22 Aralık 2024, Pazar Gazete Oksijen
30.08.2024 04:30

ABD seçimlerine giderken Demokrat Parti kongresi (Ve CHP)

ABD’de Demokrat Parti kongresini izlerken şunu düşündüm: Siyasal partiler, bir coşku, birliktelik, kenetlenme ve odaklanma yaşadığında hâlâ çok etkili olabiliyorlar. Parti tabanı ve teşkilatının yüksek bir inançla gerçekçi bir hedefe kilitlenmesi çok önemli. Şimdi kendini yenilemeye başlayan CHP’nin önünde de yeni bir viraj var: Tüzük kurultayı. Bu kurultay belki de olağanüstü seçimli kurultayı da tetikleyecek. Kim bilir? CHP’nin önündeki en büyük sınav kendisine yönelen toplumsal teveccühü coşkulu bir siyasal harekete çevirmek olmalı


Geçen hafta, 19-22 Ağustos tarihleri arasında, ABD’de Demokrat Parti kongresi toplandı ve Kamala Harris ile Tim Walz, ABD’nin başkan ve başkan yardımcısı adayı olarak resmen ilan edildiler. Dört gün süren kongrede büyük bir coşku, birlik ve odaklanma havası hakimdi.

Joe Biden’ın bir anlamda veda niteliğindeki konuşmasıyla başlayan bu siyasal festivalde birçok konuşma yapıldı. Obama’lar, Clinton’lar, Alexandria Ocasio-Cortez, Michigan Valisi Gretchen Whitmer, Oprah Winfrey, Eva Longoria, Darryl Lynn Hughley ve Cumhuriyetçi Parti üyesi olup Trump’a karşı Harris’i destekleyen bazı siyasetçilerin konuşmaları oldukça etkileyiciydi. Komedyen Kenan Thompson, Trump’ı destekleyen ve ABD için kökten değişiklikler öneren Project 25 grubunun Trump iktidarında yapmayı planladığı çılgın programı kara mizahla anlattı. Konserler verildi. Danslar edildi.

Kongre boyunca sahneye çıkan konuşmacılar, dört gün boyunca adayları Kamala Harris’in farklı yönlerini öne çıkardılar. Bir anlamda üç senedir başkan yardımcısı olduğu halde çok da tanınmayan Harris’i tanıtarak seyircileri ve kamuoyunu, onun konuşma yapacağı son güne hazırladılar. Kongre boyunca Harris’ten bahseden bu konuşmalar, kamuoyunun Harris’in konuşmasını ve sahne performansını her geçen saat daha çok merak etmesini sağladı.

Tabii ki, her konuşmacı Trump’tan da bahsetti. Bir bakıma Trump, Harris kadar kongredeki ana gündem maddesiydi. Trump’ın ruhu kongrede dolaşıyordu. Onun demokrasi, hukuk devleti ve yerleşmiş siyasal ve hatta basit insani normları hiçe saymasının ABD demokrasisi için oluşturabileceği riskler, ikinci bir Trump döneminin ABD ve dünya üzerinde tetikleyeceği belirsizlikler vurgulandı.

Kongre, farklı adayların yarıştığı, farklı programların tartışıldığı bir kongre değildi. Kamala Harris ve Tim Walz’ın adaylığı zaten önceden kesinleşmişti, dolayısıyla kongrede bir yarışma yaşanmadı. ABD’de siyasal partiler bazen program ve ideoloji çalıştayları yaparlar, ancak İngiltere ve kıta Avrupası'ndan farklı olarak ideoloji, program kurgusunu ve siyasal iletişimi daha çok başkan adaylarına bırakırlar. Aynı zamanda Senato ve Temsilciler Meclisi için yarışan her vekil adayı ya da eyaletleri yönetmek için vali olmak isteyen her siyasetçi de kendi program çalışmasını yürütür. Demokrat Parti’nin ya da Cumhuriyetçi Parti’nin genel ilkeler dışında yazılı, ayrıntılı bir parti programı ve ideolojik çizelgesi olduğunu söylemek zor.

