04 Kasım 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
04.10.2024 04:43

ABD seçimleri ışığında yeni sağ ve eski demokrasi

ABD’de bugün federal devlete mesafeli, hatta bazen düşmanca yaklaşan Amerikan sağının bir kanadı, devleti yeniden kurmak ve devlet eliyle sosyal ve siyasal rejimi radikal olarak dönüştürmek istiyor

Yeni Sağ, federal devletin ekonomi ve toplum hayatından çekilmesi, ancak çok daha güçlü şekilde sosyal hayatı, cinselliği, ahlaki kodları ve tarih anlayışını yeniden inşa etmesi gerektiğini vurguluyor


ABD seçimleri üzerine yazmaya devam ederek sabrınızı zorlamak istemem. Ancak bu tarihi seçimlerle ilgili yazılacak birçok boyut var. Örneğin, Cumhuriyetçi Parti’nin kanaat önderleri ya da Amerikan muhafazakârlarının önde gelen isimleri arasındaki, biraz da sessizce süren iç tartışmalar oldukça ilginç.

Daha önceki haftalarda yazdığım gibi, Trump’tan daha Trumpçı bir sağ grup (kendilerine “Yeni Sağ” diyorlar), Cumhuriyetçi Parti’nin devleti sınırlayan geleneksel muhafazakârlığı ile serbest piyasa ve dış ticaret ilkelerini birleştiren çizgisinden uzaklaşmış durumda. Yeni Sağ, devleti toplumu terbiye edici bir aktör olarak yeniden kurguluyor. Yeni Sağ düşünürleri arasındaki pornografi tartışmaları bu konuda ilginç ipuçları veriyor. Pornografinin devlet eliyle sansürlenmesini, pornografiyi yayanların hapisle cezalandırılmasını öneriyorlar. 1960’lardan sonra pornografinin yasal hale geldiği ABD için bu oldukça radikal bir girişim. Bu arada Donald Trump’ın 1990’da Playboy’a kapak olduğunu ve porno yıldızlarına olan özel ilgisini de not edelim.

Yeni sağ ve yeni devletçilik

Trump’ın başkan yardımcısı adayı JD Vance dahil, Yeni Sağ’ın bazı önde gelenleri, federal devletin ekonomi ve toplum hayatından çekilmesi gerektiğini, ancak çok daha güçlü şekilde sosyal hayatı, cinselliği, ahlaki kodları ve tarih anlayışını yeniden inşa etmesi gerektiğini vurguluyorlar.

Devletin sosyal, ekonomik, kültürel, bireysel ve cinsel hayata müdahale ettiği bu anlayışa Amerika bağlamında yeni bir faşizm diyebilir miyiz? Dünyanın başka yerlerinde merkezi devletin toplum hayatında ABD’ye kıyasla çok daha etkili olduğunu söylemeye gerek yok.

ABD’de federal devletin yetkilerinin özgürlükler, sosyal ve ırksal eşitlik lehine güçlendirilmesi talebi, 1940’lardan sonra Demokrat Parti’den gelmişti. Bugün ise federal devlete 1940’lardan beri mesafeli, hatta bazen düşmanca yaklaşan Amerikan sağının bir kanadı, devleti yeniden kurmak ve devlet eliyle sosyal ve siyasal rejimi radikal olarak dönüştürmek istiyor.

Trump’ın kafası ise bu yeni devletçilik konusunda net değil. Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adayı, partinin geleneksel çizgisinden oldukça uzak olmakla birlikte, bir tür liberteryenizm ile Yeni Sağ’ın bu devletçi yaklaşımı arasında, iki uçta gidip geliyor. Buna karşılık, partinin eski Reagancı ya da Bush döneminde etkisi artan neo-muhafazakâr kanadı ise ya suskun ya da partiyi terk etmiş durumda.

Demokrat Parti, eski demokrasinin muhafızı rolünü üstleniyor

Yine de Trump’ın korumacı neo-merkantilist ekonomi anlayışı, Cumhuriyetçi Parti tabanında bir tartışma yaratmış gibi. Wall Street’in ileri gelenleri ve Wall Street Journal gazetesi, Trumpizm'in gümrük vergilerini rekor düzeye çekme girişimini açıkça eleştiriyor. Silikon Vadisi’nin büyük isimleri ise eğer Trump seçilirse, Elon Musk’tan korunma talep edebileceklerini düşünüyor olabilirler.

Demokrat Parti’ye (DP) bakarsak ne görüyoruz? Kısaca şunu söyleyebiliriz: DP’nin ana gündemi, amacı, derdi, çabası Trump’ı ve Trump’tan daha Trumpçı olan Yeni Sağcıları engellemek. Eğri oturup doğru konuşursak, DP, Amerikan halkına ve hatta küresel ölçekte dünyaya yeni bir şey sunmuyor. Evet, Clinton-Obama çizgisinden biraz daha solda diyebileceğimiz bir ekonomi paketi oluşuyor gibi. Zaten Biden döneminde bu görece sol ekonomi ajandası kendini hissettirmeye başlamıştı. Konut krizine ve hayat pahalılığına federal devletin öncü olacağı önlemlerle müdahale etmek, serbest piyasanın rekabet sistemini bozan büyük şirketlere karşı küçük girişimleri desteklemek, çocuklu ailelere kredi vermek; aynı zamanda Amerika’nın son otuz yıldaki cinsiyet, ırk eşitliği ve çevre kazanımlarını Trumpizm'e karşı korumak; dış politikada ise Rusya ve Çin’e karşı ABD liderliğinde uluslararası ittifak politikasına devam etmek… Demokrat Parti’nin ajandası kabaca bunlardan ibaret.

