Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişiminin birinci ayı sona erdi. Sanırım Oksijen okuyucuları bu konuda farklı analizler yapan birçok yazı okudular, televizyonlarda ya da Youtube’da birçok program dinlediler. Tabiatıyla zaman ilerleyip savaşın seyri değişince, yapılan analizler de değişti. Savaşın ilk günlerinde Rusya’nın hızlı bir şekilde Ukrayna’yı işgal edebileceği düşünülmüştü. Ama gelişmeler bize başka bir resim sundu. Ukrayna ordusu ve halkı, işgalci Rusya karşısında beklenmedik bir direniş sergiledi. Ukrayna liderliği ve yönetimi dağılmak bir yana çok güçlü bir şekilde yerinde durdu. Muhakkak ABD, AB ve NATO’dan gelen askerî yardımların ve ön hazırlıkların bu direnişin başarılı şekilde gelişmesinde önemli rolü var. Diğer yandan, Ukrayna otoritelerinin ve bazı gözlemcilerin Batı’dan gelen askerî desteğin yetersizliğinden şikâyet ettiklerini de unutmayalım.
Her halükârda, Ukrayna direnerek tarihin akışına yön verdi. Ukrayna’nın direnmeyip kısa bir süre sonra teslim olduğunu, Zelenski’nin ülkeyi işgalin ilk günlerinde kaçtığını ya da Rusya lehine bir darbe ya da ayaklanma olduğunu (tüm bunlar Rusya’nın yanlış bir şekilde öngördüğü gelişmelerdi) düşünsenize... Dünya tarihi bambaşka bir kulvara girecekti ve oradan akacaktı. Bugün Ukrayna direnişi, meseleyi NATO-Rusya jeopolitik denklemine indirgemeyip bu direnişi NATO ve ABD karşıtlığına kurban etmeye vicdanı el vermeyenlerin ve dünya tarihinin zorbalar tarafından şekillenmesini (zorba kim olursa olsun) sindiremeyenlerin gözünde, amasız fakatsız, çok değerli bir bağımsızlık mücadelesidir.
Çürüme ve katliam
Rusya açısından ise karşımızda farklı bir durum var. Ukrayna direnişi sadece Rus kuvvetlerinin savaşın başında hızlıca işgal ettikleri bazı bölgelerden çekilmek zorunda kalmaları ile sonuçlanmadı. Aynı zamanda konvansiyonel Rus kuvvetlerinin etkinliği, güncelliği hatta disiplini hakkında ciddi soru işaretleri doğurdu. Rusya’nın yakın zamanda Suriye’de, biraz da dünyanın gözünü korkutmak için sergilediği askerî yetkinliğinin aslında Rusya ordusunun konvansiyonel bir savaşta yetersizliğini gizlediği ortaya çıktı. Evet, Rusya Halep’te bir şehri nasıl yerle bir edeceğini test etmişti. Mariupol’un nasıl Halep’in kaderini paylaştığını gördük. Diğer yandan, olağanüstü ateş gücüne rağmen, birçok askerî uzman Rus ordusunun, disiplin ve lojistik yönünden, Sovyet döneminden sonra kendini yenilemediğinin bu savaşla iyice gözler önüne serildiğini vurguladı. Rus ordusunun Sovyetlerin Nazi Almanyası’nı mağlup etmesinin yıldönümü olan 9 Mayıs’lardaki görkemli kutlamalara rağmen, içten içe çürümüş olabileceği görüşleri ifade edildi.
Haftalar geçtikçe savaşın soğuk ve acı yüzünü görmeye devam ediyoruz. Yaşadıkları yerleri terk eden milyonlarca göçmen (aralarında tanıdığım meslektaşlarım da var); yıkılmış, yanmış, kül olmuş şehirler; patlamalar sonucu hurdaya dönmüş askerî araçlar içindeki cansız bedenler... Hepsinden daha çok içimizi acıtan, geçen hafta Buça ve başka bazı yerleşim birimlerinde gördüğümüz sivil katliam izleri: sokaklara dağılmış cesetler, üstü örtülememiş toplu mezarlar, yaşamını yitirmiş çocuklarını gömemeden, bahçede üzerini suntayla kapatarak haftalarca saklamış annelerin feryatları…
Savaş ve sosyal medya
Bu savaş bittiğinde, Ukrayna ne halde olacak, kaç sivil ve asker hayatını kaybedecek, bunu kestirmek kolay değil. Ama gayrimeşru bir saldırı ile gelişen bu savaşın, beraberinde sivil katliamlar hatta belli bölgelerde soykırıma varan gelişmelere gebe olduğunu düşünmemiz için maalesef elimizde nedenler var. Gözle görünür bir disiplin sorunu yaşayan Rus ordusu tarafından, belki de komuta kademesinin teşvik ya da göz yumması sonucu, ortaya çıkacak olan sivil kırımların ve yağmaların bir ölçüde önünün alınabilmesi için, bu savaşta Ukrayna’nın direnişi ile ortaklaşan kesimlerin maalesef bu vahşet görüntülerini paylaşması, bu sayede güçlü bir kamuoyu oluşturması gerekiyor. Her ne kadar, Rus halkının çoğunun gözleri bağlanmış olsa da!
