26 Nisan 2024, Cuma Gazete Oksijen
22.07.2022 04:30

Türkiye, 1923, 2023 ve dünya

1923’te Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihe gömülüp yerine Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu küresel bir olaydı. Cumhuriyet ve devrim süreci birçok ülke için bağımsızlık savaşı kadar, ulusların kendi iradeleriyle kendilerini değiştirebilme gücü, yeteneği ve cesaretinin testi olarak görülüyordu

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu küresel bir olaydı. Millî Mücadele ve arkasından ilan edilen Cumhuriyet, Avrupa’dan Hindistan ve Orta Asya’ya, Güney Afrika’dan Japonya’ya takip ediliyordu. Mustafa Kemal bazı konuşmalarında Millî Mücadele’yi “Şark’ın” ve “mazlum milletlerin” bağımsızlık savaşlarının öncüsü olarak tanımlar. Evet, Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşı’nı küresel bir bağlama oturtuyordu şüphesiz. Bu onun farklı konuşmaları ve yazılarından anlaşılabilir. Aslında dönemin birçok gözlemcisi Anadolu direnişini 1870’lerdeki Afrika’nın paylaşımı ile başka bir safhaya geçmiş emperyalist fırtınaya karşı öncü bir ulusal hareket olarak değerlendirmiştir.

ABD’de Başkan Woodrow Wilson’un öne sürdüğü ulusların kendi kaderini tayin hakkı prensibi, 1917 Sovyet Devrimi ile milli kurtuluş mücadelelerinin meşruiyetinin altını çizen sosyalist çerçeve ile birleşecek, 1920’lerden itibaren imparatorluklar döneminin sona ereceği fikri güçlenecektir. İşte Anadolu’da alevlenen isyan sömürge imparatorlukları devrinin gerçekten sonunun gelip gelmediğinin de bir anlamda testiydi.

Ama Millî Mücadele aynı zamanda, uzun süredir dağılması mukadder olduğu düşünülen Osmanlı İmparatorluğu’nun da sonunu getiriyor, yeni bir siyasal ve sosyal nizamı hazırlıyordu.

Muhalefetin seçimi kazanması ve Erdoğan rejiminin barış içinde sonlanması, dünya demokratik kamuoyu için büyük bir umut ışığına dönüşecektir

Anadolu’da başlayan direniş oldukça karmaşık siyasal, sınıfsal, dinî ve etnik dinamikler içerir muhakkak. Evet, Millî Mücadele’yi, başından itibaren planlı bir yeni rejim tesisi girişimi olarak düşünmek hata olur. Ama diğer yandan Osmanlı siyasal ve sosyal yapısı on yıllardır büyük bir kriz ve çalkantı içindeydi. Yeni bir rejim tasavvurunun doğup serpilmesi için gerekli koşullar çoktan ortaya çıkmıştı.

Şu notu da düşelim: Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu bir yönüyle Fransız Devrimi geleneği içinde, bir monarşinin içsel dinamiklerle sonlanıp, yerine ulusal egemenliğe dayanan yeni bir rejim kurulması olarak düşünülebilir; diğer yönüyle ise, emperyalist bir paylaşım projesine karşı bir ulusal bağımsızlık hareketi olarak. Bu iki özellik Modern Türkiye’nin kuruluşunun kodlarını oluşturacaktır.

Sevgili Yektan Türkyılmaz’a, beraber düşünmeye devamla...


Batı ve Doğu

Müslüman dünya Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışını tedirginlikle izler. Tedirginliğin bir boyutu halifeliğin kaderi ile ilgiliydi. Halifeliğin Britanya İmparatorluğu altında bir kuklaya dönüşme ihtimali Kuzey Afrika’dan Güney Asya’ya Müslüman kamuoyunu ürkütüyordu.

Millî Mücadele, halifeliğin kurtarılması ve Müslüman dünyanın tek bağımsız devletinin bağımsızlığını ve prestijini, başka bir rejim altında da olsa, koruma girişimi olarak algılanır ve desteklenir.

