Türkiye tarihi bir seçime gidiyor. Bu seçimin sonucu Türkiye’nin önündeki on yılları şekillendirecek. Bir ihtimal Türkiye’de yeni bir dönem açılacak. Eğer muhalefet uzlaşı, güven ve en önemlisi bir coşkuyla bu seçim sürecini yürütüp, akıllı ve heyecanlı hamleler yapabilirse hem cumhurbaşkanlığını kazanacak hem Meclis’te nitelikli bir çoğunluk elde edecek. Seçim sonrası karmaşık bir süreç olsa da yaratıcı çözümlerle bu akıl dışı sisteme son verilecek. Demokrasi ve hukuk devleti tesis edilecek. Büyük bir uzlaşma ile siyasal kutuplaşma sonlanacak. Tek adam rejimi ve keyfi yönetim sonlandırılırken içi boşalmış kurumlar ele alınıp, geniş ve kapsamlı bir idari reform yapılacak.
Tüm bunlar ekonominin yeniden inşası için uygun bir zemin oluşturacak. Dış politikada akılcı ve ülke çıkarlarını gözeten bir yola girilecek. Yeni bir anayasa ihtimali ortaya çıkacak. Tarihi kırılma hatlarını onarmak, toplumsal barışı kurmak için önemli imkânlar belirecek. 2023 sonrası bir restorasyon değil, 2000’li yılların öncesinin de birçok sorununu çözen ya da çözme olasılıkları oluşturan, bir yeniden inşa ya da kuruluş dönemi olacak.
Kötü senaryo
Peki ya kötü senaryo? Rejim seçime giderken gerilimi arttıracak. Yargı araçsallaştırılacak. Hukuksuz şekilde görevden el çektirmeler, belediyelere çökmeler, belki muhalefetin önde gelen aktörlerini pasifize etmek için tutuklamalar göreceğiz. Hatta belki akıl dışı ve Türkiye’yi ileride çok zor duruma sokacak “ilhaklı” dış politika “hamleleri”. Kim bilir 90’ları andıran akla ziyan olaylar, çabalar, kumpaslar, pusular.
Aslında kötü senaryodan kastım bunlar değil. İktidarın zaten gerilimi arttırma mekaniği içine girdiğini görüyoruz. İktidar bileşenleri içinde iktidarda kalmak için gerilimin ve hukuk dışı, gayrimeşru, gayrinizami çabaların hızlandırılması gerektiği konusunda bir fikir birliği olmasa da öyle düşünen etkili bir grubun olduğu gözlerden kaçmıyor.
Şunu da ifade etmek lazım. İktidarın kampanyasının iki yüzü var. Biri pozitif kampanya (konut projeleri, asgari ücret zamları, EYT, TOGG, müjdeler...), diğeri negatif kampanya (yukarıda zikrettiğim unsurlar). Bu iki “kampanyanın” beraber yürüyeceğini görmemek için saf olmak lazım. Beştepe’de pozitif kampanyayı yürüten arkadaşlar, saflığı hikâyenin iki taraflı gerçekliğini görmezden gelmek için bir maske olarak kullansalar da Türkiye’deki gidişat hakkında ciddi analiz yapanların bu saflıkta olmamaları gerekiyor. Sonuçta bu iki boyutlu kampanya devam edecek; müjdeler, paketler vesaire yanında şiddet, kumpas, pusu, fitne fücur artarak devam edecek. Buna şüpheniz olmasın.
Benim kötü senaryodan kastım, muhalefetin iktidarın çok da sofistike olmayan bu stratejisini, ya da belki daha doğru bir ifadeyle, içine sürüklendiği mekaniği anlamaması, çözememesi ve bunun sonucu seçimi akıl dışı bir şekilde kaybetmesi. Evet, karşımızda gözünü karartmış bir iktidar var. Kazanmak için her yola başvurma, her şeyi kabul edilir görme aşamasına gelmiş bir iktidar. Ama unutmayalım: İktidarın bu hali bir güç değil, güçsüzlük. Hatta bu bir trajedi, grotesk bir trajedi.