Dünyada yeni bir model yok

Harris ve Walz’ı dinleyince, derli toplu olmakla birlikte iddialı olduğunu söyleyemeyeceğimiz bir siyasal mesaj seti görüyoruz. DP, Trumpizm ve Yeni Sağ’ın “çılgın” arayışlarına karşı “makulü” temsil etme iddiasında gibi. “Makul” ise şu fırtınalı dönemde ne kadar heyecan yaratır, ona da siz karar verin.
Buna karşılık DP içinde de, özellikle ABD’nin İsrail’e verdiği koşulsuz desteği sorgulayan ciddi bir sol kanattan bahsedebiliriz. Geçen akademik yıl üniversite kampüslerindeki gösteriler bu dönem sönümlenmişse de, bu ayrışma yalnızca Harris’in Trump’ı devirme ihtimaline karşı biraz durulmuş durumda. İsrail’in çatışmayı İran-Hizbullah eksenine çekmesi, Filistin meselesi üzerine Arap dünyasından gelen timsah gözyaşlarını biraz daha kurutacak gibi. Evet, ABD ve Harris bölgesel çatışma istemiyor ama İsrail’in odağını Gazze’den Güney Beyrut’a kaydırmasından da pek rahatsız değiller.

Küresel ölçekte şöyle bir durum var: Soğuk Savaş sonrası ABD liderliğinde kurulan siyasal-iktisadi sistem, 2008’den sonra büyük bir sarsıntı geçirdi ve hâlâ geçirmekte. Soğuk Savaş sonrası model, iki teorinin bir sentezini arıyordu. Birincisi, devletlerin ve popülist beklentilerden “kurtarılmış” serbest piyasa, finans ve dış ticaret düzeni; ikincisi ise demokratik değerler, insan hakları, özgürlükler ve hukukun üstünlüğü prensibi üzerine kurulu siyasal rejimlerdi. Bu ekonomik ve siyasal rejimler, aynı zamanda ABD liderliğinde ittifaklar kurarak dünyada egemen güç olacaklardı.

Bu anlayış Soğuk Savaş zamanında şekillendi. 1980’lerin sonunda Komünist Blok çökünce, iki kutuplu dünyadan tek kutuplu dünyaya geçildi ve bu serbest ekonomi-demokrasi sütunları üzerine yükselen sistem küresel bir iddia ile dünyaya yayıldı. Böylece ideolojiler arası rekabetin son bulduğu düşünüldü.
2008 krizinden sonra ise bu hegemonik yapı büyük bir sarsıntı geçiriyor. Bu sarsıntının nedenlerini uzun uzun tartışabiliriz; zaten tartışıyoruz. Ancak kısaca ifade etmek gerekirse, serbest piyasa ekonomisi ve demokratik rejim sütunları üzerine kurulu küresel hegemonik model, toplumlara eskisi gibi çekici gelmiyor. Toplumların beklentilerini karşılamıyor. Kızgınlık ve hayal kırıklıklarını dindirmiyor. Bunun sonucu olarak, demokratik ülkeler dâhil birçok ülkede yeni otoriter-popülist-milliyetçi sağ liderler ortaya çıkıyor.
Ancak bu yeni sağ kulübünün evrensel bir ideolojik örgüsü ya da mesajı yok. Değerler sistemi üzerine bir uluslararası ittifak siyasetini reddediyorlar ya da en azından bunu ayak bağı olarak görüyorlar. Ancak geliştirdikleri bir uluslararası norm da yok. Her ulusun kendi çıkarını maksimize etmek için mücadele ettiği klasik realist uluslararası ilişkiler anlayışına dayanan ve çatışmayı engellemeye yönelik diplomasi, uluslararası hukuk ve örgütleri de reddediyorlar.

Böyle parçalanmaya başlamış dünyada, ülkelerin önünde onları bir arada tutacak ve bir yöne yönlendirecek hazır bir model yok. Her ülke kendi hikayesini kendi yazmaya başlıyor gibi. Tabii ki düne göre çok daha entegre olmuş dünya ekonomisi ve teknoloji ülkelerin birbirinden tamamen ayrışmasına engel oluyor. Ama o alanda da yükselen bir korumacılık ve tekno-milliyetçilik dönemine girdiğimizi not edelim. Pornografiden nereye geldik!

Huzurlu, bu işlere çok da kafa yormamızı gerektirmeyen bir hafta sonu diliyorum.