Çılgın bir yıldı. Belki de ileride 20’nci yüzyılın aslında 2024’te sona erdiğini yazacak bizim tarihçi meslektaşlar. Evet, 1870’lerin sonunda büyük ekonomik krizle başlayan uzun 20’nci yüzyıl, ya da 1918 sonrası kurulan dünya, 1945 sonrası düzen, 1989 sonrası küresel yapı ya da bunların toplamı sona eriyor
Tarihçilerin tarihi dönemlere ayırma takıntısının ne kadar işe yaradığı tartışılır. Ama evet, 2024 ile final yapan bir on yıl içinde, uzun bir dönem hayatımızı şekillendiren anlayışlar, anlatılar, beklentiler ve kurumlar önümüzde eridi gitti. Yeni dönemin anlayışları, anlatıları, beklentileri ve kurumları ise henüz şekillenmedi.
Ara dönemdeyiz. ‘Araf’tayız.
Bu kadar krizden bahsedilmesinin nedeni bu: Kapitalizmin krizi, demokrasinin krizi, siyasal partilerin krizi, ABD’nin küresel liderliğinin krizi, NATO’nun krizi, AB’nin krizi, iklim krizi, erkekliğin krizi (en ilginç krizlerden biri; yüz bin yıllık iktidarını tehlikede gören erkek cinsinin agresyonuyla oluşan kriz) ...
Gelin birkaç hafta bu uzun 20’nci yüzyılın finali olan 2024 üzerine düşünelim.
Küresel seçim yılı
2024, küresel seçim yılıydı. Dünya nüfusunun yüzde 60’ı ya parlamentolarını ya da yürütme gücünü seçmek için sandıklara gitti. Avrupa Parlamentosu seçimleri; İngiltere, Fransa, Belçika, Belarus, Avusturya, Bulgaristan, Hırvatistan, Finlandiya, İzlanda, Moldova, Slovakya, Gürcistan, Macaristan, Meksika, Venezuela, El Salvador, Panama, Uruguay, Cezayir, Ruanda, Somali, Çad, Gana, Moritanya, Mozambik, Nijerya, Senegal, Güney Afrika, Tunus, Hindistan, Endonezya, Japonya, Kuveyt, Pakistan, Güney Kore, Tayvan, Moğolistan, İran, Ürdün, Sri Lanka, Tayland… Ve tabii ABD.
Daha da ilginci, seçimlerin büyük oranda bir tiyatrodan ibaret olduğu Suriye, Azerbaycan, Özbekistan, Kuzey Kore ve Rusya’da da seçimler yapıldı.
Bu listeye mahalli seçimleri de ekleyin: Brezilya, Arjantin, İtalya, Polonya, Romanya, İspanya, Bosna-Hersek, İsrail, Sırbistan ve Türkiye. Daha da uzun bir liste çıkıyor. Hele bir de 2023 yılını eklerseniz, 2023-2024 yılları içinde dünya nüfusunun yüzde 75’inin seçimlere gittiğini tespit edebilirsiniz.
Bu çılgın seçim yılı bize siyaset hakkında neler söylüyor olabilir? Tabii ki her ülkenin farklı koşulları var. Batı demokrasilerinin dinamikleri ile Küresel Güney’in ya da otoriter rejimlerin dinamikleri farklı. Yine de tüm hikâyeyi birbirine bağlayan bazı tespitler yapabiliriz.
Birincisi, eski demokratik kurumların ne kadar yerleşmiş olduğuna bakmadan, halk egemenliği ve bu egemenliğin bir şekilde seçimlerle tahakkuk edeceği fikrinin küresel kabul gördüğünü söyleyebiliriz. Suudi Arabistan gibi teokratik-monarşiler seçim yapmıyor. Ya da belki daha ilginci, Çin’in “tam süreçli halk demokrasisi” dediği, Çin Komünist Partisi’nin icraatlarının sonuçlarına göre halkın onayına sunulması prensibine dayalı kendine özgü bir demokrasiyi bir kenara bırakırsak, seçimli demokratik model en otoriter rejimlerde bile, formalite de olsa, yerleşmiş durumda.
Ne var ki mesele bundan ibaret değil. 2024 seçim sonuçları bize toplumların siyasal gücü elinde bulunduran siyasal elitlere, partilere ve - seçim sistemleri dahil - siyasal kurumlara karşı derin bir güvensizlik içinde olduğunu gösteriyor.
2024 seçimlerinin en önemli sonucu, siyasal iktidarların ve eski partilerin sarsılması. Birçok yerde, ülkenin kaderini uzun süre elinde bulunduran siyasal kadrolar –İngiltere, Hindistan, Japonya, Türkiye– seçimden hezimetle çıktılar. Bu demokrasi adına olumlu.
Ama daha karmaşık olanı, demokratik seçimlerin ülkeleri iyileştireceğine ve normlar çerçevesinde partiler arası siyasal rekabetin halklar için gelişmeye yol açacağına olan inancın azalması. Başta ABD ve Avrupa olmak üzere, birçok toplumda radikal bir değişim beklentisi var. Var olan düzeni yıkacak ve yerine başka bir düzen kuracak; bunu yaparken pek de kural kaide dinlemeyecek, sert ve müdanasız siyasal hareketler büyük ilgi topluyor.
