Geçen hafta Türkiye’nin güçlü bir demokrasi tarihi anlatısı olmadığını ama böyle bir anlatıyı kurmamız gerektiğini ifade etmiştim. Belli ki bu mesele üzerine biraz daha yazmaya devam edeceğim. Oldukça ilginç bir konu, çünkü Türkiye’nin güçlü bir demokrasi anlatısı olmaması aynı zamanda demokrasinin gelişmemesi sonucunu da doğuruyor gibi gözüküyor. Sanırım şu konuda anlaşabiliriz: Demokrasi ve demokratik mücadeleler konusunda güçlü bir tarihsel anlatı oluşturamazsanız, güçlü bir demokratik düzen de kuramazsanız.
Peki bu anlatıyı kuracak bir tarih var mı?
Türkiye’de sanırım okur-yazar büyük çoğunluk Osmanlı ve Türkiye tarihinde demokrasinin güçlü bir anlatısı olabilecek kadar anlamlı bir tarihi olmadığını düşünüyor. Geçen hafta yazdım; aslında Türkiye üzerine oluşan literatürün bir kolu Türkiye’nin ekonomik ve sosyal azgelişmişliğinin nedenlerini inceler. Diğer kolu ise bu şekilde ifade etmese de geniş anlamda demokrasinin neden gelişmediğini sorgular. İki yaklaşımın da önceliği modernleşme meselesidir. Siyasal, kurumsal, kültürel, sosyal modernleşme. Aslında iki soru da negatif sorulardır ve bir şeylerin neden yanlış gittiğini ve neden eksik olduğunu ya da hiç olmadığını araştırır.
Gerileme ve reforma sıkışan Osmanlı tarihi
Geç Osmanlı tarihi hem dünyada hem Türkiye’deki ana akım tarihçilikte aslında bir iniş/gerileme ve reform anlatısı olarak şekillenmiştir. Bu anlatıya göre imparatorluk bilimsel gelişmeleri, sanayi devrimini ve ekonomik dönüşümü ıskalamıştır. Bunun sonucu krize girmiş ve inişe geçmiştir. İmparatorluk bu inişi engellemek için elitleri eliyle kendini reform etmeye çalışır. 18’inci yüzyıldan, Nizam-ı Cedid’e, Tanzimat’tan Birinci ve İkinci Meşrutiyet’e gelişen hikâye bu reformların ve onların başarısızlığının, bunun sonucu üst üste yığılan hayal kırıklıklarının hikâyesidir.
Bu anlatı bize şunu söyler: İmparatorluk ve onun sosyal siyasal bünyesi yaşlanmış ve zamanla iflah olmaz bir hastalığa kapılmıştır (Avrupa’nın hasta adamı). Reformcular bir türlü başarılı olamaz çünkü yeteri kadar radikal değillerdir. Tedrici ve muhafazakâr önlemler bu hastalığa çözüm bulmaz. Radikal önlemler için ise çok geçtir. Radikal önlemler muhafazakâr hatta gerici tepkiler ile durdurulur. Büyük güçler ise imparatorluğun üzerine çullanmakta, imparatorluğun çok dinli iç bünyesiyle oynayarak bu krizi daha da derinleştirmektedirler. Osmanlı İmparatorluğu bir çıkmaz sokaktır. Bir yönü ile İbn Halduncu, diğer yönüyle Aydınlanmacı bir okumadır bu anlatı. İbn Halduncudur çünkü gerileme ve ölümü mukadderat olarak görür. Aydınlanmacıdır çünkü reform ile çöküşün engelleneceğini söyler ama şu ya da bu nedenden dolayı reformun radikalleşmesi imkân dahilinde değildir.
Toplumun tarihi toplumsal tarih
Yıllardır tarihçiliğe hâkim olmuş bu anlayış çerçevesi içinde toplumsal tarih şüphesiz zamanla yer bulur. Hatta güçlü şekilde yer bulur. Son altmış yıl Osmanlı sosyal ve ekonomik tarihçiliğinde, son kırk yıl Osmanlı hukuk tarihçiliğinde, son otuz yıl Osmanlı kültür tarihçiliğinde, son yirmi yıl Osmanlı dünyasında cinsiyet tarihçiliğinde, şu dönemde Osmanlı çevre tarihçiliğinde büyük dönüşümler olur, olmaktadır.
Son otuz yılda özellikle 17 ve 18’inci yüzyılın aslında bir gerileme ve iniş yüzyılı şeklinde okunmasının maliyeti üzerine önemli tartışmalar görürüz. Osmanlı gerileme hikayesinin bazı Osmanlı elitleri arasında yaygın olan adeta ideolojik bir tutum olduğu fark edilir ve gerileme olgusu ile gerileme düşüncesinin birbirinden ayrı şekilde anlaşılması gerektiği vurgulanır. 19’uncu yüzyıl üzerine yoğunlaşan birçok tarihçi Osmanlı modernleşmesinin başarısızlığından ziyade başarılıları üzerine durmaya başlar.