Rejim ne akıllı ne cesur
İktidar bileşenlerinin büyük bir strateji yürüttüğünü düşünenler var. Hatta bir gözlemciye göre son hamleler büyük bir siyasal mühendislik kurgusunun parçaları. Hiç aynı fikirde değilim. İki hafta önce köşe arkadaşım Bekir Ağırdır ile yaptığımız ve gazetemizde yayınlanan sohbetimizde de ifade ettim. İktidar aslında bu hamlelere sürükleniyor. Neredeyse kendi iradesi dışında sürükleniyor. Öyle bir noktaya gelindi ki rakiplerini pasifize etmek için mesela belediyelere el koymak; olası adaylar ya da önde gelen muhalif siyasetçiler hakkında akla ziyan gerekçelerle soruşturmalar ve davalar açmak; belki toplum ses çıkarmaz ise görevden almak; bazı siyasetçileri ve iş insanlarını tutuklatmak ya da en basit hukuk karar ve ilkelerini hiçe sayarak yıllarca hapiste tutmak ve parti kapatmak gibi hiçbir ciddi düşünce ve stratejinin ürünü olmayan, sıradan ve kaba yöntemlere başvurmak zorunda kalıyorlar. Dedim ya bu bir strateji ya da ince tasarlanmış bir kampanyadan ziyade, bir sürüklenme hali.
Karşımızda akıllı bir strateji ya da cesur veya başka ifade ile risk alan bir iktidar yok. Rakiplerini gayrimeşru hamlelerle tasfiye edip, aynı zamanda birbirine düşürmeye çalışıp, halka da kısa vadeli bazı iyileştirmeler, vaatler ve müjdelerle, bizi sürükledikleri büyük iktisadi bunalımın maliyetini seçim sonuna ertelemeye çabalayan bir iktidar var. Diğer yandan geçen hafta hepimizi dehşete düşüren bir cinayette gördüğümüz gibi, kendi içindeki çatışmaları yönetemeyen, aslında aşağıdan yukarı bir hareketle her an infilak edebilecek amorf bir ittifak kurgusu ile karşı karşıyayız.
Türkiye usulü Putinizm
Geçen hafta bir söyleşide iktidarın Türkiye’yi Türkiye usulü bir Putinizm’e doğru savurduğunu ifade ettim. İleride bu konuyu daha da açmak isterim. Ama bugün şu kadarını söylememe izin verin: Bu iktidarın Türkiye’yi otoriter ya da değil herhangi kalıcı bir rejim tesisine götürebilecek bir donanımı, disiplini, iç tutarlılığı olduğunu düşünmüyorum. Ama iktidarın içinde sürüklendiği ve Türkiye’yi sürüklediği bu mekanik durdurulmaz ise, önümüzde Türkiye’nin yeni bir rejimden ziyade, uzun erimli büyük bir istikrarsızlığa, bir kaosa savrulması kaçınılmaz gibi gözüküyor.
Korku siyasetine karşı coşku siyaseti
Muhalefet doğru adımlarla bu gidişatı durdurabilir. Durdurmalıdır. Seçim sürecini kuvvetli, akılcı ve coşkulu bir festivale dönüştürerek hem cumhurbaşkanlığı hem Meclis seçimini kazanmak hiç de zor değil. Birkaç noktayı sıralamama izin verin.
Birincisi muhalefet, özellikle altılı masa liderleri arasında tam bir mutabakat ve güven ilişkisinin olması gerekiyor. Güven ve birlik o kadar önemli ki, tüm zorlukları aşacak, kilitleri açacak ve halkın muhalefete olan umudunu güçlendirecek odur. Güven tesisi için benim önerilerimden biri kefalet kavramının kullanılmasıdır. Altılı masa liderlerinin seçim süreci ve belki seçim sonrası yeni sisteme geçene kadar birbirine kefil olmaları, hatta bir kefalet senedi imzalayarak toplumun önüne çıkmaları, büyük bir etki yaratabilir. Kefalet Osmanlı siyaset ve hukuk kültüründen bize intikal eden bir kavramdır ve hem hukuki hem ahlaki derinliği vardır.
