de ertesi gün şahit olduk. Çarşamba sabahı şehre gelen yardım ve malzeme miktarı 10’a katlanmıştı. Ancak Atatürk Caddesi’nden kent merkezine kadar yürüyünce, bu kadar malzemenin bir “hayalet şehre” gönderildiğine karar verdim. Cadde boyunca hasarsız bina istisnaydı.
Yana yatmış, yıkılmış, yığılmış düzinelerce bina. Cadde ile sınırlı değil, arka sokaklar, yan sokaklar, taş taş üstünde değil. Cadde üstünde kurtarma bekleyen acı dolu insanlar. Çaresizlik içerisinde herkes. Bir yardım dağıtımında, gözleri morarmış Behçe Teyze’yle tanışıyorum. 62 yaşında. Bodrum katındaki daireden kaçarken düşüp burnunu kırmış. İçinde hala o gece giydiği pijama ile ayaklarında terlik. Ailesi de çıkmayı başarmış ama evine girmesi mümkün değil.
Eşyasız, parasız ve kredi borcu ile sokakta kalmış Behçe. Onunla konulurken bir güçlü artçı hissediyoruz. Korku içinde ellerime sarılıyor ve beni bırakmıyor. Antakya halkı ağır bir travma içinde. Korku, kayıp, yas ve bilinmezlik… Kendilerini güvende hissetmelerinin imkanı var mı? Burada 2 bin binanın hasar gördüğü söyleniyor. Ama bunlara müdahale etmek işgücü ama uzman iş gücü, makine ve lojistik gerektiriyor.
Betül sabah cevap verdi, sonra ses yok
Edip Bey abisini enkazdan kendi çabası ile kurtarmış. “Telefonlar çekmiyor. 112’yi aradım AFAD’ı çağırmak için, gelmediler” diyor, öfkeli. Şimdi yeğenini enkazdan çıkarabileceğini umuyor. 14 yaşındaki Betül bu sabah telefonunu açmış ama o zamandan beri bir ses yok. Tavanı çökmüş daireye girmek neredeyse imkansız. Atatürk Caddesi’nde ambulans ve iş makinesi trafiğine şehirden çıkmaya çalışanların araçları da engel. Ama yol boyunca yıkılan apartmanlardaki kurtarma çalışmaları sürüyor. Ve içeriden ses gelip gelmediğini tespit etmek için tüm trafik durdurulmak zorunda.
Aracımıza dönerken yanımda yürüyen gözleri ağlamaktan kızarmış bir emekli öğretmen ile konuşuyoruz.
“Her şeyi bırakıp gidiyoruz. Abimi, yeğenlerimi, ailemi bırakıp. Oğlum üç gündür arkadaşının bulunduğu enkazda nöbet tutuyor. Onu da aldım gidiyoruz.“ Antakya’yı terk etmek zorunda olanlar, depremden kaçıyor. “Tıpkı Suriyeliler gibi” diyor emekli öğretmen: “Onları ayıplayanlar vardı, şimdi bizler mülteci gibi olduk.”