Altı yıl önce, yıkım başladığında alınan tüm önlemlere rağmen toz bizim semte de uğrar oldu. Ardından güm güm sesini dinledik Cihangir’deki evimizden, yeni liman için kıyıya kazıklar çakılırken... Sonra inşaat başladı. İnşaat dediğim öyle iki-üç bina falan değil, tam 112 bin metrekare arsa üzerinde, 400 bin metrekarelik bir kullanım alanından bahsediyoruz... Sahil 1.2 kilometre boyunca 10 metre doldurulmuş ki, üç dev kruvaziyer aynı anda yanaşabilsin. Yeraltı otoparkının kapasitesi 2 bin 500 araç, peyzaj alanı 30 bin metrekare. Tam 3 bin 500 işçi üç vardiya dur durak bilmeden çalışmış. Tüm bu rakamlar nasıl devasa bir inşaattan söz ettiğimizin kanıtı ama son bir rakam daha verelim. Projenin yatırım tutarı tam 1.7 milyar dolar. Türkiye’nin sayılı projelerinden biri ve aynı zamanda hem ticari hem turistik hem de kültürel açıdan büyük bir öneme sahip.
Gemiler birer birer yanaşmaya başladı
Kimileri karşı çıkıyordu projeye, ‘sahiller halka açık olmalı’ diye, projeyi sahiplenenler ise ‘zaten halka açık olacağını’ söylüyordu. Merakla bekliyordum. “Ne zaman açılacak da göreceğim, bu kadar tozunu yuttum” derken, bir öğrendim ki 21 Ekim’de açılmış. Sessiz sedasız, tümü olmasa da bir bölümü... Bir sabah kalktım ve ilk kruvaziyerin yanaştığını gördüm, sonra üç tane daha... Beşincisi ise benim üçüncü ziyaretimde geldi.
Burger King de var, Nusr-Et’in Salt Bae’si de
Tanıdıklarımın çoğu gitmişti ve gidenlerin hepsi de ballandıra ballandıra anlatıyordu. Hemen herkesin dediği, “İnanılmaz bir yer olmuş. Bu kadarını beklemiyorduk” oluyor. Kimisi “Çok lüks olmuş, ama Burger King de orada, Nusr-et’in Salt Bae’si de... Mezzaluna da, Kahve Dünyası da, Beymen de, Kiğılı da…” diyerek herkesin kesesine uygun bir tercih yapma imkanı olduğunu söylüyor. Bu arada her sokağa çıktığımda, birkaç kişinin “Galataport’a nasıl gideriz?” sorusuna muhatap olmaya başladım. Belliydi ki ilgi büyük... Millet akın akın oraya giderken ben niye mi oyalandım? Oyalanmadım, fotoğraf çekimi, yetkililerle röportaj ve henüz açılmayan bölümleri de ziyaret için izin almak için uğraştım.
İstanbul’un en gözde meydanı olacak
Akarsu Yokuşu’ndan vurdum mu aşağıya, 5 dakika bizim eve. En çok Tophane’deki o ilk bakışta göze çarpmayan saat kulesinin kaderini merak ediyorum... Eminim pek çoğunuz yakınından geçmiş ve görmemiştir bile. Merakımı gidermek için saat kulesinin olduğu bölgeden, yani Nusretiye Camii, Tophane Kasrı ve tarihi çeşmenin olduğu meydandan girdim. Meydan gerçekten koskocaman, saati de artık herkes görebilecek. Çünkü zamanla 1.4 metre toprağın altına gömülmüşken, 1.4 metre yukarıya kaldırılmış ve restore edilmiş. Saati de çalışıyor. Cuma günü saat tam 14.15’te, çok keyifli, hani fırsat olsa her gün inip nefes alacağım bir alan keşfettiğimi fark ettim. Şöyle bir baktım, ortalık cıvıl cıvıl ve insan doluydu... Kimisi elinde kitap banklara uzanmış, kimisi hemen girişteki modern oyun parkında çocuklarıyla eğleniyor. Kimisi köpeğini gezdiriyor, kimisi de benim gibi bir o yana bir bu yana bakıyor hayranlıkla. Etkilenmeyen yok. Hemen belirteyim ki, projenin sadece bir etabı açılmış durumda. Söz gelimi İstanbul Modern’in inşaatı halen sürüyor, ki bittiğinde meydana apayrı bir hava katacağı kesin. Saat kulesinin olduğu meydanı ana giriş gibi düşünün, oradan pek çok koridor bu ortak yaşam alanının farklı bölümlerine açılıyor. Ben yetkililerle görüşeceğim için sahil tarafına değil, doğrudan yoluma devam ettim.