İkinci olarak, altılı masanın önümüzdeki süreci nasıl yürüteceğine dair somutlaşmış planını bir an önce halkla paylaşmaları gerekiyor. Belirsizlik insanları muhalefetten uzaklaştırabilir ya da muhalefetle yakınlaşmalarını engelleyebilir. Nesrin Nas’ın çok yerinde ifadesi ile iktidar belirsizliği bir şiddet aracı olarak kullanıyor. Muhalefet bir an önce belirsizliği sonlandıracak bir planla halkın karşına çıkmalı. Bir an önce.
Üçüncü olarak, muhalefetin halkı coşturan bir kampanya, söz ve liderlik kurgusu tasarlaması gerekiyor. Coşmamız lazım. Coşku o kadar önemli ki, yeni dönemde ülkemizi hep beraber yeniden tasarlayacağız. Bu coşkusuz olmaz. Toplumun ışıltılı bir geleceği hissetmesi lazım. Seçim sürecinde muhalefetin bu coşkuyu en üst düzeye çıkarmak için her aracı kullanması gerekiyor. Özellikle adaylık seçimini ya da kurgusunu bu kriteri düşünerek yapmaları şart. Seçime coşku siyaseti ile gitmek gerekiyor. Sokaklar dolup taşmalı. Korku siyasetine karşı coşku siyaseti.
Başka bir yazıda da ifade ettiğim gibi, bu seçim süreci bir Türkiye seminerine dönüşmeli. İttifakların bir avantajı farklı siyasal kesimleri yaklaştırıyor, söyleştiriyor. Altılı masanın farklı siyasal gelenekleri kapsamasını çok önemli buluyorum. Geçen hafta Ahmet Davutoğlu Politik Yol sitesinde bu konuda çok önemli bir yazı kaleme aldı. Sayın Davutoğlu’nun ifade ettiği gibi altılı masanın bu siyasal zenginliği büyük uzlaşı için çok önemli. Ama daha ötesine gidelim: Altılı masa sadece farklı siyasal gelenekleri temsil edip, uzlaştırmamalı. Aynı zamanda bu gelenekleri dönüştürmeli. Modernist-Sol, Sosyal Demokrat, Milliyetçi-Demokrat, Muhafazakâr-Demokrat ve İslamî-Demokrat gelenekler bu kritik süreçte birbirleriyle ve toplumla etkileşime girerek, aslında dönüşmeliler ve yeni döneme tazelenerek girmeliler. Önümüzdeki seçim süreci ve sonrasının bu muazzam dönüştürücü kapasitesini lütfen duyumsayalım.
Tarihte doğru yerde duruyoruz
Altılı masanın Emek ve Özgürlük ittifakı ile nitelikli bir ilişki kurması hayati önemde. Bir an önce altılı masanın kendi iç koordinasyonunu ve güven mekanizmalarını en üst düzeye çıkartıp, Kürt hareketi ve Sosyalist Sol’dan oluşan bu ittifak ile demokratik ilkeler üzerinde anlaşmaya varması gerekiyor. Basit gerçek şu, bu iki ittifak arasında asgari bir iş birliği olmadığı takdirde seçim riske giriyor.
Sonuç olarak, evet ben önümüzdeki dönemden umutluyum ve heyecanlıyım. Muhalefete kızıyoruz, eleştiriyoruz... Ama onların da Türkiye tarihinde alışık olmadığımız, aslında hiç deneyimlemediğimiz, zor bir iş yaptığını unutmayalım. Hepimiz bu sürecin parçalarıyız. Hepimiz ülkemizin demokratik hukuk devletine dönmesini, toplumsal ve siyasal uzlaşmanın sağlanmasını, ahlak ve akıl dışılıktan çıkılmasını, ahlakın ve aklın hâkim olmasını istiyoruz. Unutmayalım tarihte doğru yerde duruyoruz. En büyük güç budur.