Birinci Körfez Savaşı televizyonların canlı yayınladığı ilk savaştı. Suriye ve şimdi de Ukrayna Savaşı ise sosyal medyanın takip ettiği hatta farklı şekillerde bu denli “katıldığı” savaşlar. Muhakkak muharebe meydanlarında ya da çatışmaların yaşandığı şehirlerde sağlıklı bilgi edinmek hiç kolay değil. Savaşların aynı zamanda enformasyon ve propaganda mücadeleleri olduğunu biliyoruz. Ama bir noktada bağımsız habercilerin ilettikleri haberler ve görüntülerin süzgecinden geçirerek değerlendireceğimiz sosyal medyadan akan bilgiler ve imgeler bu savaşta haklının yanında tutum almanın ve belki de şiddeti durdurmak yönünde kamuoyu yaratmanın bir yöntemine dönüşmüş durumda.
Russkiy Mir ve Ukrayna
Bu savaşı durduramasak da onun karşısında alınması gereken ahlâkî tutumun dayanakları üzerinde uzun uzun düşünmek gerekmektedir. Ukrayna halkının kendi kaderini tayin edebilme hakkı hiç de küçümsenecek, sinisizm ile karşılanacak ya da jeopolitik (NATO’nun genişlemesi ve Rusya’nın güvenlik kaygıları) denklemlere kurban edilebilecek bir husus değil. Unutmayalım, 1991’de Rusya’dan bağımsızlığını elde eden Ukrayna ne bir diktatörlük ne de köktenci bir rejimdir. Tam tersine, tüm tarihsel bagajına rağmen, demokratik bir nizam kurma çabasındaki kitlelerin çoğunluğunu oluşturduğu bir ülke Ukrayna. Evet, Ukrayna Sovyetler Birliği’nin çöküşünden bu yana kendini Rusya’dan, onun hegemonyasından ayrıştırmaya çalışmaktadır. Bu arada Ukrayna’daki Rus azınlığın çoğunun Rusya işgalinde Rusya’nın yanında değil, Ukraynalılar, Kırım Tatarları ve diğer kesimlerle beraber olduğunu görmüş olduk.
Putin ve onun temsil ettiği Rus emperyal milliyetçiliği için ise Ukrayna, Rusya dünyasının, Russkiy Mir’in, bir parçasıdır. Aynı zamanda “Rus Barışı” anlamına gelen Russkiy Mir tahayyülüne göre bu ülkenin kendini tayin hakkı yoktur. Hatta kendi yoktur. Ukrayna yapay bir ülke ve gerçek olmayan bir ulustur. Bu gerçek olmayan ulus, ne cüretle Rus dünyasından ve Rusya barışından ayrışmaya kalkar; hele bir de kendini AB ve NATO şemsiyesi içinde güvence altına almak ister! Bugün Rus halkı Ukrayna’nın Amerikalılar ve Neo-Naziler tarafından kandırıldığına, bunun sonucu Russkiy Mir’e ihanet ettiklerine inanıyor. Putin’in kontrolündeki Rusya basını Rus halkının İkinci Savaş’ta Nazizm’e karşı verdiği büyük mücadeleyi öne sürüyor ve Donbas bölgesindeki sert Ukrayna milliyetçisi milislerin Neo-Nazi temayüllerinin Ukrayna’ya hâkim olduğunu anlatıyor. Aşırı Ukrayna milliyetçisi bazı grupların Rusya karşıtlıklarını kimi Nazi sembolizmleri ile ifade ettikleri bilinen bir gerçek. Ama Nazizm’in Ukrayna’yı kontrol ettiği tezi, uçuk bir komplo teorisi olarak dahi gülüp geçilecek bir tez iken, Rus yönetimi kendi halkına (ve tabi dünyaya) bu hikâyeyi anlatarak işgal için destek istemekle meşgul.