Bu aslında Covid-19 pandemisi sonrası bir gerçekliğe tekabül ediyor. 2008 ekonomik krizi ve 2019’da dünyayı sarsan Covid-19 salgını, yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı gibi ekonomik sonuçlarla birleşince, ülkelerde iktidarlara karşı büyük bir kızgınlık oluştu. Buna özellikle Batı’da göçmenlere duyulan tepki de eklendi. ABD’de federal devlete, üniversitelere ve entelektüellere karşı toplumun farklı kesimlerinden yükselen bir sosyal nefret görüyoruz. Avrupa’da ise AB bürokrasisine ve AB projesinin mimarı olan sol ve sağ partilere duyulan kızgınlık öne çıkıyor.
Avrupa ve ABD’de bu toplumsal tepkiyi büyük oranda popülist sağ partiler taşıyor. Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağın farklı AB ülkelerinde yükselişini izledik. Bu trend Fransa, Avusturya, Hollanda ve Almanya’da devam etti, ediyor. Evet, İngiltere’de İşçi Partisi tarihi bir zafer kazandı ama bu zafer, Nigel Farage’ın liderliğindeki Reform hareketinin Muhafazakâr Parti’den muazzam bir oy devşirmesi ve sağın bölünmesiyle mümkün oldu. Fransa’da ikinci tur parlamento seçimlerinde, Le Pen’in lideri olduğu Rassemblement National’in başbakan adayı Bardella, seçmenin sol blokta buluşması sonucu seçimi kazanamadı. Bunun sonucu olarak parlamentoda karmaşık ve hatta kaotik bir durum ortaya çıktı. Ancak RN’in bu "başarısızlığı"nın, gelecek cumhurbaşkanlığı seçiminde sadece elini güçlendirdiği anlaşılıyor.
Avrupa’daki tüm popülist sağ hareketleri aynı torbaya koymak mümkün değil. En son Le Pen ve Alternative für Deutschland arasında Fransa’daki İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman işgali hakkındaki tartışmada olduğu gibi, bu hareketlerin kendi aralarında ciddi tarih ve ideoloji farkları olduğu açık. Kimisi daha Hristiyan, kimisi daha laik; kimisi Rusya’ya göz kırpıyor, kimisi Çin’e… Kimisi antisemitizm geçmişini saklamıyor, kimisi ise solu antisemitizmle suçluyor.
Yine de, evet, Avrupa’da düzeni radikal şekilde yerinden oynatacağını vaat eden bir sağ dalganın, Avrupa siyasetinde tektonik bir değişimi 2024’te tetiklediğini görüyoruz.
Küresel Güney’de Batı’ya karşı güçlü sinizm
ABD ve Avrupa dışındaki dünyada ise ana hikâye, Soğuk Savaş sonrası ABD liderliğinde ve AB’nin de katkılarıyla oluşmuş liberal demokrasi-kapitalizm sentezine yönelik sinizm. Batı’nın dünyaya önderlik ettiği modelin, aslında Batı dışı dünyayı orta gelir tuzağına kilitlediği ve bu modelle ekonomik, sosyal ve endüstriyel sıçramanın mümkün olmayacağına dair bir inanç yaygınlaşıyor.
Gerçekten de, belki Japonya ve Güney Kore hariç, Batı’nın önerdiği modelle ekonomik ve sosyal sıçrama yapan ülke yok. Belki ülkelerde, dünya ticaretinin serbestleşmesi, küreselleşme ve neo-liberal modelle zenginleşen kesimler veya şehirler oluşuyor. Ancak toplumlar bir bütün olarak Batı ile aralarındaki mesafeyi kapatamıyor.
Bu durumda, 1980’lerden sonra norm haline gelen liberal demokrasi-kapitalizm sentezi yerine farklı modellerin mümkün olabileceği fikri yaygınlık kazanıyor. Çin, dünyaya henüz bir model önermiyor; Çin’in kendi koşulları çok farklı. Ancak en azından Çin, dünyaya farklı siyasal ve ekonomik alternatiflerin olabileceği fikrinin yaygınlık kazanmasını sağlıyor. Liberal demokrasi olmadan, halk desteğini almış güçlü liderlerin, çok da kurallara bağlı olmayan bir kapitalist modelle daha hızlı ve etkili kalkınma hamlesi yapabileceği anlayışı yayılıyor.
Arjantin’den Türkiye’ye, Suudi Arabistan’dan Hindistan’a, farklı “yerli ve milli” model arayışları güçleniyor. Bunların kimisi, Türkiye ve Hindistan’daki gibi milliyetçi-kapitalist projeler olarak ortaya çıkıyor; kimisi ise Arjantin’deki gibi anarşist-kapitalist akımlar olarak dikkat çekiyor.
Evet, 2024, liberal demokrasinin kapitalizmle birlikte ve ancak birlikte gelişeceği, bunun da dünya ticaretinin serbest kalması ve uluslararası kurumların güçlenmesiyle küreselleşeceği fikrinin yavaş yavaş (hayır, hızlıca) buharlaştığı bir yıl oldu.
