31 Mart 2025, Pazartesi Gazete Oksijen
28.03.2025 04:38

Türkiye’nin büyük sınavı

A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

Ekrem İmamoğlu yalnızca Erdoğan’ın “ömür boyu liderlik” hedefinin önündeki engel değil. Aynı zamanda Türkiye’yi tarihsel çizgisinden koparıp başka bir yola sokmak isteyen, bunu yaparken her yönteme başvuran bir çevrenin karşısındaki en güçlü siyasal kişilik. Türkiye’yi belki de siyasi tarihinin en büyük sınavı bekliyor. Evet, gelinen nokta sadece demokrasi, insan hakları, özgürlükler meselesi değil. Türkiye, anlamlı bir yaşam sürme, mutlu olabilme, gelecek nesillere yaşanılabilir bir dünya bırakma gailesinin önemli bir cephesi artık


Geçen hafta, Türkiye siyasi tarihinin en karanlık gelişmelerinden biri yaşandı. Türkiye’nin bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kazanması çok muhtemel görülen, son on yılların en başarılı ve en popüler siyasetçisi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, yüzlerce polisin evini kuşatmasıyla gözaltına alındı ve ardından tutuklandı. Onunla birlikte danışmanları, belediyenin üst düzey bürokratları, İstanbul’un iki önemli ilçe belediye başkanı ve 100’e yakın kişi daha tutuklandı. İmamoğlu’nun ailesine ait şirkete ve mal varlıklarına da el konuldu.

İmamoğlu’na yöneltilen suçlamalar arasında “çıkar amaçlı suç örgütü kurmak” ve belediye seçimlerinde DEM Parti ile yapılan işbirliği üzerinden “teröre yardım” yer alıyor. Ancak Türkiye içinde ya da dışında olup bitenleri takip eden herkes bu operasyonun neden yapıldığını gayet iyi biliyor.

Erdoğan’ın kâbusu

Daha önce dört kez Erdoğan’a İstanbul’da seçim kaybettirmiş olan İmamoğlu, ilk önce belediye başkanı olarak, ardından CHP’nin olası cumhurbaşkanı adaylığı sürecinde hızla genişleyen bir toplumsal destek dalgası yakaladı. Karşısında yaşlanmış, yıpranmış ve halk desteğini kaybetmiş bir Erdoğan’ın kazanma şansı gözükmüyor. Yirmi yıldır Türkiye’yi yöneten Erdoğan için İmamoğlu, meşru yollarla alt edilebilecek bir rakip değil. Erdoğan ve müttefikleri için İmamoğlu sadece siyasi değil, varoluşsal bir tehdit.

Burada kavranması gereken asıl mesele şu: İmamoğlu yalnızca Erdoğan’ın “ömür boyu liderlik” hedefinin önündeki engel değil. Aynı zamanda Türkiye’yi tarihsel çizgisinden koparıp başka bir yola sokmak isteyen, bunu yaparken her yönteme başvuran bir çevrenin karşısındaki en güçlü siyasal kişilik. 2013’te temelleri atılan, 2016’daki darbe girişiminden sonra biçimlenen, Türkiye’de belli bir çevrenin siyasal, iktisadi ve kültürel iktidarını değişmemek üzere temellendirmeyi amaçlayan, buna rağmen hâlâ tam anlamıyla inşa edilememiş olan bu rejimin önündeki en büyük engel, İmamoğlu’nun toplumda yaratacağı dalga olarak görülüyor.

İmamoğlu’nun özgünlüğü

Ekrem İmamoğlu, Türkiye siyaset tarihinde son derece istisnai bir figür. Laiklik–dindarlık, Sünnilik–Alevilik, Türk–Kürt gibi “fay hatlarını” etkisizleştirebilen; kuşaklar arasında kolayca köprü kurabilen; kutuplaşma zemini üzerinde siyaset inşa edilmesine imkân tanımayan bir siyasetçi. Kendini ideolojik kampların dışında konumlandırıyor ve topluma yeni bir birliktelik, ortak yaşam ve dayanışma tahayyülü sunabiliyor.