Galataport’un Pazarlama ve İletişim Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Bali ile Pazarlama ve İletişim Müdürü Başak Gürtuna ile Monochrome adlı kafede buluşuyoruz... Ben sohbete “Buranın tozunu toprağını çok yuttuk” diye başlıyorum, gülerek... Önce bir duraksıyorlar şöyle, hemen “Meydanı çok beğendim, yuttuğumuz toza değmiş” deyince rahatlıyorlar. Mehmet Bali, “İster istemez biraz rahatsızlık verdik. Ama sanırım sonuçtan herkes memnun olacak” diyor ve projenin büyüklüğünü şöyle anlatıyor: “Bu projenin ana hedefi yepyeni bir liman inşa etmek ve 200 yıl aradan sonra 1.2 kilometrelik bir sahil şeridini halka açmaktı. Dünyada bir ilki gerçekleştirdik. Denizin içine 16 metre indik. Bunun için adeta bir baraj kuruldu. Amacımız, tüm liman aktivitesini yerin altına almak ve üstünü halka açmaktı. Yani pasaport kontrolü, bavulların alımı, tur otobüsleri ve taksi peronlarını... Gemi limana geldiğinde, insanların üzerinde yürüdüğü kapaklar yukarı doğru açılıyor ve geminin uzunluğu kadar bir bölüm geçici gümrüklü alan oluyor. Yolcular doğrudan yerin altındaki yolcu salonunda işlemlerini tamamlıyor. Bu 1.2 kilometrelik sahil şeridinde tam 175 tane kapak var. Aynı anda üç kruvaziyer yanaşabiliyor.”
250 kruvaziyer yanaşacak
Kaptanlar, gemi mürettebatı, turistler o kadar memnun kalmışlar ki Galataport’tan, gemi limandan ayrılırken sahildeki halka el sallıyorlar, sahildekiler de onlara ya el sallıyor ya da alkışlıyor. Turistler de memnun, halk da... Şimdi gelelim, bu limanın Türkiye ekonomisine yapacağı katkıya... “Yılda 250 kruvaziyer yanaşacak bu limana... Her birinde binlerce yolcu olacak. Kruvaziyer gemilerle gelen turistlerin normal turistlerden 8 kat fazla para harcadığını, yani günde ortalama 500 dolar bıraktığını da belirteyim. Galataport’tan yıllık gelir beklentimiz 1.4 milyar euro” diyor Bali. Vurgulamak istediği bir şey daha var ki, o da bu bölgenin 1000 yıllık tarihine ilişkin: “Bu bölge ta Cenevizliler zamanında kurulmuş. Türkler, Rumlar, Yahudiler, Ermeniler ve daha pek çok kültürün izlerini ve anılarını taşıyan bir bölge... Biz burada bu çok kültürlülüğü kapsayacak ve herkesin sahip çıkacağı bir mahalle yaratmaya çalıştık. Aslında İstanbul’un en değerli bölgesindeki bir mücevheri, yeniden İstanbulluların ve Türkiye’nin hayatına soktuk.”
