29 Haziran 2025, Pazar
Abone Ol Giriş yap
16.05.2025 04:30
Ali Yaycıoğlu
Ali Yaycıoğlu

Makaleyi sesli dinle • 0:00

Türkiye nereye gidiyor?

A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

PKK’nın kendini feshetmesi kuşkusuz tarihi bir gelişmedir. Bundan sonraki süreç; silah bırakma ve fesih kararının detayları, Kürt siyasi hareketinin konumu - eğer bir bölünme yaşanmazsa - muhalefet saflarında mı, yoksa anayasa değişikliğiyle yeni bir aşamaya hazırlanan Erdoğan rejiminin ortaklarından biri olarak mı yer alacağı ve Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti içindeki yeri açısından yoğun tartışmalara yol açacaktır


Ülkemiz, tarihinin en önemli kırılma noktalarından birinde. Önümüzdeki gelişmeler, seçeceğimiz yol ve verilecek mücadeleler, Türkiye’nin geleceğini belirleyecek. Karşımızda, önemleri birbirine denk iki büyük gelişme var.

PKK’nın feshi

İlki, ekim ayından bu yana Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’la birlikte başlattığı sürecin geldiği aşama. PKK, kongresini toplayarak kendini feshetti. Bu, kuşkusuz tarihi bir gelişmedir. Bundan sonraki süreç; silah bırakma ve fesih kararının detayları, Kürt siyasi hareketinin konumu - eğer bir bölünme yaşanmazsa - muhalefet saflarında mı, yoksa anayasa değişikliğiyle yeni bir aşamaya hazırlanan Erdoğan rejiminin ortaklarından biri olarak mı yer alacağı ve Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti içindeki yeri açısından yoğun tartışmalara yol açacaktır.

PKK’nın fesih bildirgesinde Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası sert şekilde eleştiriliyor; bu iki kurucu metnin Kürtlerin inkârına ve hatta soykırıma uğramasına zemin hazırladığı öne sürülüyor. Bildirgenin bu sert giriş bölümünün amacı yalnızca tarihsel bir eleştiri mi, yoksa Cumhuriyet’in kurucu zeminini sorgulayan ve onun ötesinde yeni bir siyasal düzen kurmak isteyen rejim içi çevrelerle olası bir işbirliğinin sinyali mi?

Cumhuriyet’i, yüz yıllık serüveni içinde eleştirel bir sahiplenmeyle demokratikleştirmek isteyenler açısından bu ifadelerin kabul edilebilir olması mümkün görünmüyor. Bu nedenle Kürt hareketinin kimlerle ve hangi siyasal zemin üzerinde yürüyeceği sorusu daha da kritikleşiyor. Demokratik çerçevenin dışına çıkan, jeopolitik gelişmelerle birlikte şekillenen bir “Türk-Kürt milli cumhuriyeti” fikri ile; herkesin kendi kimliğiyle özgürce yaşayabildiği, iktidarın seçimle değiştiği, yerel ve ulusal demokrasinin güçlendiği yeni bir Cumhuriyet ideali arasında yeni bir saflaşma ortaya çıkmakta sanki.

İmamoğlu’nun tutsaklığı

İkinci büyük gelişme ise Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarına yönelik yargı operasyonudur. Erdoğan, kendisine açıkça meydan okuyan bir siyasetçiyi yargı yoluyla tasfiye etmeye girişti. Türkiye siyasi tarihinde yargının muhalefeti bastırmak için kullanıldığı pek çok örnek yaşandı. Bugün de Selahattin Demirtaş’tan Ümit Özdağ’a kadar birçok isim cezaevinde. Erdoğan da bir dönem üç ay hapis yatmıştı.