Geleneksel solun ve sağın iddialarını sentezleyebiliyor. Mesela Cumhuriyet’in ve sol geleneğin üzerine oturduğu kamusallık vurgusunu, Türk sağının klasik söylemi olan “icraatçılık” anlayışıyla bir arada yadırgatıcı olmadan anlatabiliyor. Bireysel özgürlüklerle geleneksel değerleri, “halk” ile “millet”in temsil ettiği farklı toplum tasavvurlarını aynı potada eritebilen bir siyasal akıl sunuyor. Erdoğan’ın kutuplaştırıcı siyasetine karşı etkili; toplumun duygularıyla güçlü bir bağ kurabilen kapsayıcı, barıştırıcı, demokratik bir lider olarak Erdoğan’ı gölgeliyor. Bazıları İmamoğlu’nu Erdoğan’a benzetiyor. Halbuki o adeta Erdoğan’ın antitezi.

İmamoğlu aynı zamanda yıllardır Türkiye’yi kilitlemiş Kürt meselesinde cesur bir yaklaşım sergileyebilen bir siyasetçi. “Türklüğüme hayranım ama aynı zamanda milyonlarca vatandaşımızın dili olan Kürtçeyi öğrenmeyi bir sorumluluk olarak görüyorum” diyebilecek bir özgüvene sahip. Tutuklanmadan hemen önce Diyarbakır konuşmasında bu cesaretini açıkça ortaya koydu. Bahçeli-Öcalan ekseninde şekillenen “sürecin” mottosu olan Türk-Kürt kardeşliğini, bu kardeşliğin büyük-küçük kardeş ilişkisi barındırdığını söyledi, eleştirdi ve eşit bir paydaşlık önerdi. DEM Partili siyasetçilerin dile getiremediği “kadife eldiven içindeki demir yumruk” siyasetinin içindeki tehdidi ifşa etti. Suçlama konusu olan Kürtlerle İstanbul’da yapılan ortak siyasal zemin arayışının güçlü şekilde arkasında durdu. Tarihi bir konuşmaydı.

Ekrem Bey son yıllarda kendini çok geliştirdi. Bireysel olarak düşünsel donanımını derinleştirdi. Ekibi, çok geniş kesimlerle Türkiye’nin bu otoriter tek adam rejiminden kurtulup tarihsel deneyimi üzerine demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi ve gelişmeci bir cumhuriyet tasarımı üzerine çalıştı. Bu tasarımı yavaş yavaş İstanbul tecrübesi ile hayata geçirmeye başladı, CHP’nin tarihsel ve ideolojik çerçevesi ile eklemledi.

Türkiye’yi köşe bucak gezerken, bir yandan da dünya ile güçlü ilişkiler kurdu.

Unutmayalım: Erdoğan rejiminin İmamoğlu operasyonu sadece bir siyasal lideri değil, Türkiye’yi dönüştürme kudreti yakalama potansiyeli olan kapsamlı bir siyasal programı ve hareketi tasfiye etmeye yöneliktir.

Yeni rejimin inşası önündeki engel

Türkiye’de Erdoğan rejiminin niteliği hâlâ tam olarak anlaşılamadı. Hâlâ çoğu zaman Erdoğan rejimi yerine bu yapıyı normalleştiren “Erdoğan iktidarından” söz ediliyor. “Devlet ayrı, iktidar ayrı” gibi ifadeler dolaşımda olmaya devam ediyor.

Son yıllarda kamuya alımlardaki muazzam artış, bir yönüyle kamu kaynaklarıyla taban genişletme çabası; aynı zamanda devlet aygıtını rejimin emrinde yeniden şekillendirme girişimiydi.