Ferzan Özpetek’in çekim yaptığı yer
Kalkıyoruz Monochrome’dan, Müze Meydanı’ndan geçiyoruz tekrar, saat kulesinin üzerindeki Abdülmecid tuğrasını gösteriyor Mehmet Bey, “Kulenin inşa edildiği tarih 1848” diyor. Sahile doğru devam ediyoruz sohbet ede ede... Tophane’den denizi hiç böyle görmemiştim, çarpılıyor insan. Şehir Hatları vapurları önümüzden geçiyor, martılar peşlerinden... Kız Kulesi, Boğaziçi Köprüsü, Çamlıca’daki yeni TV Kulesi, Topkapı Sarayı, Süleymaniye ve Sultanahmet camileri... Tam bir panoramik İstanbul manzarası. Bir koridorun girişinde duruyoruz, sahilden Nusretiye Camii tarafını gösterip, fotoğrafçı arkadaşıma, “Buradan birkaç kare çekebilir misin?” diye soruyorum. Mehmet Bey, “Çok ilginç, Ferzan Özpetek de ‘Cahil Periler’in son sahnesini burada çekti. Aynı perspektiften...” diyor.
Hasret kalınan sahile giriş kapısı...
Henüz sahil şeridinde kullanıma kapalı olan bir bölüm var, oradan Paket Postanesi’ne giriyoruz. Paket Postanesi henüz tamamlanmadı ama Akbank Caz Festivali’nin açılış konserine ev sahipliği yaptı bile. En geç 2022’nin başında açılması hedefleniyor. “Bu alanda dünya çapında ünlenmiş çok özel tasarım mağazaları yer alacak” diye heyecanla anlatıyor Başak Gürtuna. “Rıhtımın en eski binası Paket Postanesi. 1895’te rıhtım tamamlandığında, bir yolcu salonu ve gümrük binasına ihtiyaç duyulmuş. İnşaatı 1911’de bitmiş. Sonra bu bina hem postane hem de hastane olarak kullanılmış. Şimdi bu tarihi alan, 1.2 kilometrelik sahil şeridinin Karaköy yönündeki giriş kapısı olacak.”
Hong Kong merkezli Peninsula Otel de orada
Binanın merkezinde müthiş bir kubbe var. Gürtuna’nın deyimiyle, Galataport’un en güzel yeri... Bence de... Haydarpaşa ve Sirkeci garıyla aynı tarz yapılmış ve eski haliyle korunmuş. Arduvaz kubbe tam 25 bin parçadan oluşuyor. Her bir parçası Tuzla’ya gönderilmiş, elden geçirilmiş ve yeniden monte edilmiş. Akustiği muhteşem kılan da bu sanırım. Paket Postanesi’nin girişi Fransız Geçidi’ne bakıyor, hemen yanında ise dünyaca ünlü Hong Kong merkezli Peninsula Otel Zinciri’nin otel inşaatı sürüyor. 177 odalı Peninsula İstanbul bir yıl sonra hizmete açılacak.
Selfie’siz olur mu hiç!
Galataport o kadar büyük ki, anlat anlat bitmez, ama sayfa sınırlı! Artık ziyaretçilerle sohbet zamanı... Sahil şeridinde hemen herkes elinde cep telefonu fotoğraf çekmekle meşgul... İki kız arkadaşa takılıyor gözüm. Biri zıplayıp duruyor, diğeri de kareyi yakalamaya çalışıyor. Hoplama zıplama bitince, yanlarına gidiyorum. Zıplayanın üçüncü gelişi, adı Turana Hacızada. 28 yaşında ve Azerbaycanlı. Fatih’te oturuyor. Önce kendi gelmiş, sonra eşini getirmiş, şimdi de İstanbul Üniversitesi’nde psikoloji doktorası yapan arkadaşı Aysel Mamadzada’yı. Aysel’e dönüp, “Siz niye poz vermiyorsunuz?” diye soruyorum, “Modumda değilim, apaçi gibi çıkmışım evden” oluyor cevabı. Her ikisi de aynı fikirde, öve öve bitiremiyorlar Galataport'u. Biri sözü alıyor diğerine bırakıyor: “Burası muhteşem… İstanbul manzarasını izleyebileceğiniz en güzel yer.”