ABD, Elon’un dünya liderliği ve teknoloji
2024 yılına damgasını vuran olay, şüphesiz Trump’ın seçilmesiydi. Trump’ın nasıl ve neden kazandığı, Demokratların neden ve nasıl kaybettiği ve Trump’ın Amerika ve dünya gündemi üzerindeki etkisi hakkında bu sayfada birçok yazı yazdım. O yazılardaki ifadelerimi tekrar etmeyeyim. Ancak birkaç noktanın altını çizmekte fayda var.
Trump liderliği henüz ne ABD’ye ne de dünyaya derli toplu ve tutarlı bir proje sunuyor. Daha ziyade var olan yapıları ve konvansiyonları yıkacağını, siyasal ve entelektüel elitlerin hâkimiyetine son vereceğini, ABD’nin dünyayla ilişkilerini yeniden şekillendireceğini vaat ediyor.
Trump, şüphesiz birbirleriyle çıkarları derinden çelişen kesimlerin desteğini aldı. Bunun en ilginci, Orta Amerika’da eski ağır sanayi işçi sınıfı ile Kaliforniya’nın ve Silikon Vadisi’nin yeni teknoloji temsilcisi muazzam zengin teknologarklarının desteği... Bu teknologarkların başında, kamusal bir sorumluluk almadan Trump’ın kabinesine bir şekilde dahil olan Elon Musk geliyor. Dünyanın bu en zengin insanı, Trump’a o kadar destek verdi ki, belki de X’in algoritmalarında saklı bu zafer, Trump’ı Elon’a hayatta kimseye olmadığı kadar minnettar etti.
Elon ve Marc Andreessen ya da Peter Thiel gibi onun yakın çevresindeki isimler, Trump’tan ne talep ediyor? Eski liberal-sol koalisyon içinde yer alan bu kişiler, artık liberal elitlerden ve woke kültürünün "sansürcülüğünden” tiksindiklerini; kültürel anlamda ABD sağıyla, hatta beyaz üstünlüğü ideolojisiyle buluşmaktan çekinmediklerini ifade ediyor. Ancak esas talepleri, yeni teknolojiyi –özellikle yapay zekayı veya Bitcoin’i– düzenleyen ya da kamu çıkarı amacıyla kontrol eden regülasyonlardan kurtulmak.
Daha da ötesi, Kaliforniya ve Çin’i entegre eden Pasifik ekonomisinin, Trump’ın çılgın korumacı ve merkantalist önlemleriyle parçalanmaması gerektiği, Palo Alto’nun pahalı restoranlarında dillendiriliyor. Perşembe yayınlanan Medyascope’da Ruşen Çakır’la bir sohbette aslında Silikon Vadisi’nin Trump’ı "satın almak" istediğini belirttim. O an ağzımdan çıktı. Ama sonra bu tespitim hoşuma gitti.
Elon’un neredeyse NASA’yı satın aldığını, ülkenin dijital teknolojisinde hegemonya kurduğunu ve Çin’deki muazzam yatırımlarını düşündüğümüzde, Bu Güney Afrikalı beyaz göçmen ABD vatandaşının Trump üzerinden küresel bir devrim tasarladığını söyleyebiliriz. İleriki haftalarda, bu gerçekleşmesi çok kolay olmayan devrimin kodları hakkında sohbete devam edelim.
Bakalım Trump-Musk birlikteliği ne kadar devam edecek. Orta Amerika’yı temsil eden ve şimdi Trump’ın yardımcısı olsa da bir sonraki başkan adayı JD Vance ile bir küresel devrim tasarlayan Musk arasındaki ilişki nasıl olacak?
Şiddet ve 2024
Bu 2024 yazısını bitirirken, bu sene yaşadığımız şiddetin ölçeğini idrak edelim istiyorum. Gazze’de, Sudan’da ve Ukrayna’da yaşanan açık ve müdanasız şiddet, yeni dönemin kodlarını bize fısıldıyor. Çocukları hedef alan bu savaş ortamında nükleer çatışmaya uzun süredir bu kadar yakın olmadık.
Uluslararası kurumların, uluslararası hukukun ve denetim mekanizmalarının anlamını yitirdiği bir yıl oldu 2024. Uluslararası Adalet Divanı, Ceza Mahkemesi, Birleşmiş Milletler... Paris İklim Anlaşması... Tüm uluslararası platformların krizde olduğu bu dönemde evrensel değerler uğruna bir dünya tasarlamak, eskisinden çok daha zor hale geldi.
Baş döndürücü teknolojik gelişmeler bize evrensel bir dünyayı zorluyor, ama bu dünyanın hümanizma ayağı artık kesik, anlamsız ve passé. Tam bu bağlamda yeni teritoryal tasarımlar, yeni emperyal hevesler, tarihin kilitli dolaplarından çıkarılan büyük düşler piyasaya sürülüyor.
Yeni yılınızın huzur, mutluluk ve başarı getirmesi dileği ile ...