ABD’de ChatGPT-5’in yükselişi ile Çin’in bugünlerde piyasaya süreceği DeepSeek-V4 arasındaki rekabet, yalnızca teknoloji sayfalarının değil, uluslararası ilişkilerin de gündemini belirleyecek. Bu, iki ülke arasındaki bir teknoloji yarışının ötesinde; büyük veri yönetimi, yüksek kâr marjlı teknoloji şirketleri, devlet-şirket ilişkilerinin yeniden tanımlanması gibi boyutları olan yeni bir jeopolitik cephe
1980’lerin sonlarından bu yana teknolojik devrimler hayatımızı katman katman dönüştürüyor. Önce internetin küresel yayılımı, ardından akıllı telefonların cebimize taşıdığı dijital dünya, şimdi ise yapay zeka fırtınası… Bu dalga, önceki dönüşümlerden farklı olarak yalnızca araçlarımızı değil; düşünme biçimlerimizi, karar mekanizmalarımızı ve hatta geleceği tahayyül etme yetimizi de dönüştürüyor.
Önceki dijital ürünlerden farklı olarak, yapay zeka artık salt bir araç değil; neredeyse özerk bir düşünce mekaniğine sahip bir özne. Henüz kendi varlığının farkında olmayabilir, belki de henüz bir “psikolojisi” yok. Ancak muazzam veri setleri üzerinden, insan dil yetisini taklit ederek ya da kullanarak düşünen, problem çözen, bunu yaparken kendi kararlarını veren bir aktör, bir fail.
Tam da bu yüzden, yapay zekanın insanlıkla olan macerasını kestirmek mümkün değil. Aslında bu macera, 1950’lerde, belki de “Artificial Intelligence” kavramını ilk kullanan bilgisayar bilimci John McCarthy’nin Dartmouth College’da verdiği seminer ve daha sonra MIT ile Stanford bilgisayar bölümlerinde sürdürdüğü çalışmalarla başladı. Hikayesi başlı başına ilgi çekici. Ancak asıl sıçrama, 2000’li yıllarda Dijital Devrim’in bu son aşamasında yaşandı. (İsterseniz ileride bir “Yapay Zeka Tarihi” dizisi yapalım.)
Yapay zeka devriminin hayatımızı kökten değiştireceğini öngörüyoruz; ancak bu gidişin doğrultusunu kestiremiyoruz. Birçok bilim kurgu senaryosunun ötesine geçebilecek bir değişimin eşiğindeyiz. İnsanlık, yapay zekanın hızlanan gelişimini ne ölçüde kontrol edebilecek? İnsanlığa hizmet için geliştirilen bu teknoloji, bir noktada kontrolden çıkıp bizi felakete sürükleyebilir mi? Yapay zeka çağında demokrasi nasıl bir demokrasiye dönüşecek? Yapay zeka şiddeti ve savaşları nasıl şekillendirecek?
Yapay zeka teknolojisinin önde gelen isimlerinden Demis Hassabis, tüm iyimserliğine rağmen bir söyleşisinde “Çok hızlanmayı ve var olanı yıkmayı savunmuyorum” demişti. Peki, yapay zeka Hassabis’in isteğine kulak verecek mi?
Bugün, tarihin hızlandığı fakat yönünün bulanıklaştığı bir dönemin tam ortasındayız. Değişimin ne hızını ne yönünü kestirebiliyoruz. Tek bildiğimiz, toplumsal hayatın, şehirlerin, ekonominin, insan psikolojisinin, hukuk ve idare sistemlerinin, üniversitelerin-kısacası bütün kurumlarımızın ve ilişkilerimizin-derin bir dönüşüm içinde olduğudur.
Kişisel bir pencere: ChatGPT ile günlerim
Son bir yılda, yazılarımı hazırlarken, ders notlarımı düzenlerken ve bazen yalnızca fikir atışmaları yapmak için ChatGPT ile yoğun şekilde çalıştım. Ardından, birkaç yıl önce Stanford’da (Bahçeşehir Üniversitesi’nden meslektaşım Dr. Fatma Öncel ile) başlattığımız Charting the Ottoman Empire adlı Osmanlı iktisadı veri tabanı projesini yapay zeka ile geliştirme sürecine girdik. Artık veri analizlerinde tarihçilerden ve bilgisayar mühendislerinden oluşan bir ekiple, büyük oranda yapay zeka kullanarak (onu eğiterek) çalışıyoruz.
Yapay zeka saniyeler içinde veri toplayabiliyor, verileri sistematik hâle getirebiliyor, karmaşık tarihsel olguları özetleyebiliyor, farklı yaklaşımlar önerebiliyor. Ancak tarihsel kaynak analizinde henüz çok etkin değil. Ne kadar eğitilse de eski dünyanın karmaşık düşünce, yazı ve sanat evrenini henüz çözemiyor; kavramları ince nüanslarıyla kullanmakta zorlanıyor. Programların ahlaki, cinsel, ırksal önyargıları veya şiddeti özendiren ifadeleri sınırlayan filtreleri, tarihsel veri karşısında naif kalabiliyor.