Bunun yanında, bazen rejimin sınırlarını çizen, bazen onu sıçratan, devletin tarihi akışının ve ruhunun muhafızı olduğunu iddia eden MHP…

Diğer yandan, rejim yalnızca iç dinamiklerle değil, uluslararası bağlam içinde de şekilleniyor. Malum, dünyada ABD öncülüğünde kurulmuş olan “Demokratik Batı Bloku” fikri çökmekte. Trump’ın ikinci kez iktidara gelmesi, “demokratik ülkelerin siyasal ve ekonomik bir birliktelik kurabileceği” yönündeki düşüncenin sonunu işaret ediyor. Trump, bir yandan ABD’deki köklü kurumlara saldırırken, öte yandan yalnızca kaba güç temelli ve neo-merkantilist bir dış politika yürütüyor. Avrupa Birliği, uzun süredir içinden çıkamadığı krizleri şimdi aşırı sağın yükselişiyle daha da derin yaşıyor. Bu esnada Çin ve Rusya, alternatif bir dünya düzeninin mümkün olduğunu göstermeye çalışıyor. Ancak bu alternatifte özgürlük, refah, sosyal adalet ya da toplumsal barıştan söz etmek yalnızca bir propaganda faaliyeti olur.

Aynı zamanda, tam bu dönemde iki büyük savaş, dünyanın sarsılmış dengesini daha da sarsıyor. Ukrayna savaşı, Avrupa’yı büyük bir güvenlik krizine itiyor. ABD’nin desteğini alamama ihtimali, Avrupa’nın jeopolitik önceliklerini yeniden şekillendirmesine neden oluyor. Bu ortamda, Suriye kaynaklı göçün Avrupa’ya yayılmaması karşılığında Türkiye’deki rejim değişimine sessiz kalan AB, bir anda Türkiye’yi kendi güvenlik mimarisi açısından hayati bir unsur olarak görmeye başlıyor. 7 Ekim 2024’ten bu yana Orta Doğu’da yaşanan gelişmeler, Avrupa’nın ve elbette ABD’nin yalnızca demokratik rejimlerin çöküşüne değil, soykırımlara dahi sessiz kalabileceğini gösteriyor. Gazze savaşının ürettiği şiddet, dünya toplumlarının ortak bir gelecek tahayyülü içinde yaşama olasılığının ne kadar zayıfladığını kalın harflerle ortaya koyuyor.
İşte böyle bir küresel ortamda, Erdoğan kendisine ve kurmakta olduğu rejime yönelik en güçlü tehdidi temsil eden İmamoğlu’nu siyaseten tasfiye etmenin mümkün olduğuna kanaat getirdi. Kürt hareketinin en etkin lideri Selahattin Demirtaş, MHP dışı milliyetçi akımın en etkin lideri Ümit Özdağ, şimdi de muhalefetin sınırlarını çoktan aşan bir güce erişmiş Ekrem İmamoğlu.

Erdoğan’a göre zamanın ruhu, Türkiye’de kurulacak yeni rejim için sadece uygun değil, bir zorunluluk. Demokrasinin, hukukun, özgürlüklerin, evrenselliğin anlamını yitirmekte olduğuna inanılan bu zamanda, rejimin kendisini yoğun güvenlik tedirginlikleri ile meşrulaştırmanın kolay olacağına inandı. CHP ile DEM arasında oluşan yakınlaşmayı sona erdirmeye yönelik olduğu netleşen Bahçeli merkezli sürece senkronize biçimde, bir süredir hazırlanmakta olan İmamoğlu operasyonu hayata geçirildi.

Şimdi de CHP’ye kayyum atanması ihtimali konuşuluyor. Rejim/sarayın içindeki “şahin” grup, sürecin hızlı bir şekilde sonuna kadar gidilmesinden ve CHP’nin tamamen rejimin kontrolüne çekilmesinden yana.

CHP’ye karşı operasyonu muhalif ya da tarafsız basına da uzatıp, yapmışken büyük bir “saha temizliği” yapmak istiyorlar. Kayyum atanma maliyetini çok görürlerse, CHP içi dengeleri kolayca manipüle edebileceklerini gösterdiler. Görünen o ki, her halükârda yoğun bir kampanya ile Ekrem İmamoğlu’nun toplumdaki karşılığının yok edilebileceğine inanıyorlar.

Rejim tek yönlü bir yola girmiş gözüküyor. Bu aşamada, rejimin sertleşmesini içeriden frenleyecek bir güç çıkması oldukça zor.