Kamala Harris (Fotoğraf: Getty Images)

 

Evet, partilerin detaylı programları yok ama parti kongrelerindeki ardı ardına gelen konuşmalar yine de anlamlı bir fikir birikimi oluşturur. Hangi konuşmanın ne kadar alkış aldığından, partinin öncelikleri konusunda kamuoyunun nabzı ölçülebilir. Bu yönüyle, başkan adayının resmen ilan edildiği bu büyük kongreler, delegelerin ve partililerin bir araya gelmesinin yanı sıra, partinin konumlandığı pozisyon ve gelecekteki rotası hakkında önemli ipuçları verir.

Kamala HarrIs’in siyaseti

Ancak parti kongresinin asıl gündemini oluşturan, adayın yaptığı konuşmadır. Kamala Harris, oldukça kişisel bir konuşma yaptı. Konuşmanın ilk kısmı, onu ve kardeşini tek başına yetiştiren, aynı zamanda çok önemli bir bilim insanı ve Hint kökenli bir göçmen olan annesinin hikayesi üzerine kurulmuştu. Kadınlık ve annelik vurgusu kuvvetli şekilde konuşmanın her köşesine yerleşmişti.

Arkasından Harris’in savcı olmasının hikayesini dinledik. Bir arkadaşının üvey babası tarafından cinsel tacize uğramasının yarattığı öfke sonucu hukuk eğitimi almaya karar veren Harris, daha sonra kendisini bireylerin değil, toplumun çıkarını savunmaya adayan bir savcı olmaya karar verdiğini anlattı. Konuşmanın ortalarından itibaren hukukçu kimliğini öne çıkaran Harris, aynı zamanda San Francisco Başsavcısı ve Kaliforniya Eyaleti Adalet Bakanı olarak kamu çıkarını ve orta sınıfı açgözlü şirketlerden, uluslararası kartellerden ve dolandırıcılardan nasıl koruduğunu anlattı.

Konuşmada ciddiyetsiz bir adam olduğunu söylediği Trump’ın seçilmesinin çok ciddi sonuçlar doğuracağının altını çizdi. Özellikle üyelerinin çoğu Trump tarafından seçilmiş olan Anayasa Mahkemesi'nin başkanları cezayı sorumluluktan muaf tutan kararının Trump’ın keyfi ve otokratik yönetimi altında ABD’yi bir uçuruma sürükleyeceğini ifade etti.

Konuşmanın ekonomik siyaseti anlattığı bölümünde Harris’in ekonomik mesajlarının henüz şekillenmekte olduğunu gördük. Belki iki üç noktayı vurgulayabiliriz. Harris’in ekonomi ekibi, aynen Biden’ın ekonomi ekibi gibi (ki büyük oranda aynı ekip) pandemi sonrası ekonomik restorasyon vurgusuna devam ediyor.

Enflasyon ve hayat pahalılığının nasıl düşürüleceğine yönelik kapsamlı bir makro ekonomi programı sunmuyorlar ama bu süreç içinde enflasyon ve hayat pahalılığının ezdiği alt ve zorladığı orta sınıfları korumaya yönelik önlemleri öne çıkartıyorlar. Harris özellikle konut krizini önlemeye yönelik kapsamlı bir konuş inşa projesi, üniversite borçlarının kapanmasına yönelik finansal önlemler, çocuklu ailelere yönelik vergi kredisi gibi konuları öne çıkartıyor.

Burada, Trump’ın adeta tek ekonomik politikası olan gümrük vergilerini artırarak (yüzde yirmilere çekerek) belirli büyük şirketleri kayırıp iç üretimi güçlendirme iddiasına karşı, Harris, büyük şirketlerin rekabet ortamını zedelediklerini vurguluyor. Harris’e göre, asıl etkili olacak siyaset, küçük girişimlerin önünü açacak şekilde serbest piyasanın rekabet zeminini güçlendirmekten geçiyor. Özellikle dijital ya da dijitalleşmiş dev şirketlerin rekabet ortamını zedelediklerini belirterek, sosyal politikalarla birlikte asıl önemli olanın, rekabet sisteminin yeni bir anlayış ve düzenleme ile nasıl yeniden inşa edilmesi gerektiği tezini savunuyor. Bu tez, bilindiği üzere, Nobel ödüllü iktisatçı Joseph Stiglitz’in de güçlü bir şekilde öne sürdüğü bir yaklaşım ve Harris’in bu tezden esinlendiği açık.