“Burada hiç zımpara yok!"
Peki en çok nesini sevmişler? Turana, “Her şeyini! Bundan sonra kim beni evde bulamazsa, burada bulabilir... O kadar beğendim. En güzel tarafı da burada zımparalar yok!” diyor. Ne yok?.. Aysel yetişiyor, “Zampara, zampara!” diye... Katıla katıla gülüyoruz. Devam ediyor Aysel, “Yani burada medeni insanlar var. Kimse kimseyi rahatsız etmiyor. İstediğimiz gibi hareket edebiliyoruz.” Merak ediyorum, “Azerbaycan’da siz zamparaya ne dersiniz?” diye soruyorum. Turana cevaplıyor, “Şor göz deriz. Lor peyniri gözlü yani... Herkese bakıyor, içi gidiyor gibi...” Bir şey daha öğrenmiş oldum! Onları selfie ile baş başa bırakıyorum.
“İstanbul’un kordon boyu böyle olmalı''
Yavaştan hava kararıyor. Çok neşeli üç erkeklik bir grup görüyorum. Hep birlikte takılıyorlar... Üçü de tarihi yarımadada çalışıyor, üçü de Florya’da oturuyor. Her cuma birlikte bir yerde yemek yiyip, sohbet ediyorlar. Türk Telekom’un Avrupa Distribütörü Mehmet Şahin, Bellina İç Çamaşırları’nın sahibi Ergün Ertürk ve Arzu Toka’nın sahibi Osman Kılıç... Galataport’u keşfeden Osman Bey olmuş. Öyle çok beğenmiş ki, arayıp arkadaşlarını “Bu cuma Galataport’tayız, başka bir yer aramayın” demiş. “Arabaları otoparka park ettik, yukarıya çıktık. Manzarayı bir gördük, afalladık. Karşısı Asya, biz Avrupa’dayız. İnanılmaz bir manzara...” diye başlıyor Osman Bey, Mehmet Bey kaldığı yerden devam ediyor: “Burası tüm dünyanın İstanbul ve Türkiye algısını komple değiştirecek bir yer. Turistler burayı gördükten sonra bu güzelliği tüm dünyaya yayacaklar. On numara bir yer olmuş. Zorlu Center’ı da, İstinye Park’ı da bitirir. Hele yaz gelsin, burası patlar. Burayı gördükten sonra, ‘İstanbul’un kordon boyu böyle olmalı’ dedik. Serdar Bilgili ve Ayhan Şahenk harika bir iş yapmışlar.” Tek bir kaygıları var, o da trafik. Meclis-i Mebusan Caddesi’nin ileride bu trafiği kaldıramayacağını düşünüyorlar. Ergün Ertürk’ten pek ses çıkmıyor. “Siz ne dersiniz?” diye soruyorum, yine arkadaşları cevap veriyor. “Onun karnı çok acıktı. O yüzden konuşmuyor. Yemek yiyince açılır” diyorlar. Peki eşlerini ne zaman getirecekler? Hemen bu hafta sonu, maaile geleceklermiş. Hepsinin üçer çocuğu var, 15 kişi Galataport’talar önümüzdeki pazar.
“İnsan burada kendini çok özel hissediyor”
Böyle bir yerde tatlıcı, baklavacı, lokumcu olmaz mı? Tabii ki var. Hafız Mustafa’nın önünde, başında kırmızı fesi, bir çalışan gelen geçene lokum ikram ediyor. Lokum yiyen bir çifte yanaşıyorum. Bahçelievler’den gelmişler. “Nasıl haberiniz oldu?” diye soruyorum. “Sosyal medyadan, Berna Laçin’in paylaşımından öğrendim” diyor Yasemin Demirkıran. “Nasıl buldunuz?” soruma cevabı ise eşi Mehmet Bey veriyor, “Dünyada eşi benzeri var mıdır bilmiyorum, ama insanın kendini çok özel hissedeceği bir yer olmuş. İstanbul’un ve Türkiye’nin reklamını yapacak çok güzel, çok şahane bir yer.”