ABD hegemonyasını delme iddiası
Bunun da ötesinde, Putinizm kendini Rusya’ya ve dünyaya Amerikan emperyalizmini delebilecek, ABD’nin dünyayı sömürmesi için kurduğu hegemonik siyasal, ekonomik ve kültürel nizamın ipliğini pazara çıkaran ve ona alternatif bir gerçeklik kurabilecek bir hareket olarak pazarlıyor. Hatta Putinizm öyle bir hareket ki, tüm dünyada ülkelerin kaderi ile kendi kaderlerini birleştiren yeni nesil otokratik-popülist liderlerin ilham kaynağı değil sadece, aynı zamanda onların sponsoru olmaya soyunan bir uluslararası cereyan. Putin dünyadaki aşırı sağ-popülist hareketleri açıktan destekliyor ama aynı zamanda, Türkiye dahil dünyaya yayılmış, ona bağlı açık ya da kapalı basın ve sosyal medya ağları ile, toplumları, onlara demokratik rejim olarak sunulan rejimlerin aslında ABD’nin nüfuzu için bir araç olduğuna inandırmaya çalışıyor.
Ukrayna’nın demokratikleşmesi tam da bu projeyi tehdit ediyor. Hem de öyle tehdit ediyor ki, Ukrayna’nın demokratik bir nizam kurup kalkınması ihtimali, Rusya halklarının gözünde Putinizm’in kredisini yerle yeksan edebilir. Unutmayalım ki Putin’in Ukrayna işgali sadece NATO’nun Rusya’yı kuşatma siyasetine verdiği bir cevap değildi. O aynı zamanda içinde 17 milyon Rus’un yaşadığı ve hem Rus İmparatorluğu hem Sovyetlerin Batı’ya ve Akdeniz’e açılan kapısı olan Ukrayna’nın demokratik bir rejim kurmasının Rusya içinde yaratacağı büyük sarsıntıyı önceden önleme girişimidir. Gelin görün ki, Ukrayna’nın Rus işgaline karşı bu şekilde direnmesi belki çok daha büyük bir sarsıntıya gebe... bunu zaman gönderecek.
Fâil ve bağlam
Kuşkusuz Ukrayna krizi sadece Rusya-Ukrayna ilişkileri ve Russkiy Mir’in iç meselesi ile anlaşılamaz. Bu krizin kodları küresel bir bağlamda düşülmeli. Analizler ABD, NATO, Avrupa, Orta Doğu’yu, Çin’i, Soğuk Savaş sonrasının çalkantılarını, Orta Doğu savaşlarını, Birleşmiş Milletler’in yetersizliğini, küresel enerji ekonomisi ve siyasetini, dünyada kapitalizmin dönüşümü gibi birçok meseleyi dikkatle düşünmeyi gerektiriyor. Diğer yandan iyi bir analiz ve ahlâkî tutum, olaylar arasında sağlıklı bir hiyerarşi kurmak da zorunda. Bir ülkenin başka bir ülkeyi, hukuksuz ve zorbaca, kendi tarihsel iddialarını ve güvenlik gerekçelerini öne sürerek, işgal etmesi, şehirlerini yerle bir edip, katliamlar yapmaya başlaması tavır almamız gereken ilk olgudur. Bu çıplak olguyu fâilin fiilini gölgede bırakacak şekilde küresel bağlamla açıklamak, jeostratejik tezler ve ABD, AB ve NATO’nun Rusya’ya karşı tutumu ile nedenselleştirmek, işgale mazeret arama tehlikesini yaratıyor.
Diğer yandan Ukrayna savaşı ABD ve Avrupa için çok önemli bir uyarıdır. Amerika ve Avrupa’da ama özellikle Küresel Güney diye ifade ettiğimiz eski 3’üncü dünyada milyonlarca insanın neden bu savaşta fâili değil, ABD ve Batı’yı sorumlu gördüğü sorusunu sormak zorundayız. ABD ve AB’nin Soğuk Savaş sonrasında adaletli bir küresel düzen kurma konusundaki yetersizliği, öngörüsüzlüğü, isteksizliği, samimiyetsizliği ve belki de kaçırılan büyük fırsat bugün dünyanın farklı yerlerindeki birçok halkın, toplum kesiminin, siyasi hareketin Ukrayna ile ortaklaşmasına mâni oluyor. Ukrayna krizi Soğuk Savaş mantığı içinde ya da Rusofobya ile terbiyelenmiş milliyetçi yaklaşımlar ile anlaşılıp, pozisyon alınacak bir kriz değil. Tam tersine, bu kriz herkes için her şeyi yeniden düşünmeye bir çağrı. Ukrayna krizinin Soğuk Savaş’ın tazelendiği bir dünya yerine, zorbaların tescillendiği, radikal nispiyetçilik (“bizim gerçeğimiz bize”cilik) ve sinisizme karşı evrensel değerlerin öne çıkarıldığı, aynı zamanda ABD ve AB içinde “biz hep haklıydık şimdi de haklıyız” yaklaşımı yerine yeni ve kapsamlı bir özeleştirinin filizlendiği bir döneme vesile olmasını umalım.