Ancak bu kez durum farklı: Türk demokrasi tarihinde ilk kez, cumhurbaşkanlığı seçimini kazanarak iktidarı değiştirme potansiyeline sahip, geniş halk kesimlerinin desteğini arkasına almış bir siyasetçiye - Ekrem İmamoğlu’na - açıkça siyasi operasyon çekiliyor. Bu yalnızca İmamoğlu’na değil; Türkiye’nin kurucu partisi CHP’ye ve 15 Temmuz 2016 sonrası aşama aşama kurulan otoriter düzene karşı değişimin mümkün olduğuna inanan milyonlara da verilmiş bir mesajdır. Adeta halka, bu rejimin artık seçimle değişemeyeceği ilan edilmektedir.

CHP’nin mücadele ekseni

Bu iki gelişme birbirinden bağımsız düşünülemez. Türkiye’yi analiz etmek isteyen herkesin bu iki süreci birlikte, birbiriyle bağlantılı şekilde değerlendirmesi gerekir. Türkiye’nin yönünü belirleyecek olan şey, bu gelişmelerin nasıl okunduğu, nasıl yönetildiği ve toplumsal muhalefetin bunlara nasıl yanıt vereceğidir.
CHP’nin 19 Mart’tan bu yana sergilediği muhalefet tarzının doğruluğu, iktidar cephesinden gelen sert tepkilerle de teyit edilmektedir. Özgür Özel, güçlü bir liderlik ortaya koydu; muhalefeti toplumla birlikte ve yüksek bir enerjiyle yürüttü. İstanbul, Yozgat, Konya ve - katılım düşük olsa da -Van’daki mitingler etkili oldu. Bu mücadele hem muhalif kitlelerin Ekrem İmamoğlu’nu iyice sahiplenmesini sağladı, hem de CHP’nin birinci parti olma konumunu pekiştirdi. Artık CHP, Türkiye’nin her bölgesinden, her kesiminden oy alabilen bir partiye dönüşmüş durumda.

Özellikle dikkat çekici olan, CHP’nin DEM Parti ile bir gerilim yaşamadan, ama ondan ayrışarak, Kürt halkına doğrudan ve kendi diliyle hitap etmeye başlamasıdır. Bu yeni kapsayıcılık ve iddia, parti örgütü, programı ve diliyle sistematikleşerek güçlendirilmelidir. CHP yorulmamalı, kapasitesini sürekli artırmalı, yaratıcı olmalı; ittifaklarını toplumun geniş kesimleri ve uluslararası demokratik aktörlerle derinleştirmelidir.
Ekrem İmamoğlu da Silivri’den CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olarak mücadeleye devam edecektir. 2019’dan beri kurduğu siyasal dil ve çerçeveyi güçlendirerek ilerlemelidir. Türkiye’de cezaevleri, siyasal mücadelenin sona erdiği değil; derinleştiği, yeni anlamlar kazandığı, toplumla daha güçlü duygusal bağların kurulduğu yerlerdir. Ne yazık ki, bugün gerçek budur.

Zor bir döneme hazırlık

Gerçekçi olmalıyız: Önümüzdeki dönem çok zor geçecek. Bu zorluklara hazırlıklı olunmalı. Seçim kazanması artık mümkün olmayan bir rejimin elindeki demokrasi dışı araçlar, uluslararası bağlamın sunduğu fırsatlar, kendine kutsiyet atfeden tarihsel tahayyüller ve “yeni bir nizam” kurma inancıyla hareket eden bir siyasal-kişisel irade karşısında verilecek mücadele; baş döndürücü, yorulmak bilmeyen, yaratıcı ve yerleşik sembol ile kavramların ötesine geçen bir siyasal-toplumsal mücadele olmak zorundadır. 

* Bu haber/yazı ve resimlerin eser sahipliğinden doğan tüm hakları Haftalık Yayıncılık Anonim Şirketi’ne ait olup işbu yazı/haber ve resimlerin, kaynak gösterilmeksizin kısmen/tamamen izin alınmaksızın yeniden yayımlanması yasaktır. Haftalık Yayıncılık Anonim Şirketi’nin, 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 24. maddesinden doğan her türlü hakkı saklıdır.

Ali Yaycıoğlu
Ali Yaycıoğlu