16 Kasım 2024, Cumartesi Gazete Oksijen
08.10.2021 04:30

Afganistan ve Türkiye: Panislamizmden anti-emperyalizme

Afgan Kurtuluş Savaşı ile Türk Kurtuluş Savaşı Avrasya’yı kuşatan İngiltere İmparatorluğu’na karşı direnişin iki önemli cephesidir. Bu iki hareket birbiriyle ilişkili şekilde gelişmektedir

Ben Afganistan yazmaktan sıkılmadım. Umarım siz de okumaktan sıkılmadınız. Gazetenin yazı işleri “bıktık artık yeter hocam” diye ültimatom vermez ise, iki hafta daha Afganistan yazma niyetim var. Bu sayfayı takip eden ve önceki yazıları okuyan okurlar Afganistan’ın küresel tarihin önemli sahnelerinden biri olduğunu, Afgan halkının da bu sahnede edilgen değil, tam tersine belirleyici bir rol üstlendiğini takdir edeceklerdir. Aslında her “ülke tarihini” küresel bağlamıyla ilişkilendirerek çalışmak, analiz etmek gerekiyor. Ülkeleri sadece kendi dinamikleri ile açıklamak, onları etrafını saran dünyadan, gelişmelerden ve ülkeler arası ilişki ağlarından soyutlayarak sanki izole ve benzersiz organizmalarmış gibi anlatmak en basit tabirle kötü tarihçiliktir. (İşin doğrusu, modern Türkiye tarihçiliği bu illetten mustariptir. Ama bu başka bir yazının konusu.) Afganistan belki dünyanın birçok başka köşesine göre küresel tarihin daha yoğun yaşandığı bir coğrafyadır. Bunun en önemli nedeni Afganistan’ın Orta Asya ve İran ile Hindistan’ı birbirine bağlayan bir bölge olmasıdır. E hadi o zaman Afganistan’ın küresel tarihine kaldığımız yerden devam edelim. 

Birinci Dünya Savaşı yolunda

1907’de İngiltere ve Rusya arasında imzalanan antlaşma ile Afganistan üzerindeki 19’uncu yüzyıl boyunca devam eden İngiliz-Rus rekabeti (1917 Bolşevik Devrimi’ne kadar) son bulmuştu. 1905’te Japonya karşısında aşağılanarak bir yenilgiye uğrayan Rusya’nın aslında hiçbir zaman çok da gerçekçi olmayan Afganistan üzerinden Hindistan’a inme planları artık çoktan rafa kalkmıştı. Rusya, 1917 Devrimi’ne kadar iç karışıklıklarla, siyasal ve ekonomik krizle uğraşacaktır. Bu dönemde Habibullah’ın hanlığı altındaki Afganistan’da ise Osmanlı askerî ve idarî bürokratlarının ve eğitmenlerinin etkisinden geçen yazıda bahsetmiştim. Afganistan’ın askerî ve idarî reformu bir anlamda çoğu Jön Türklerle bağlantılı, Abdülhamid muhalifi teknisyenlerle yürütülüyordu. Afganistan’da bir tür “Osmanlıcı reform hareketi” diyebileceğimiz bir süreç başlamıştı.  Bu aynı zamanda Panislamcı hareketlerin Osmanlı dünyası, Orta, Güney ve hatta Güney Doğu Asya’da alevlendiği döneme denk gelir. Evet Abdülhamid’in halifeliği öne çıkaran küresel diplomasisi Panislamizmin yayılmasında önemli bir rol oynamıştı ama işin doğrusu Panislamcı hareketin merkezi Hindistan’a ve bir yönüyle Afganistan’a kaymaktaydı. 1870’lerdeki İngiltere yanlısı ve Rusya karşıtı Abdülhamidci Panislamizm, 1900’lerin başında Hindistan (ve Afganistan) merkezli İngiltere İmparatorluğu karşıtı antikolonyal bir küresel harekete dönüşmekteydi. Bu gelişmeler aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin yüzünü 19’uncu yüzyıl boyunca ittifak içinde olduğu İngiltere’den Almanya’ya çevirdiği dönemle el ele gider. 1909 Berlin-Bağdat demir yolu inşaatının başlamasıyla iyice derinleşen Osmanlı İmparatorluğu ve Almanya arasında kurulan ittifak Orta ve Güney Asya’daki dinamikleri ve Panislamcı uyanmanın gidişatını değiştirebilecek potansiyele sahiptir. 