Fiyatlar ‘şimdilik’ makul
Yoruldum biraz, Mezzaluna’ya girip bir şeyler yemek için mola veriyoruz. Cuma ve gündüz olmasına rağmen tıka basa dolu, mecbur kuyrukta bekliyoruz. Hemen her mekanda durum benzer. Sonunda bir masa buluyoruz, pizza, kola ve ardından çay söylüyoruz. Hesap geliyor. Cihangir’deki pizzacılardan daha ucuz bile diyebilirim. Ama çay biraz abartılı, 15 TL. Yine de belirteyim, niyetiniz varsa vakit kaybetmeden gidin, çünkü öğrendim ki bu fiyatlar ‘şimdilik’ böyleymiş!
İstanbul Modern açıldığında dengeler değişebilir
Üç gün üst üste gittim Galataport’a... Beğenenler çoğunluktaydı ama az da olsa eleştirenler de vardı. Benim de kafamda birkaç soru işareti vardı açıkçası. Söz gelimi AVM kısmının dozu kaçmış mı biraz? Gerçi henüz diğer bölümler açılmadı ama... İstanbul Modern ve Paket Postanesi hizmete girince bu denge değişir mi? Fiyatlar Cihangir’e göre şimdilik makul belki ama sözünü ettiğimiz orta ve üst gelir grubu için öyle. Kafamda böyle sorular işte... Söz gelimi birileri Big Chefs’de hamburger yerken, ne bileyim Popülist’de bira içerken kıyıda simide talim etmek ve uzaktan orada oturanları izlemek... Nasıl olacak? Bu işin bir yanı... Bir de tabii mimariye ilişkin eleştiriler var. Tarihi Yarımada ve Boğaz’ın panoramik manzarası böyle modern bir mimari ortamında mı izlenmeli? İşte bunlar projeyi eleştirenlerin en çok dile getirdiği mevzular.
“Burası Galataport AVM olmuş!”
Beyoğlu Kültür Yolu Festivali’nin Galataport’taki etkinlikliklerinden birini izlemek için gelen ve uzun kuyrukta bekleyen biri kız iki gençle sohbet ettim mesela. İkisi de sanat tarihi öğrencisi ve farklı bir bakış açısıyla yaklaşıyorlardı Galataport’a. “Herkes çok memnun, ama biz değiliz. Açıkçası bu kadar değerli bir yerde bir kültür-sanat kompleksi olmasını bekliyorduk. Yeme içme kısmı tabii ki olacak ama bakar mısınız şu markalara... Böylesi tarihi bir mekanda bu markaların işi ne?” diye başladı biri... Diğeri devam etti, “Açıkçası, burada bir ticaret dönüyor. Ben çok zengin turistlerin de bu arkadaki markalarla ilgileneceğini sanmıyorum. Burası tam bir Galataport AVM olmuş!” İsimlerini vermiyorlar. Nedeni ise beğenen çok ve tepki çekmek istemiyorlar. Daha doğrusu bir de bununla uğraşmaya niyetleri yok.
“Sahilde çekirdek çitleyebilecek miyiz?”