Aynı şekilde Avrupa kamuoyu da Anadolu’daki mücadeleyi yakinen izler. Batı kamuoyunun ilgisi sadece müttefiklerin Osmanlı topraklarını işgali ve imparatorluğun taksimi meselesine indirgemek doğru olmaz.
Avrupa’da yüzyıllarca Şark despotizmi teorileri ile tanımlanan Osmanlı rejimi altında yaşayan Hristiyan milletlerin hakları ve daha sonra bağımsızlık davaları 1820’lerdeki Yunan Devrimi’nden sonra Avrupa siyasetinin temel meselelerinden biri olmuştu. Bilhassa 1870’lerden sonra Osmanlı rejiminin ilk önce Balkanlar’dan daha sonra İstanbul ve kadim Hristiyan topraklarından sökülüp atılması gerektiğine dair inanç ve beklenti Avrupa ve Amerika kamuoyunda iyice yaygınlık kazanacaktır.

Birinci Dünya Savaşı’nda yaşanan toplumsal trajediler, Müslümanların Rumeli’den Anadolu’ya zorunlu göçü, Ermeni tehciri ve tehcirle beraber yüz binlerce Ermeni’nin kırılması; arkasından Anadolu’nun işgal edilişi ve Arap İsyanı... Bu her biri devasa toplumsal olayların uzun erimli küresel etkileri o günlerde dahi görülüyordu.

Seçim kaybedilirse, bu mağlubiyetin küresel etkileri bir o kadar kuvvetli olacaktır. Yeni otoriter rejimlerin demokratik yollarla ortadan kaldırılacağına olan güven azalacaktır

1922 sonrası ise Ankara hükümetinin imajı Avrupa ve daha sonra ABD’de hızla değişecektir. Lozan Antlaşması ile Anadolu’nun taksim projesinin berhava oluşu ve Ankara hükümetinin egemenliğinin tanınması şüphesiz Batı Anadolu’nun Yunanistan tarafından işgalini desteklemiş Lloyd George kabinesinin yaşadığı kriz arkasından çökmesi ile de ilgiliydi. Ya da tersten ifade edersek, Millî Mücadele’deki başarının Birleşik Krallık’ı Birinci Dünya Savaşı’ndan zaferle çıkartmış Lloyd George hükümetinin çökmesinde katkıda bulunduğunu dönemin Britanya siyasal tarihini inceleyenler not eder. Ve ardından, her ne kadar onu yaşayanlar için büyük bir toplumsal trajedi olsa da Türkiye ve Yunanistan arasında gerçekleştirilen nüfus mübadelesi savaş sonrası kurulan yeni dünya düzeni içinde iki ülke arasındaki en “başarılı” barış düzenlemelerinden biri olarak gösterilecektir.

1923’te imparatorluğun tarihe gömülüp Cumhuriyet’in ilanı dünyada çok büyük yankı uyandırmıştı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun borçlarının kaderi ise Avrupa finans çevrelerinin 1923 sonrası Türkiye’deki gelişmeleri ilgiyle izlemelerini zorunlu kılmaktaydı. Ama 1924 yılında halifeliğin kaldırılması dünya Müslüman kamuoyunda hayal kırıklığı yaratacaktır. Halifeliğin lağvedilmesi Hindistan’dan Mısır’a, hatta Japonya’ya halifeliğin yeniden teşekkülü için ilginç arayışları doğuracaktır (Japon İmparatorluğu’nun halifelik kurma projesini yazmaya söz vermiştim, sözümü ileride tutacağım.)

Devrimler ve dünya

Cumhuriyetin ilanı ve 1925’ten sonra Atatürk Devrimleri olarak tanımladığımız radikal reform hareketi ile Türk Cumhuriyeti dünyanın gündemini işgal etmeye devam eder. Türkiye’nin kendi iradesi ile hızlı ve radikal bir reform programı oluşturup siyasal, kurumsal ve sosyal bünyesini dönüştürme çabası hem Avrupa hem Asya hem Afrika’dan merakla izlenir.

1920’lerden itibaren Türkiye’deki radikal dönüşümün Balkanlar’dan Mısır’a, İran ve Afganistan’a kadar takip edilmek bir yana, örnek alındığını özellikle son yıllardaki çalışmalar ortaya koyuyor.

Cumhuriyet ve arkasından devam eden devrim süreci birçok ülke için bağımsızlık savaşı kadar, ulusların kendi iradeleriyle kendilerini değiştirebilme gücünün, yeteneğinin ve cesaretinin testi olarak da görülüyordu.