Kimi zaman verileri yanlış bağlamlandırıyor, kendine fazla güvenip yanlış bilgi üretiyor veya kültürel bağlamda komik hatalar yapıyor. Yine de tarihçilere büyük bir kapı açtı. Belki de elinde temizlenmesi ve işlenmesi çok zor dev veri tabanları bulunan tarihçiler, yapay zekanın en hevesli dostlarından olacak, kim bilir.
İşlerin ve mesleklerin yeniden yazılması
Herkesin bildiği gibi yapay zeka, mevcut iş kollarının önemli bir kısmını dönüştürmek ya da ortadan kaldırmak üzere. Önümüzdeki yıllarda Z kuşağının iş dünyasındaki yeri, önceki kuşaklardan radikal biçimde farklı olacak. Ancak ne üniversiteler ne de özel sektör bu yeni dönemin istihdam profilini tam olarak öngörebiliyor; bu da ufukta büyük bir istihdam krizini işaret ediyor.
İlginçtir ki, tehlike altında sanılan meslekler ile gerçekte riskte olanlar farklı olabilir. Bilgisayar mühendisliği, veri bilimi, finans ve bankacılık gibi alanlar ciddi risk altında. Buna karşılık, insani bilimler ve sosyal bilimler—özellikle yaratıcı düşünme ve eleştirel analiz gerektiren alanlar-bu krizden görece daha sağlam çıkabilir.
NYT’nin 10 Ağustos’ta Natasha Singer imzalı haberine göre, yapay zeka araçlarının hızla kodlama işlerini üstlenmesi, bilgisayar bilimi ve mühendisliği mezunları arasında işsizliği belirgin şekilde artırdı; bu alanlarda işsizlik oranı %6–7’yi aşarken, giriş seviyesindeki pozisyonlar neredeyse ortadan kalktı. Mezunlar yüzlerce başvuruya rağmen görüşme şansı bulamazken, bazıları Chipotle veya McDonald’s gibi sektör dışı işlere yönelmek zorunda kaldı. Büyük teknoloji firmaları junior geliştirici alımlarını azaltırken, bootcamp mezunlarının istihdam oranı son birkaç yılda dramatik biçimde düştü.
CBS’nin Challenger, Gray & Christmas verilerine göre, 2025’in ilk yedi ayında yalnızca yapay zeka nedeniyle 10.000’den fazla kişi işini kaybetti. Anthropic, önümüzdeki 1–5 yıl içinde giriş seviyesindeki beyaz yakalı işlerin yarısının ortadan kalkabileceğini ve işsizlik oranının %10–20’ye yükselebileceğini öngörüyor. Goldman Sachs, Z kuşağının teknoloji sektöründeki yeni başlayan çalışanlarının bu dönüşümden ilk etkilenecek grup olduğunu belirtiyor. Hindistan’ın teknoloji devi TCS, yazılım geliştirme ve müşteri destek gibi kodlama yoğun alanlarda 12.000’den fazla kişiyi işten çıkardı. World Economic Forum, 2026’da küresel ölçekte 9 milyon iş alanının kaybolabileceğini, ancak 11 milyon yeni işin ortaya çıkabileceğini tahmin ediyor.
Singer’e göre, yapay zekaya karşı en az risk taşıyan işler; özgün yaratıcılık, derin eleştirel düşünme, karmaşık insan ilişkileri ve empati gerektiren alanlarda yoğunlaşıyor. Sanat, strateji, terapi, eğitim, zanaatkârlık, tarihsel disiplinler ve disiplinler arası problem çözme gibi meslekler, yapay zekanın tam anlamıyla kopyalayamadığı becerilere dayandığı için görece daha güvende.
Yapay zeka soğuk savaşı: ABD-Çin rekabeti
ABD’de ChatGPT-5’in yükselişi ile Çin’in bu günlerde piyasaya süreceği DeepSeek-V4 arasındaki rekabet, yalnızca teknoloji sayfalarının değil, uluslararası ilişkilerin de gündemini belirleyecek. Bu, iki ülke arasındaki bir teknoloji yarışının ötesinde; büyük veri yönetimi, yüksek kâr marjlı teknoloji şirketleri, devlet–şirket ilişkilerinin yeniden tanımlanması gibi boyutları olan yeni bir jeopolitik cephe. Önümüzdeki dönemde bu şirketler, klasik ulus-devletlerle neredeyse eşdeğer güçte aktörlere dönüşebilir.