Yine bir gün Galataport için evden çıktığımda, Cihangir’den arkadaşım oyuncu yazar Nilüfer Perihan Kurtoğlu’na rastlıyorum. O her gün sokaktan aldığı köpeği Çok Şükür’le Cihangir’den Fındıklı’ya iner. “Nasıl buldun Galataport’u Perihan?” diye soruyorum. Yüzü düşüyor, “Tamam çok güzel bir liman olmuş. Turistik açıdan çok gelir saylayacağı da kesin. O sahil şeridini halkın kullanımına açmak da güzel... Ama bütün bunlar için alkışlayacak değilim. Çünkü zaten sahiller halkın hakkı değil mi? Üstelik sence o lüks restoranlar ve kafelerde halk oturabilecek mi? Paraları yetecek mi? Ya da halk sahilde rahatça çekirdek çitleyebilecek mi?” diyor. Bu ciddi bir soru ve önümüzdeki günlerde ne olup bittiğini göreceğiz. Ama zenginler restoranlarda olacak ya da mağazalarda, gariban kıyıda çekirdeğiyle, simidiyle baş başa... Bu Galataport’tan öte bir sistem meselesi değil mi?
90 yaşındaki mimardan tam not
Perihan doğru soruları soruyor, sanat tarihi öğrencilerine de hak vermemek pek elde değil. Ben ikircikliyim, bir de şuna bir cevap veremiyorum: “Ya Mine, zaten orası yıllardır mezbelelikti ve halk giremiyordu ki! Bir de böyle bak.” Ben de öyle bakmak için üçüncü kez iniyorum Tophane’ye... Biraz görmüş geçirmiş birileriyle konuşayım diye... Pazar günü saat 12.30. Sahil boyu her yer tıklım tıklım dolu.... Şansım yaver gidiyor. Sahilde oldukça yaşlı bir bey, yanında eşi olduğunu tahmin ettiğim bir hanım ve benim yaşlarımda bir hanım daha... Tam istediğim! Metin Fişekçioğlu 90 yaşında, 65 yıllık mimar, İTÜ mezunu... “Ben ünlü mimar Mehmet Emin Onat’ın (Anıtkabir’in mimarı olarak tanınıyor) öğrencisiyim. Buraya hocamla gelip rölöveler yapardık. Yani bu bölgenin geçmişini çok iyi bilirim” diye giriyor söze... Ben soruyorum, “Bazıları, ‘AVM kısmı biraz fazla olmuş, Tarihi Yarımada’ya da uygun olmamış’ diyor. Siz ne dersiniz?” Yok öyle değil der gibi gülümseyip devam ediyor: “İstanbul değil, Türkiye değil, tüm dünya kazandı. Böyle bir yeri yaratan her kim varsa teşekkür ederim. Her şey çok çabuk eskir, zaman gelecek bunların da değişmesi gerekecek. ‘Değiştirmeyelim’ diyeceksiniz. Yıllarca gemilerle dünyayı dolaştık. Hiç böyle bir liman görmedim. Hele en son yaptığım seyahat burnumdan geldi. Venedik’ten bindim, Venedik’te indim… Şimdi en büyük hayalim, bu limandan bir gemiye binip, bir yerlere gitmek, sonra yine burada inmek.”
“Eski ve yeni üst üste konmuş ve ileri gitmiş”
Metin Bey ve eşi Güler Hanım’ı, Nişantaşı’nda oturan kızları Moda’dan alıp getirmiş. O da mimar, üstelik mimarlık tarihçisi... Bu projede yakınları çalıştığı için çok konuşmak istemiyor, tarafsız olamayacağı için... Ama “Ben de babam gibi düşünüyorum. Eski ve yeni üst üste konmalı ve ileri gitmeli. İstanbul ve Türkiye’ye çok büyük katkı yapacak modern ve çağdaş bir proje bu. Her proje eleştirilebilir ve her projenin de eksikleri olur. Ama Galataport çok büyük bir proje ve artıları çok daha fazla, oradan bakmak lazım. Mimari açıdan baktığımızda da beni rahatsız eden hiçbir şey yok” diyor. Metin Bey ve kızı tereddütlerimi biraz daha azaltıyor. Kendimi manzaraya ve martıların seslerine teslim ediyorum...