Kazım-Niedermayer girişimi 

Birinci Dünya Savaşı’nın hemen başlarında Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Afganistan hükümetini İngiltere’ye (ve Hindistan’a) karşı mobilize etme çabalarına tanık oluruz. Aslında Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun amacı Afganistan’ın İngiltere’ye karşı Hindistan bağımsızlık hareketini aktif olarak desteklemesi (zaten Kabil’de bir sürgünde Hindistan hükümeti kurulmuştu) ve hatta İngiltere’ye karşı savaşa katılmasıydı. Bu girişimler oldukça ilginçtir. 1914 Ağustosu’nda Alman ve Osmanlı delegasyonlar İran üzerinden Kabil’e ulaşır ve Habibullah yönetimi ile görüşmelere başlarlar.  Bu çoğu kaynakta Niedermayer–Hentig girişimi olarak tarihe geçer. Oskar von Niedermayer ve Werner Otto von Hentig Habibullah’ı İngiltere’ye karşı savaş ilan etmeye ikna etmek için Almanya’yı temsilen gönderilen iki asker ve diplomattır. Niedermayer aynı zamanda Türkçe, Farsça ve Arapça konuşabilen bir oryantalisttir. Aslında girişimin bu şekilde adlandırılması belki doğru değildir zira bu girişimin en önemli aktörleri Kazım Bey’in liderliğindeki 25 kişilik Osmanlı delegasyonudur. Bu inisiyatif 1878’de Abdülhamid’in Şer Ali Han’ı İngiltere’nin yanında Rusya’ya karşı savaşa ikna etme girişimini hatırlatır. İran üzerinden Kabil’e ulaşan ve Alman delegasyonu ile buluşan Kazım Bey ve arkadaşları Kabil’deki Osmanlı diasporası tarafından karşılanır, resmî törenler düzenlenir ve Habibullah’a İslam halifesinin mektubunu sunarlar. Han delegasyonları oyalar. Aynı 1878’deki gibi değerli hediyeleri kabul ve temsilcileri taltif eder ama Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun teklifini de kabul etmez. Daha sonra Almanya, özellikle Amerika’daki Hint milliyetçilerinin de teşviki ile Werner Otto von Hentig’i Kabil’e gönderir. Bu sefer bir tür Hint-Alman inisiyatifi ile yeniden Kabil’i savaşa davet ederler. Habibullah savaşa girmesi karşılığında Osmanlı ve Alman imparatorluklarından ciddi bir malî ve askerî destek talep eder. Osmanlı-Alman-Hint girişimi Afganistan’ı İngiltere’ye karşı savaşa sokmaya yetmez ama Hindistan ve Afganistan’da Panislamcı hareketin yoğunlaşmasına katkıda bulunur. Afganistan güneyinde İngiltere’ye karşı, Alman ve Osmanlı devletlerinin desteğinde bazı aşiretlerin İngiltere’ye karşı mobilize olduğu haberleri İngiltere’de yankı bulur. Tam da bu günlerde Diyubendî medresesiyle bağlantılı Kabil’deki sürgündeki Hindistan hükümetinin bakanı olarak çalışan Ubeydullah Sindî, Hijaz ve İstanbul’da Hindistan için destek toplayan Mahmud al-Hasan arasında ipek mendiller üzerine işlenmiş yazışmalar başlar. Diyubendîlerin amacı İngiltere’ye karşı bir kamuoyu oluşturmak, İngiltere’nin Arap dünyasındaki yayılmasını engellemek ve bunun sonucunda bir Osmanlı-Alman-Afgan-Hindistan ittifakı kurmak, hatta mümkünse, Osmanlı İmparatorluğu ve Hindistan arasındaki İran’ı da İngiliz ve Rus işgalinden kurtarıp bu ittifaka dahil etmektir. 

