Ülkemizin demokrasi tecrübesi üzerinde konuşmanın, o tecrübeyi güçlü bir anlatıya dönüştürmenin tam zamanı. İki nedenle tam zamanı. Birincisi, malum, 2023 seçimlerinde halkımız bir yönüyle demokrasi mi otokrasi mi sorusuna cevap verecek. Türkiye’nin demokrasi tecrübesinin güçlü bir anlatıya kavuşması, 2023 seçimlerinde demokratik rejime dönüş amacı güden muhalefet partilerinin ve muhalefetin cumhurbaşkanı adayının dil ve programının oluşmasına büyük katkıda bulunabilir. Hak ve özgürlüklerin, denge-denetleme mekanizmalarının ve sosyal-hukuk devletinin tesis edildiği çoğulcu bir demokratik nizam için bu topraklardaki demokrasinin tarihi birikimini güçlü bir anlatıya dönüştürmek ve 2023 seçimlerini bu anlatının bir parçası olarak düşünmek çok anlamlı olacaktır.
İkinci olarak, demokrasi anlatısı halkımızın demokrasiyi tekrar hatırlamasına yardımcı olabilir. Son on yılda yaşanan ve tarifi hiç de kolay olmayan altüst oluş içinde toplum adeta demokrasiyi unuttu. En azından 1950’lerden beri Türkiye’nin siyasal tarihinde hem sol hem sağ kesimin ana teması olan demokrasi bugün önceliklerimiz arasında değil. İktidar zaten demokrasiyi çoktan beka meselesine ve güvenlik devletine kurban etmiş durumda. Muhalefet ise son CHP’nin vizyon toplantısında gördüğümüz üzere, daha çok “teknokratik” bir yönetim anlayışını, ya da bir meslektaşın ifadesi ile “hakikat arayışı”nı öne çıkarıyor. Belki de şöyle ifade etsek çok yanlış olmaz: Bugünkü siyasette demokrasi, otokrasi ve teknokrasi arasına sıkışmış, nefes alamaz durumda.
Tam da bu dönemde demokrasiyi güçlü şekilde yeniden vurgulamak ve yukarıda ifade ettiğim gibi, Türkiye’nin demokrasi tarihi üzerine düşünerek, geçmişten geleceğe doğru yeni bir anlatı kurmak, bu anlatı ile toplumun demokrasiyi (yani kendisini) tekrar hatırlamasını sağlamak gerekmektedir. 2023 seçimlerini irrasyonel otokrasiye karşı rasyonel idare ve ekonominin yarışı olarak kurgulamak yerine (tabii rasyonaliteyi arkaya atmadan), güçlü bir demokratik canlanış, toplumun tüm kesimleri ile kendi iradesine sahip çıkacağı, o iradeyi iddia edeceği bir seçim olarak düşünmek daha doğru değil mi?
Negatif anlatılar
O zaman şu soruyu tartışmamız gerekmektedir: Türkiye’nin demokrasi anlatısı nasıl oluşturulmalı? Öncelikle şu tespiti yapalım: Aslında Türkiye’nin kapsayıcı ve güçlü bir demokrasi anlatısı yok. Türkiye tarihi bir demokrasi tarihi olarak düşünülmüyor. Demokrasi ya da demokratik olgular, pratikler, temayüller... Türkiye tarihi anlatısında önemli bir yer tutmuyor. Peki neden böyle? Kolay bir cevap; Türkiye’de aslında hiçbir zaman demokrasinin yeşermediği, yeşerse bile sağlam bir temele oturmadığı olabilir. Bu topraklarda 1908’den itibaren demokratik süreçler yaşanmış ama gelişerek devam eden, zamanla olgunlaşan bir demokratik gelenek ortaya çıkmamış. Tam tersine, demokrasi, yani halkın siyasete özgürce katılımı, devlet otoritesinin sınırlanması, serbest seçimler, insan hak ve özgürlükleri... velhasıl demokrasi çerçevesine koyacağımız tüm unsurlar ortaya çıkmış, filizlenmiş, belli mesafeler alınmış, ne var ki demokrasi bir bütünlük içinde olgunlaşarak, tüm kurum ve kültürüyle yerleşememiş.