Bu satırlarda ifade etmeye çalıştığım Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ne kadar küresel bir olgu olduğunun altını çizmek aslında. Tabii ki kuruluş hikayesi bu satırların kapsamından çok daha karmaşık. Tabii ki kuruluş kendi içinde hiyerarşiler kurmuş; iyi ve kötüyü tanımlamış; zamanla oluşan tasarımına uymayanları baskılamıştır. Kuruluşun sadece siyasal değil, insanî hikayesini çalışmaya devam edeceğiz.
Ama dedim ya, vurgulamak istediğim, kuruluşun ne kadar küresel bir ân olduğudur.

Aynen Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun birçok ülkeye ilham kaynağı olması gibi, 2023’ün de benzer bir küresel etkisi olması muhtemeldir

20’nci yüzyıla neler sığdı?

Kuruluştan sonra, 20’nci yüzyıl boyunca da Türkiye küresel macerasına devam eder. 1929 bunalımı, arkasından faşizm ile yakınlaşma; İkinci Savaş (Bence Türkiye’nin 20’nci yüzyıldaki macerasını şekillendirmesi itibarı ile en ilginç dönemi) ardından çok partili demokrasiye geçiş, Soğuk Savaş, solun yükselişi, sola karşı milliyetçi-mukaddesatçı- (bu ifadeyi sevmiyorum ama hadi neyse) NATO’cu ittifakın inşâsı, ithal ikameci ekonomi, 24 Ocak ve 12 Eylül, 1980 neoliberalizme geçiş, 1990’ların genel krizi.... Hepsi, tüm bu süreçler ve kırılmalar, ancak ve ancak iç dinamikler ile küresel bağlamın bir arada incelendiği bir tarihçilikle anlam kazanabilir. (Mesela bu aralar 1979 İran İslam Devrimi, Sovyetler’in Afganistan’ı işgali ve 12 Eylül 1980 darbesini beraber düşünmek ilginç olabilir diye düşünüyorum…)

2023 seçimlerinin küresel anlamı

Ve tabii AKP’li yıllar... AKP’nin küresel tarihi konusuna ilerideki yazılarda girelim.

Ya 2023? Türkiye’nin önündeki seçim süreci sadece Türkiye Cumhuriyeti tarihi açısından değil, Dünya demokrasi tarihi açısından da bir kırılma noktasıdır. AKP-MHP ittifakı ve Erdoğan rejimi dünyayı saran irrasyonel otoriter fırtınanın belki de en önemli kalelerinden ve hatta laboratuvarlarından biridir. Erdoğanizm, Trumpizm ve Putinizm ile birlikte yeni otoriter rejimlerin adeta bir prototipidir.

Türkiye’nin bölgesindeki ve dünyadaki konumunu düşünürsek, önümüzdeki seçimler sadece Türkiye’nin kaderini belirlemeyecek. Otoriter ve irrasyonel fırtınanın sardığı birçok başka ülke için de Türkiye’deki seçimler referans kaynağı olacaktır.

Açıkça ifade edelim: muhalefetin seçimi kazanması ve Erdoğan rejiminin barış içinde sonlanması, dünya demokratik kamuoyu için büyük bir umut ışığına dönüşecektir. Aynı zamanda, bu derece otoriter bir iktidarın demokratik bir mücadele ile değiştirilmesi dünya demokrasi tarihinin önemli safhalarından biri olarak değerlendirilecektir. Bu mücadele adeta bir model olarak görülecektir. Bu da sadece Türkiye’nin değil, Türkiye demokrasisinin dünyadaki değerini artıracaktır. Aynen Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun birçok ülkeye ilham kaynağı olması gibi, 2023’ün de benzer bir küresel etkisi olması muhtemeldir.

Seçim kaybedildiğinde ise, bu mağlubiyetin küresel etkileri bir o kadar kuvvetli olacaktır. Türkiye’deki muhalefetin seçim kaybı, Dünya’da Macaristan ile kıyaslanamaz derecede yankı uyandıracaktır. Demokratik mücadele içindeki birçok kesim bu yenilgi karşısında umutsuzluğa kapılacak, yeni otoriter rejimlerin demokratik yollarla ortadan kaldırılacağına olan güven azalacaktır.

Kısaca, muhalefetin sorumluluğu sadece Türkiye toplumuna ve tarihine karşı değildir. Bu küresel bir sorumluluktur. Başarı küresel bir başarı, yenilgi küresel bir yenilgi olacaktır.