Yakın zamanda tarihçi Yuval Noah Harari, yapay zekanın hızlı ve öngörülemeyen gelişiminin insanlık için bir tehdit olduğunu vurgulayan yazılar yazdı. Harari’ye göre, bu teknolojiyi kontrol etmek için rekabet eden ülkeler veya şirketler aslında kontrol edemeyecekleri bir “dev” yaratıyor. İnsanların birbirine duyduğu güvenin aşınması, yapay zekanın denetimsiz biçimde büyümesine yol açıyor. “Yakında yapay zeka karşısında insanlığı savunma durumunda kaldığımızda, elimizde insanlığı birleştiren değerler seti ve güven kalmayacak” diyor.
Karamsar kanatta yer alan Harari’ye kısmen katılıyorum. Yapay zeka, insanların elinden birçok uğraşı alabilir, onları belli düşünce kalıplarına sıkıştırabilir. Belki de yaratıcılığı öldüren ya da en azından sınırlayan mekanik bir düşünce sistemini dayatabilir. Ancak ben, insanlığın bu yeni safhasında yaratıcı ve eleştirel düşünce ile yapay zekayı geride bırakacağına inanıyorum.
Demokrasinin yeni imtihanı
2024, dünya nüfusunun yüzde 60’ının sandık başına gittiği bir “seçim yılı” oldu. Bu seçimlerin pek çoğu, yapay zekanın yoğun biçimde kullanıldığı süreçlere sahne oldu. Veri toplama, seçmen profilleme, hedeflenmiş propaganda, deepfake videolar… Artık yapay zeka, kampanyalarda yalnızca bir araç değil; gündemi şekillendiren, mesajın tonunu belirleyen, hatta kimin hangi konuda öne çıkacağını tayin eden bir “karar verici” konumunda.
Bu durum, en çok da güven sorununu gündeme getiriyor. Bir yazılımın demokratik süreçte “taraf” olması, siyasetin doğasını sessizce değiştirebilir. Seçmenler açısından ise yapay zekanın algoritmalara dayalı kapalı yankı odaları oluşturduğunu gördük. ABD’de “Demokrat AI”, “Cumhuriyetçi AI” ve “Trump'çı AI” gibi tartışmalar yaşandı.
Demokrasi ve yapay zeka ilişkisine dair ilginç sorular sormak mümkün: Eski Yunan’da demokrasi, çok çalışmak zorunda kalmayan yurttaşların rejimiydi. Toplum üzerine düşünmeye vakti olan insanlar demokrasiyi kurabilirlerdi; aksi hâlde onlar adına düşünen bir kişinin (monarşi) veya küçük bir grubun (oligarşi) yönetmesi daha uygun görülüyordu. Şimdi, yapay zeka insanların daha az çalışıp daha çok düşünebilecekleri, sanat üretebilecekleri, siyasetle meşgul olabilecekleri bir dünya yaratabilir mi? Robotik devrimle birleşen bu teknoloji, insan özgürlüğü için daha fazla zaman ve imkân sağlayabilir mi?
İklim krizi ile teknolojik iyimserlik arasında
Küresel iklim krizi, yapay zeka tartışmalarının gölgesinde kalsa da hâlâ en büyük varoluşsal mesele olmaya devam ediyor. Teknolojik iyimserler, yapay zekanın bu krizi çözebileceğine inanıyor. Ancak deneyimlerim gösteriyor ki, ChatGPT’ye bu konuda sorular sorduğumda çözümler genellikle teknik, mühendislik odaklı ve kısa vadeli oluyor. Oysa sorunların siyasi, kültürel ve ekonomik boyutları da en az teknoloji kadar belirleyici.
Yine de doğanın büyük veri tabanının işlenmesinde yapay zekanın sunduğu imkânlar, doğa bilimlerine, çevre politikalarına ve sürdürülebilirlik alanına büyük katkılar sunacak. Özellikle tıp alanında, son elli yılda yaşanan aşırı uzmanlaşma nedeniyle holistik tıp anlayışının neredeyse ortadan kalktığı hep söylenir. Belki de yapay zeka, yeniden bütüncül bir insan vücudu ve yaşam bilimi için fırsatlar yaratacaktır.
Tarihçiler ne yapmalı?
Konuyu yine kendi mesleğime getireyim! Teknolojiye anlam yüklemek insanın işi. Yapay zekaya dair iyimser ya da karamsar olmanın ötesinde, yaşadığımız bu devrimi eleştirel bir süzgeçten geçirerek geniş bir zaman bağlamı içinde anlamlandırmak ve insanlık adına müdahale imkânlarını düşünmek gerekiyor. Tanık olduğumuz “çılgın teknolojik devrim ve belirsizlikler yüzyılı”nda tarihçilerin görevi herhâlde tam da bu olmalı.