Her zaman kırılgan kalmış. Sürekli kesintiye uğramış. Başka önceliklere kurban edilmiş. Halk devlet karşısında kendi haklarına sahip çıkmamış. Güçlü olan gücünü paylaşmamak için demokrasinin arkasından dolanmış. Çoğunluk azınlığın haklarına kör ve duyarsız kalmış. Ben bu klasik argümana katılmıyorum. Alternatif bir anlatının olduğunu düşünüyorum. Ama şimdilik benim ne düşündüğümü bir kenara bırakın. Yukarıdaki çerçeveyi kabul edelim ve şu soruyu soralım: Neden böyle olmuş? Demokrasinin bu topraklarda yerleşememesinin nedeni nedir?
Ah bu topraklar
Bu soruya farklı cevaplar verilmiş. Kimisi bu coğrafyanın demokrasinin yeşermesi ve kurumsallaşması için uygun olmadığını vurgulamış. Hala birçok analizci eski devirlerden beri Mezopotamya ya da Asyatik dünyanın despotizm ürettiği, bunun demografik, çevresel ve iklimsel nedenleri olduğunu söyler. Kimisi demokrasinin “eksikliğini” anlatırken İslam geleneğinde ulema ve devletin iç içe geçmesini neden gösterir. Kimisi ise göçerliğin yerleşik bir şehir toplumu gerektiren demokratik gelişmeye engel teşkil ettiğini vurgular.
Bazı tarihçiler ve sosyal bilimciler kurumların güçsüzlüğü üzerinde durur: kimisi İslam miras hukukunu, kimisi vakıfları, kimisi Osmanlı kul sistemini, kimisi aşırı merkezi devlet yapısını demokrasinin gelişmemesinin tarihin derinlerindeki asıl sebebi olarak görür. Küresel dinamikleri hesaba katanlar iktisadi geri kalmışlığı uluslararası ekonomi ve siyasetle ilişkilendirir. 19. yüzyılda hâkim olan emperyalizm daha sonra Soğuk Savaş yıllarındaki gelişmelerdir demokrasinin bir türlü güçlenmemesinin nedeni. Bazı tarihçiler ise İttihatçılıkla ortaya çıkan ve büyük günahlar işleyen bir milliyetçi-devletçi özün (ya da hayaletin) Türkiye’de demokrasinin gelişmesine ve yerleşmesine izin vermediğini yazar durur.
Türkiye’nin dağınık demokrasi tarihi
Demokrasinin neden yerleşip gelişmediği konusunda daha birçok tez ileri sürülebilir. Kimisinin kuvvetli analitik ve ampirik altyapısı vardır. Kimisi ise bir üfleme ile dağılıp gidecek derecede analitik ve ampirik temelden yoksundur. Bu tartışmalar devam edecek şüphesiz. Bir şeyin eksikliği, filizlense bile neden gelişemediği, tekmil olamadığı sorusu tamamen saçma bir soru değil şüphesiz. Ama tüm bu meseleye biraz daha farklı bir yerden bakmak mümkün mü? Demokrasinin neden olmadığı ya da “eksikliği” yerine, ilk önce demokrasi adına ne olduğunu, tarih boyunca hangi düşünsel ve pratik olguların yaşandığının bir muhasebesini çıkarmak, anlatıyı olmayan ya da eksik olandan değil de olmuş olandan kurmak daha anlamlı olmaz mı?
Türkiye’nin demokrasi anlatısının ille de bir ândan diğerine, sürekli bir tutarlılık içinde gelişen, çizgisel bir tarih anlatısı olması mı gerekiyor? Osmanlı ve Türkiye tarihi içinde demokrasiyi değil ama şu ya da bu şekilde demokratik karakter taşıyan olguları kapsayan, evet biraz dağınık (geçen hafta Dağınıklığa Övgü yazısı yazmıştım, işte bu da onun devamı olsun!) bir şekilde tahayyül edeceğimiz bir demokrasi tarihi anlatısı neden olmasın? Tarihte dört dörtlük bir demokrasi (ne demekse) aramak ve bulamamak yerine demokratik pratiklerin nasıl gerçekleştiklerine, hangi formlarda var olduklarına, nasıl devam edip, etmediklerine ... (birçok ilginç soru sorabiliriz) bakabiliriz. Yeni dönem için siyasetin topluma Türkiye tarihindeki demokratik pratiklerin tüm renklerini kapsayacak şekilde, topluma adeta kendini hatırlatırcasına, yeni, bütünsel, güçlü ama evet biraz da dağınık bir demokrasi önerisiyle gelmek, akıl ve bilim vurgusunu dengeleyip, daha kuvvetlendirmez mi? Biraz soyut oldu farkındayım. Gelecek hafta buradan devam edip biraz daha somutlaştıralım. Umut dolu ve neşeli bir hafta sonu olsun.