Son altmış yılda Osmanlı tarihçiliğindeki muazzam gelişmeleri özetleyecek değilim. Başka bir noktayı vurgulamak istiyorum. Tarihçilikteki tüm bu gelişmelere ve her yönü ile sosyal tarihin güçlenmesine rağmen Osmanlı tarihinin ana akım anlatısı çok fazla değişmez. Gerileme anlatısı hala ana akım tarihçiliği belirler. Onun ötesinde tarihçilik hala toplumsal hareketleri, sesli sessiz direnişleri, rıza isteme ve verme mekanizmalarını, meşveret mekanizmalarını ve tabii isyanları anlamlı bir toplumsal mücadeleler, yani hadi kelimeyi kullanmaktan çekinmeyelim, demokratik mücadeleler ve varoluşlar anlatısı içinde görmez.
(Bu arada Osmanlı İmparatorluğu’nu popüler anlamda yücelten ve son dönemlerde başka bir hâle dönüşen muhafazakâr tarih anlatısını burada tartışmıyorum.)
Erken modern demokrasi tarihi
Benim önerim ne olmadığına değil ne olduğuna bakmak. Neden olmadı sorusundan önce, ne oldu sorusunu daha farklı bir gözle, farklı şekillerde yeniden sormaya çalışmak. Türkiye siyasal tarihini bir çizgisel ve tek boyutlu bir modernleşme ve ona gelen tepkilerin anlatısı olarak değil, kendi dağınıklığı içinde toplumsal varoluşunun tüm yönlerini öne çıkaran, merak eden, ama özellikle gücün, yetkinin farklı dönemlerde farklı aktörlerle nasıl paylaşıldığının hikayesi olarak yeniden düşünmek.
Toplumsal rızanın nasıl verildiği ve alındığı; elitlerin veya toplumsal aktörlerin ne tür ittifaklar kurudukları; oluşmuş toplumsal ve siyasal hiyerarşilere alternatif nasıl toplumsal, ekonomik, dini düzen tahayyüllerinin ortaya çıktığı; toplumsal bilginin nasıl devletin bilgisi ile tersleştiği ve tabii isyan kültürünün ve isyan ahlakının nasıl sürekli ateşlendiği hatta farklı isyan belleklerinin oluştuğu düşünülerek bir siyasal-toplumsal tarih. Aslında ‘dağınık demokrasi tarihi’nden kastım bunlar. Ama isterseniz buna erken modern demokrasi tarihi diyelim ve modern yani 1908 sonrası demokrasi tarihimizden bu söylediklerimi biraz ayrı tutalım. (1908 sonrasının demokrasi hikayesi sohbetini başka yazıya bırakıyorum.) Ayrı tutalım tutmasına yine de erken modern ve modern demokrasi tarihi arasındaki karmaşık ve çoğu zaman kolay görülmeyen ilişkileri de kurmaya çalışalım. Ve tabi bu dağınık “demokratik” unsurları bir arada gören, konumlayan bir bütüncül çerçeve için ise daha zamanımız var. Hatta cumhuriyetimizin ikinci yüzyılı için önerilerimden biri böyle bir anlatıyı kurmak değil ille de ama böyle bir anlatının imkanlarını tartışmak...
Ekrem İmamoğlu ve yeni bir demokrasi mücadelesi başlangıcı
Bu satırları bitirirken Ekrem İmamoğlu’na 2 yıl 7 ay hapis cezası kararı belli oldu. İstinaf sürecinin “hızlandırılacağını” tahmin etmek çok zor değil. Muhtemelen Ekrem Başkan’a siyasi yasak gelecek. Bu karar Türkiye demokrasi tarihinin önemli bir dönüm noktası olacak. 14 Aralık 2022 taze bir demokrasi mücadelesinin ortaya çıktığı gün olarak kayda geçecek. Bu mücadele içinde kim bilir Türkiye hangi ilginç maceralara yelken açacak. Demokrasi tarihinden kastım tam da buydu. Türkiye demokrasi tarihi çizgisel, hep ilerleyen bir tarih değil. İçinde mücadelelerin, hayal kırıklıklarının, zikzakların ve tabi direnişlerin olduğu çok karmaşık ve renkli bir tarih. Ekrem Başkan’ın mücadelesi Türkiye demokrasi tarihinin önemli bir safhası olacak. Geçen salı İstanbul Planlama Ajansı’nda Ekrem Başkan, sevgili Murat Somer, bir grup öğrenci ile demokrasi semineri yapmıştık. O seminerde Ekrem Başkan’la tam da demokrasinin yüzyıllara yayılan meşakkatli yolculuğundan bahsettik. Türkiye’nin demokrasi hikayesini küresel ve tarihsel bir bağlama oturtmaya çalıştık. O seminerde önemli konulardan biri liderlerin demokrasi ile olan karmaşık ilişkisiydi. Ekrem Başkan çok anlamlı bir şey söyledi. ‘Demokrasi ile seçilen, gücünü demokrasiden alan bir liderin demokrasiye ihaneti, ihanetlerin en büyüğüdür’ dedi. Unutmayalım, demokrasi mücadelesi aynı zamanda o ihanetle mücadeledir. Ekrem Başkan’a demokrasi tarihimiz içindeki bu hikâyesinde başarılar diliyor, dayanışma ruhu ile sevgilerimi gönderiyorum.