Afganistan ve panislamizm

1919 Şubatı’nda Habibullah bir cinayete kurban gider. Yerine darbar’da (kurultay) oğlu Amanullah Afgan emir ilan edilir. Amanullah Osmanlıların Kabil’de kurduğu Harbiye’nin mezunudur. Eşi Suraya Tarzi, bir Osmanlı-Afgan entelektüeli ve bürokratı olan Mahmud Tarzi’nin kızıdır. Birçok yönüyle Osmanlı İmparatorluğu’na çok yakın duran Amanullah aynı zamanda koyu bir İngiliz karşıtıdır, Panislamcıdır ve Paştun milliyetçisidir. Amanullah’ın emir olması İngiltere karşıtı panislamist ve Osmanlı İmparatorluğuna sempati duyan Genç Afganlar (başta Mahmud Tarzi) için büyük bir fırsattır. İktidara gelişinden itibaren İngiltere’nin patronajından çıkma niyetini açık bir şekilde dillendirir. Hatırlatalım: İkinci İngiliz-Afgan Savaşı’ndan sonra İngiltere Afganistan’ın dış ilişkilerini kontrol etme yetkisini Kabil’de bir temsilci bulundurarak üzerine almıştır. Aynı şekilde Afganistan ve Hindistan’ı ayıran Durand sınırı, Paştun aşiretlerini ortadan bölmüştür. Amanullah ve Tarzi hem İngiltere mandasına karşıdır hem de Durand sınırını tanımadığını ifade etmektedir. 1919 yılında Durand sınırının iki yanında Paştunların ve Beluçların İngiltere’ye karşı gerilla hareketleri başlayacaktır. Bir süre sonra Amanullah aşiret liderlerinin katıldığı bir darbar’da İngiltere’ye karşı cihat ilan eder. Afgan gerilla hareketleri tam da 1917 Ekim Devrimi’nin arkasından Sovyet rejimin oluşumu ve Birinci Dünya Savaşı’nı sonuçlandıran anlaşmaların müzakereleri dönemine denk gelmektedir. Lenin Hindistan Bağımsızlık Hareketi’ni desteklemektedir. 1919 baharında Hindistan karışmış, İngiltere karşıtı gösteriler yoğunlaşmış, İngiliz yönetimi protestolara sert cevap vermiş, bunun sonucunda katliamlar meydana gelmişti. Amanullah’ın cihat çağrısı ile Ekim Devrimi sonucu yoğunlaşan Hindistan olaylarının bağlantılı olduğunu düşünmek yanıltıcı olmaz.  Aynı zamanda 1919 Ekim’inde Osmanlı İmparatorluğu Almanya ile savaştan mağlup ayrılmıştır. Arap isyanı ile imparatorluğun Arap eyaletleri kopmaktaydı ve daha önemlisi Anadolu ve Trakya’nın İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan arasında paylaşılması gündeme gelmekteydi. Tam bu bağlam içinde Hindistan’da Osmanlı İmparatorluğu ve Halifelik yanlısı hareketlenme de artacaktır. Sovyet hükümeti Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılmasını öngören 1916 tarihli gizli Sykes-Picot anlaşmasını ifşa eder. Bu Hindistan ve Afganistan’daki panislamist uyanışı daha da köpürtecektir. Diğer yandan Mahatma Ghandi liderlerinin bir olduğu Hint Milli Kongresi Halifelik hareketi ile dayanışma içinde olduklarını deklare ederler.  Lloyd George hükümeti Afganistan’daki gerilla hareketini durduramadığı takdirde Afganistan sınırındaki ve Hindistan’daki Panislamcı, halifelik yanlısı hareketlerin ve hatta Hint millî uyanışının önüne geçemeyeceğinden şüphelenir. 1919’da Üçüncü İngiliz-Afgan savaşını sonlandırmak için barış görüşmeleri başlar. Ama İngilizlere karşı gerilla savaşı barış müzakerelerine rağmen devam eder. Aynı zamanda Hindistan’ın farkı bölgelerinde koordineli bir şekilde İngiltere yönetiminin Osmanlı İmparatorluğuna ve halifeye karşı tutumunu kınayan ve İngiltere’yi Dar ül-Harp olarak nitelendiren fetvalar yayımlanır. Arkasından Hindistan’dan Afganistan’a bir Müslüman Hicret hareketi yaşanır, binlerce Müslüman Hiber Boğazı’ndan geçerek Afganistan’a göç eder. 