Kamala Harris aynı zamanda, büyük şirketlerin pandemi sırasında artırdıkları fiyatları, enflasyon düşmeye başlamasına rağmen düşürmedikleri görüşünü savunuyor. Federal devletin “doğal olmayan” fiyat artışlarını önlemek için bazı fiyat düzenlemeleri yapacağını da ifade ediyor. Federal devletin fiyat düzenlemeleri yapması konusu ABD’de iktisatçıları ikiye bölmüş durumda. Devletin fiyatlar üzerinde düzenleyici ve önleyici yetkilerinin nasıl belirleneceği, nasıl kullanılacağı, ölçüler ve yaptırımların ne olacağı konusunda netlik olmasa da, Harris’in bu tezi, fiyat artışlarından bıkan toplum kesimleri tarafından sempatiyle karşılandı diyebiliriz. Diğer yandan fiyat kontrolü tartışmalarını Trump ve yardımcısı olmaya aday JD Vance, Harris’i komünizme özenmekle suçlayarak yönetmek istiyorlar. Ama tabii bu gülünç tepkinin ne kadar toplumsal karşılığı olduğunu öngörmek kolay değil.

Harris ve ABD dış politikası

Harris, konuşmasının son bölümünü dış politikaya ayırdı. ABD’nin dünyadan kopamayacağını, izolasyon siyaseti izleyemeyeceğini ve dünyadaki demokrasileri desteklemeye devam edeceğini vurguladı. Bunu yaparken, ABD’nin başat askeri güç olarak kalmaya devam etmesi konusunda güçlü bir liderlik göstereceğinin sözünü verdi. Böylece izolasyoncu ve dünyadaki rejimler arasında iyi/kötü ayrımı yapmayan Trump ile arasında net bir kontrast olduğunu göstermiş oldu.

Tabii ki, Ukrayna’ya destek konusunda da Trump’ın Putin’e yakın seyreden siyasetini eleştirdi ve Ukrayna’ya güçlü bir destek mesajı verdi. İsrail-Filistin çatışması konusunda ise orta yolu tercih etti. Demokrat Parti tabanının bu konuda ikiye ayrıldığını bilen Harris, alışılmış bir şekilde İsrail’in kendini savunma hakkından ve bu savaşın asıl sorumlusunun 7 Ekim katliamını yapanlar olduğundan bahsetti. Ancak hemen ardından, Biden’dan çok daha net bir tonla, savaşın artık bitmesi gerektiğini, Filistin halkının onurlu yaşam ve kendi kaderini tayin hakkını savunduğunu güçlü bir şekilde vurguladı. Sanırım salonun en coşkulu anı, Harris’in Filistin konusunda konuştuğu andı...

Harris ve Demokrat Parti nereye?

ABD seçimlerinin sonuçlarını şimdiden kestirmek zor. Anketler Harris’i önde gösteriyor ve bu durum son bir ay içinde gerçekleşti. Biden’ın Harris’i destekleyerek çekilmesi, Demokrat Parti’de güçlü bir coşku, hedefe odaklanma ve kilitlenme yarattı. Partinin, Harris’in adaylık sürecini çok iyi yönettiğini söyleyebiliriz.
Cumhuriyetçi Parti ise tam tersine, büyük yalpalamalar yaşıyor. Trump, kendisine yönelik suikast girişiminden sonra Biden’a karşı nasıl olsa kazanacağını emin bir şekilde, oy için değil, ama kendi düşüncelerini hayata geçirebilmek için daha çok işine yarayacağını düşündüğü köktenci sağdan bir senatörü, JD Vance’i başkan yardımcısı olarak yanına aldı. Ancak Demokrat Parti’deki lider değişimiyle Trump, deyim yerindeyse gafil avlandı. O günden beri Trump’ın sinirlerinin bozuk olduğunu söyleyebiliriz. Harris ve Walz’a karşı güçlü bir dil geliştiremiyor. Harris aday olduğundan beri, güçlü ve tutarlı bir siyaset oluşturmakta zorlanan Cumhuriyetçi Parti içinde, yavaş yavaş olası bir Trump yenilgisi sonrası hesaplar yapılmaya başlandı bile.

