29 Mart 2024, Cuma
30.12.2022 04:30

2023 sonrasında Türkiye’de demokrasiyi yeniden kurmak

Tarihçiler kabaca iki iş yapar. Bazen dağınık olguları bir düzene koyar ve analitik bir anlatı kurar. Bazen ise kurulmuş anlatılarda sorunlar görür, o anlatıları tekrar kurulmak üzere dağıtır. Aslında doğru olan tarihçinin bu iki işi de beraber yapmasıdır. Kurulu anlatıların neden sorunlu olduğunu tartışıp yeni bir anlatının imkanlarına odaklanması gerekir. Ama bazen kurulu anlatıyı çözmek, dağıtmak ve yerine yeni bir anlatı kurma girişimine başlamadan orada bırakmak da işe yarar. Bazen ise tarihçi hevesle yeni bir anlatı kurmaya koyulur ve kendince önemli ve uzun süren bir yolculuğa çıkar.

Buradan başlamışken konuyu biraz daha geliştirelim ve okuyuculara, tarihçi denen, geçmişle kafayı bozmuş meslek erbabının iş sırları hakkında birkaç bilgi daha verelim. Geçmişteki dağınık olgulardan mantıklı ve analitik bir anlatı kurmak gelecek için de işe yarayabilir. Aslında her tarihçi geçmişle ilgilense de içten içe aklı gelecektedir desek! Geçmişi, geleceği inşa etmek için anlatılaştırma peşindedir. Ne büyük ve ukalaca bir iddia öyle değil mi? Düşünsenize çalışma odanızda çok sınırlı metinlerden yola çıkarak, geçmişin dağınık olgularından bir kurgu yaratıp bugünün ne olduğu, nasıl anlaşılacağı, geleceğin nasıl akacağı, akması gerektiği hakkında ikna edici fikirler üretmek... Bir tür şamanizm olmasın bu? Hatta bir büyük iradeye karşı bir şirk.

Türkiye’nin anlatısı meselesi

Malumunuz bir süredir Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye’nin dağınık tarihi meselesi üzerine yazıyorum. Osmanlı ve Türkiye tarihinden dağınık bir demokrasi anlatısı kurmanın imkanlarından bahsediyorum. 2023’e çizgisel, diyalektik ya da nedensel değil, olguların belli bir dağınıklık içinde geniş bir sahaya dağıtıldığı bir tarihsel anlayışla bakmayı öneriyorum. Dağınıklıktan kastım sadece, tarihi tünel yaklaşımı diyebileceğimiz bir kurgudan çıkarıp, olguları, olayları, aktörleri, yapıları, tahayyülleri yeniden bir tarih tasarımı için geniş bir sahaya nazikçe serpiştirmek. Geçenlerde değerli dostum Serhat Aslaner’in ifade ettiği gibi mekân ne kadar genişlerse tasarım imkânı o kadar zenginleşir.

Böyle bir dağınıklığın 2023’te demokrasinin inşası ya da bu rejim bir hamle yapıp devam ederse (ki pek ihtimal vermiyorum) tazelenmiş demokrasi mücadelesi için manalı olduğunu düşünüyorum. Aslında yapmak istediğim Osmanlı ve Türkiye tarihine farklı bakmak, bir demokrasi anlatısı kurmak için tarihi, nedensellik ve çizgisellikten bir an olsun özgürleştirmek. Muhtemelen bazı okurlar, ‘Yaycıoğlu’na kredi verdikçe işi nereye götürüyor’ diye kaygı duymaya başladılar bile. Evet, kaygılarınızı zorlayarak şöyle bir öneriye ne dersiniz: 2023 için elimizdeki tarih anlatılarını bir an olsun dağıtalım, varsayımlarımızı, nedenselliklerimizi, Osmanlı ve Türkiye tarihi hakkındaki anlatıları bir süre olsun bırakıp, geçmişten gelen farklı olguları, farklı anlatıları, farklı tahayyülleri serpiştireceğimiz geniş bir geçmiş tahayyül edelim. Ve 2023’ü o dağınıklık içinde tekrar tasarlayalım. 2023 ve sonrası için bir demokrasi inşası ya da dediğim gibi eğer bu rejim yerleşecekse taze bir demokrasi mücadelesi düşünüyorsak, demokrasi tecrübemizi de bu dağınık anlatı ile yeniden tahayyül etmeliyiz. İzin verirseniz ‘dağınık demokrasiden’ kastım nedir, bu aralar bitirdiğim bir denemeden alıntı yapayım:

2023’e giderken dağınık demokrasi anlatısı

“Dağınık demokrasi tarihi anlatısı biraz da demokrasiyi nasıl düşüneceğimiz ile ilgili. Demokrasiyi bir düzen, bir siyasal-hukuksal-idari rejim olmasının yanında (ve bazen o arayışları bozacak şekilde oluşan), formel ya da enformel katılım, müzakere talebi, itiraz, direniş, isyan ya da alternatif kurgular barındıran, pratikler, tavırlar, tahayyüllerin hikayesi olarak da anlayabiliriz. Demokrasiyi gücün halkta olduğu, halkın temsilcileri vesilesi ile kendi kendini yönettiği ve bu idari yapının etrafında örülen bireysel hak ve özgürlükleri garanti altına alıp hukuk güvenliği getiren... özgürlüklerin yanında güvenlik, istikrarı inşa eden kurumsal ve prosedürel düzen olarak da görebiliriz… Ama aynı zamanda toplumun tüm varoluşu ve dağınık halleri, talepleri, hassasiyetleri, sesleri, talepleri, itirazları, aşırılıkları, alternatif halleri ille de bir “düzen” arayışına girmeden ifadesini bulduğu sosyal gerçeklik olarak da… Demokrasiyi bir anayasal kurgu olarak da sosyal bir olgu olarak da anlayabiliriz.

Hem düzenli hem dağınık yönleri ile düşünülmeli

Demokrasiyi istikrar, suhulet, karşılıklı saygı usulleri içinde demokratik müzakere olarak da kurmak isteyebiliriz, toplumun (ya da toplumsal kesimlerin) rahatsızlığını, kendiliğinden alevlenen hallerini, doğaçlamalarını, kızgınlıklarını, tepkilerini, reddiyelerini, küsmelerini ya da işgallerini anlamlandırdığımız dağınık ve aşırılıklara kaçan haller olarak da… Demokrasiyi bir çerçeve içindeki hak ve özgürlükler, müzakereler olarak da imleyebiliriz, çerçeveden dışarı çıkma pratikleri ve arayışları olarak da… Demokrasiyi ulusal düzeyde saat gibi işleyen bir mekanizma olarak da isteyebiliriz, yerelliğin bazen uyumsuzluk ve dağınıklık içinde, bazen ise nazik bir arayış içinde yükselttiği seslerin duyulacağı bir forum olarak da… Demokrasiyi hem düzenli hem dağınık yönleri ile düşünülmeliyiz. Dağınıklık ve düzen arasında, kızgın itiraz ve saygılı müzakere, formel ve enformel katılım, sosyal ve hukuksal varoluş arasında ille de bir hiyerarşi kurmadan, sürekli devam eden bir sosyal varoluş...” Evet, dedim ya, dağınık bir demokrasi tarihi anlatısı kurmak ve geleceğe öyle bakmak bizim geleceği biraz olsun özgürleştirip, kendimizi o yılların tünelinden çıkartıp, gelecek için yeni imkânlar görmemize de yardımcı olacak. Şimdilik burada bırakalım. Haftaya bu imkânları konuşalım.