Ankara ve Kabil hattı

Bu süreç içinde Mustafa Kemal ile Amanullah arasındaki yazışmalar Türkiye ve Afganistan tarihine yeni bir sayfa açar. (Ankara-Kabil hattının oluşumu konusunda Bilal Şimşir ve Zeki Sarıhan’ın önemli çalışmalarını zikretmek yerinde olur.) Mustafa Kemal Kabil’deki özel temsilcisi Peşavarlı Abdurrahman Bey aracılığıyla Amanullah ile temas halindedir. Bu arada Sivas Kongresi’ne katılan Afgan delegasyonundan meslektaşımız Faiz Ahmed bahsetmektedir. Aslında Afganistan yeni Sovyet devleti ile Ankara hükümetini tanıyan ikinci ülke olur. Çok erken safhada Ankara’da büyükelçilik açarlar. Bu arada Mustafa Kemal liderliğindeki Millî Kurtuluş Hareketi hem Afganistan’da hem Hindistan’da kamuoyu tarafından takip edilmekte ve hem Müslümanlardan hem Hindu ve Sihlerden destek almaktadır.  Bir yönüyle Afgan Kurtuluş Savaşı ile Türk Kurtuluş Savaşı 20’nci yüzyılın başından itibaren Avrasya’yı kuşatan İngiltere İmparatorluğu’na karşı direnişin iki önemli cephesidir. Bu iki hareket aynı zamanda birbiriyle ilişkili şekilde gelişmektedir. İngiltere hükümeti ise Türkiye, Afganistan ve Hindistan hakkındaki kararlarını bir arada düşünerek vermek zorundadır. İngiltere’nin geniş bir antiemperyalist ve Panislamcı (ve Hint milliyetçisi) bir hattan çekindiği bellidir. Evet, Almanya yenilmiştir ama 1917 Bolşevik Devrimi Avrasya’nın bütün dengelerini yeniden değiştirmiştir. Bir Panislamcı hareketin Bolşevizm ile birleşmesi durumunda İngiltere İmparatorluğu’nun tarihe karışması işten bile değildir. Tabi bu ihtimal Sovyetlerin Orta Asya siyasetindeki değişiklik ve bununla beraber Enver Paşa’nın liderlerinden biri olduğu sonuçta başarıya ulaşmayan Türkistan direnişi ile ortadan kalkacaktır. 

Cemal Paşa ve Afganistan

Tam bu zaman diliminde İttihat ve Terakki’nin Enver ve Talat ile üç liderinden biri olan Cemal Paşa’nın Afganistan’a geçmesi ve Amanullah’ın danışmanı olarak çalışması ayrıca çok ilginçtir. Cemal Paşa emrindeki Dördüncü Ordu İngilizlere ve Arap isyancılarına karşı Arabistan cephesinde yenilmiş ve daha sonra Mondros mütarekesinin hemen ardından Talat ve Enver ile Berlin’e kaçmış, bu arada Temmuz 1919’da diğer ikisi ile İstanbul Yüksek Örfî Mahkemesi tarafından haklarında idam cezası verilmişti. Cemal, yanında yakın arkadaşları Bahaddin Şakir ve Bedri Beylerle, bir süre sonra Berlin’den Moskova’ya geçmiş, burada Sovyet yetkililerle ve Ankara Hükümeti’nin temsilcileri ile de görüşmüştü. Cemal, Mustafa Kemal Paşa’ya İran ve Hindistan’da İngiltere karşıtı ayaklanmalar hatta büyük bir devrim için elverişli bir ortam olduğunu; Hindistan’daki bağımsızlık hareketinin Ankara hükümeti üzerindeki baskıyı azaltacağını bildirmiştir. Mustafa Kemal’den ismini verdiği subayları göndererek siyasal ve askeri destek istemiştir. Cemal, Mustafa Kemal’den askeri destek için söz alamasa da Afganistan’a geçmek için onay alır ve bir süre sonra Kabil’e geçer.  Cemal Paşa’nın Afganistan’da Mustafa Kemal Paşa’ya yazdığı mektuplar oldukça ilginçtir (Zeki Sarıhan, Bilal Şimşir ve Şevket Süreyya Aydemir’in çalışmaları). Cemal Paşa Afganistan merkezli büyük bir Müslüman-Hint Hindistan devriminin imkân dahilinde olduğunu düşünmektedir. Amanullah’ın danışmanı olarak düzenli ordunun yeniden örgütlenmesi üzerinde çalışmış aynı zamanda bir Merkez Bankası kurulması ve Afganistan madenlerinin işletilmesi konusunda iki rapor hazırlamıştır. Bir yandan da Moskova’da olan Enver’e ve Berlin’de olan Talat’a mektuplar yazarak, Afganistan’ın tanınması ve askerî ve mâlî destek için çaba harcamasını istemektedir. Şubat 1921’de Moskova ve Ankara hükümeti arasındaki anlaşmanın ardından Enver’in hüsranla sonuçlanacak Türkistan macerası başlar. Bu hafta bu heyecanlı yerde keselim, haftaya devam edelim.
Turuncu sabahlar bize ne fısıldar?
Turuncu sabahlar bize ne fısıldar?
Ali Yaycıoğlu
Ali Yaycıoğlu