Diğer yandan, Harris-Walz birlikteliği adaylığın ötesinde acaba bir siyasal harekete dönüşebilir mi?

Harris’in, sanılanın aksine, çok karizmatik bir lider olabileceği belli. Walz’ın da, geçen haftalarda yazdığım gibi, yeni bir tabirle “pozitif popülizm” siyasetinin oluşmasında etkili olacağını düşünebiliriz. Yine de Harris-Walz biletinin kapsamlı bir program ve ideolojik iddia ile çerçevelenen bir siyasal-toplumsal harekete liderlik etme olasılığı ufukta gözükmüyor. Harris’in yarattığı tüm heyecana rağmen, asıl olanın Trump’ın iktidarını engellemek olduğu açık. Hikâyenin asıl aktörü hâlâ Trump, Harris değil.

Ancak Trump’ı devirmiş bir Harris’in, içinde anlamlı sol-popülist unsurlar barındıran bir yola doğru yönelme ihtimali de yok değil. Bu arada Demokrat Parti’de, diğer ülkelerde olduğu gibi, karizmatik ve başarılı yerel yöneticiler dönemi yaşanıyor. Partinin taşıyıcı unsurları, senatörler ve Temsilciler Meclisi üyelerinden çok, karizmatik eyalet valileri. Walz da zaten bunlardan biriydi.

CHP tüzük kurultayı

Demokrat Parti kongresini izlerken, bir yandan da CHP’yi ve tüzük kurultayı hazırlıklarını uzaktan da olsa takip ettim. Hatta iki partiyi karşılaştıran bir yazı tasarlamıştım. Başka sefere. Şu kadarını ifade etmeme izin verin: CHP, 31 Mart seçimlerinde tarihi bir başarı elde etti. Bu başarının toplumsal nedenlerini, Türkiye’nin bu rejim altında nereden nereye dönüştüğünü, bu dönüşüm içinde bu başarının manasını CHP’li dostların hakkıyla tartıştığını pek düşünmüyorum.

Normalleşme siyasetini tamamen anlamsız ve yersiz bulmamıştım. Türkiye’de, başta rejimin niteliği olmak üzere, her şeyin anormal ya da kriz halinde olduğunu söyleyebiliriz. CHP liderliği bu anormalliğin kolay değişmeyeceğinin tabii ki farkında. Bu ortamda normalleşme vurgusu sanırım iktidar çevrelerinin bir kısmına bir davet niteliğindeydi. Bu davet, uzun vadede zaten devam etmesi mümkün olmayan bu halden bir çıkış alanı yaratma girişimiydi... Bu davet kabul görmedi. Ancak bu daveti yapan CHP’ye, ona önceden çok mesafeli olan belli kesimler arasında sempati oluştu. Bu da muhakkak ki anlamlı bir kazanım.

Şimdi kendini yenilemeye başlayan CHP’nin önünde yeni bir viraj daha var. Bu önemli tüzük kurultayı, belki de olağanüstü seçimli kurultayı da tetikleyecek. Kim bilir?

Benim ABD Demokrat Parti kongresinden yola çıkarak söylemek istediğim şu: Siyasal partiler, bir coşku, birliktelik, kenetlenme ve odaklanma yaşadığında hâlâ çok etkili olabiliyorlar. Parti tabanı ve teşkilatının yüksek bir inançla gerçekçi bir hedefe kilitlenmesi çok önemli. CHP’nin önündeki en büyük sınavlardan biri, Türkiye’yi ve dünyayı şablonların dışında, yeni ve güçlü bir şekilde okuyup analiz edip, ona yönelen toplumsal teveccühü tabanı ve örgütüyle birlik içinde coşkulu bir siyasal harekete çevirmek olmalı.

Ali Yaycıoğlu
Ali Yaycıoğlu