Toplumsal tepki ve olağanüstü demokratik siyaset

19 Mart’tan bu yana toplum güçlü bir tepki ortaya koydu. CHP’nin ön seçimine 15 milyon insan katıldı. Üniversite öğrencileri etkili gösteriler düzenleyerek toplumsal tepkiyi omuzladı, omuzluyor. Türkiye, Gezi’den beri tarihinin en büyük gösterilerine sahne oluyor. CHP bu uyanışı iyi yönetti. Özgür Özel, Silivri’deki Ekrem İmamoğlu ile diyalog içinde, çok güçlü bir liderlik sergiledi. Bu hafta gösteriler yeni bir aşamaya geçecek mi? Saraçhane, demokrasi mücadelesinin kalbi oldu. Bu kalp nasıl atacak, göreceğiz.
Bu toplumsal uyanış, bu dizginlerinden boşanmış rejimin çılgınlığını engelleyebilir mi? Engelleyebilir; ama bu hiç de kolay olmayacak. Türkiye’yi belki de siyasi tarihinin en büyük sınavı bekliyor. İmamoğlu tutukluyken, muhalefet toplumun büyüyen mutsuzluğu, dinmeyen kaygıları, öfkesi, vicdanı, geleceği çalınan gençlerin enerjisiyle birleşerek harekete geçebilmek zorunda. Bugün sokakları, meydanları, çarşıları, üniversiteleri geri vermemek üzere kazanmak çok önemli. Bu, büyük bir özveri ve koordinasyon gerektiriyor. Diğer yandan, vatandaşların sadece oy haklarının değil, bankadaki paralarının, tapularının, diplomalarının, yurttaş olmaktan doğan tüm haklarının artık güvence altında olmadığı iyi anlatılmalı.
Evet, gelinen nokta sadece demokrasi, insan hakları, özgürlükler meselesi değil. Rejim artık toplumun makul çoğunluğundan koptu ve radikalleşti. Sadece Kürtler değil, toplumun önemli bir kısmı artık bu devleti kendi devleti olarak konumlandırmıyor. Toplumsal sözleşme ortadan kalkarken, ülkede büyük bir meşruiyet krizi yaşanıyor. Rejim bunu görmüyor ya da başka çaresi olmadığına, geriye dönüş seçeneğinin bulunmadığına inanıyor. Ya da bu durumu bir fırsat olarak görüyor.

Bugün cesaretle birçok şeyi göze almak gerekiyor. Türkiye için büyük bir sınav bu. Bu sınavı geçmek, önce bu rejimin hedefi olan geniş kitleleri ortak bir dil, şuur ve direniş ekseninde toplamak; ardından toplumun daha geniş kesimlerini bu direniş ekseniyle buluşturmakla mümkün. Kutuplaşmanın panzehri bir siyasetçi olan Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması, tam da bu kavganın ruhunu veriyor. Dışarıda ise bu mücadelenin en ağır yükü Özgür Özel’in sırtında. Diğer yandan, hepsi olmasa bile sağda konumlanan çoğu muhalefet partisinin – hele yeni kurulan bir tanesinin – İmamoğlu’nun aktif siyasetten çekilmesini büyük bir fırsat olarak gördüğü kesin. Ama neyin fırsatı?

Son olarak şunu ifade etmek istiyorum: Türkiye’deki siyasal ve toplumsal muhalefetin cesareti ve kararlılığı sadece Türkiye’nin değil, dünyanın da geleceği için çok önemli. Türkiye, yükselen otoriter rejimlere karşı verilmesi gereken sivil mücadelenin merkezlerinden, ilham kaynaklarından biri olmalıdır. Bugün Türkiye yalnızca dizginlerinden boşanmış otoriterliğe karşı mücadelenin değil; hayatta kalma, anlamlı bir yaşam sürme, mutlu olabilme, gelecek nesillere yaşanılabilir bir dünya bırakma gailesinin önemli bir cephesi artık.

Ali Yaycıoğlu
Ali Yaycıoğlu