Sadece sekiz saatlik bestesi “Sleep” bile Max Richter’i çağımızın en enteresan müzisyenlerinden biri yapmaya yetiyor. Modern hayatın ve teknolojinin bizi bir anlamda dijital köleler haline getirmesinden, artık sağlıklı bir uykuya dahi dalamıyor oluşumuzdan yola çıkmış “Sleep”. Bu eserin gece yarısından günün ilk ışıklarına kadar süren canlı performanslarından birinde, Los Angeles’ta çekilen Max Richter’s Sleep (Max Richter Uykusu) şu sıralar MUBI’de gösterimde. Bu belgeselde kolektif bir uykuya hazırlanan yüzlerce dinleyiciyi ve Richter’in benzersiz performansını izliyoruz. Onunla uyku ve müzik ilişkisini, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nden yola çıkarak bestelediği “Voices”ı, Brad Pitt’in başrolünde olduğu Ad Astra’ın soundtrack’ini nasıl Satürn’de kaydettiğini konuştuk. Kolektif bir uyku ve müzik deneyimi Max Richter Uykusu. Müzik, bir topluluk olmamıza nasıl hizmet ediyor? Birlikte müzik çalmak ve dinlemek bizleri dilin ve kelimelerin yapabileceğinden daha derin bir şekilde bağlıyor. Besteci olmama ve diyalog üzerine çalışmama rağmen, bunun nasıl olduğu benim için hala bir gizem. Bence bu, müziğin en büyülü yanlarından biri. “Sleep”in canlı performanslarında bu birliktelik hissini çok net yaşıyorsunuz. Sonuçta bu topluluk ve uykuyla ilgili bir eser. Tüm bu yabancılar bir araya geliyor, birbirlerine güveniyor ve uyuyorlar. Güçlü bir birliktelik var burada. Bu deneyim insanların kendilerini açmasını, kırılganlıklarını sergilemesini de sağlıyor. Müzik, duygularımızı özgürce yaşamamıza nasıl yardımcı olabilir? Entelektüel bir tarafı olsa da müzik duygusal bir dildir. Gerçekte olduğumuz insana dokunur. Bu özgünlük, gerçeklik ve toplumla bütünleşme hissi insan yaşamında çok değerli. Müzik ve yaratıcılık aslında bizi kendimize, doğamızdaki o en iyi tarafımıza da geri götürebilir. Aslında bu eseri hiç durmayan hayatlarımıza huzurlu bir mola olması niyetiyle yazmıştınız. Pandemi hayatımızı tamamen durdurdu. Durmanın tam aksine endişe getirebileceğini düşünmüş müydünüz? “Sleep” yaşadığımız 7/24 süren dijital etkileşime bir tepki olarak yazıldı. Bir makinenin küçük dişlilerine dönüştüğümüzü hissetmiştim. Bu makine için iyi ama biz dişliler için kötü. Besteyi yaparken endişem buydu. Şimdiyse devasa bir duraklama yaşıyoruz. Dünyamız tepetaklak oldu. Umarım bu duraklama yarattıklarımız üzerine düşünmemize, gelecekte daha iyisini yapmamıza ve yeni bir yaşam tarzının doğmasına olanak sağlar. Dijital etkileşimin şirketlerin işine geldiğini fakat bireyleri endişeye sürüklediğini anlatıyorsunuz. Eseriniz bu alamda bir kapitalizm protestosu da içeriyor. “Sleep”in yazıldığı 2013 yılında 4G ile internet cebimize giriyordu. Facebook, Twitter artık sürekli yanımızdaydı. Bu teknoloji şirketlere istedikleri reklamı göstermesi ve ürünü satması için verimli bir alan sundu. Bunun insanlar için işlevsel bir tarafı da vardı. Fakat dengemiz bozulmaya başladı. Nasıl bir insan olmalıyız? Bu soruyu sormak istedim. Tüm bunlar gerçekten bizim için faydalı mı? Yaratıcı eserler, müzik, film, resim bu veri bombardımanına karşı bir tür barikat kuruyor. Üzerinde düşünmemize olanak sağlıyor. Müzik ve uyku nasıl bir araya geliyor? Uykuya ve rüyalara atıfta bulunan çok fazla müzik var. Yüzlerce yıllık bir tarihte bunu görüyoruz. Annenin çocuğunu uyuttuğu ninniler var. Bu evrensel yaklaşımdan daha güzel ne olabilir ki? Bir tür içgüdüsel ilişki var müzik ve uyku arasında. Bu iki şeyin birbirine ait olduğunu hissediyoruz. Bunu araştırmak ve bu ilişkiyi somut şekilde yansıtan bir parça yapmak istedim. Sanat ve hayat partneriniz Yulia Mahr bu eserin mülteciler için de işe yaramasını diliyor. Müzik mültecilere nasıl yardımcı olabilir? Yulia’nın ailesi önce Macaristan’dan, sonra Şili’den ayrılmak zorunda kaldı. Geride bırakmanın anlamını biliyorlar. Sanat, yaşadığımız dünyaya dair sorular sormalı. Yardıma ihtiyacı olan insanları destekleyebilme ayrıcalığına sahip olduğumuzun farkındayız. Sanat insanların günlerini daha iyi hale getirebiliyor. Beethoven 200 yıl önce öldü ama benim her günümü hala daha iyi yapıyor. Müzik, edebiyat, sanat sizi daha iyi yapabilir. Bu eseri hazırlarken uykunun doğasını nörologlarla da konuştunuz mu? Stanford’dan, nörolog arkadaşım David Eagleman ile konuştum. “Sleep”de kullandığım bazı şeylerin, özellikle düşük frekanslı seslerin hafıza oluşumu ve öğrenme açısından etkili olduğunu biliyoruz. Sanat ve bilim farklı yollardan aynı noktaya ulaşabiliyor. Bu frekans aralığının çok şiirsel bir yanı da var. Anne karnındaki çocuk da benzer frekansları duyuyor. Eserin sonuna doğru frekans yükseliyor, bir anlamda doğuma ulaşıyorsunuz. Eğitim gördüğünüz klasik müzik formunun geniş tabanlı dinleyici kitlesinden koptuğunu, bunun aksine sizin daha fazla insana ulaşmaya çalıştığınızı söylüyorsunuz. Müziğiniz bu açıdan seyirci ile nasıl bir bağ kuruyor? Aslında derdim popüler olmak değil. Klasik müziğin totaliter ve hiyerarşik bir anlayışı var. Bu müzik besteciler ve uzmanlar için… Ben demokratik bir müzik istiyorum. Sade ve basit bir müzik arıyorum. Kompozisyonun kendisi değil, müziğin hissiyatı sade olmalı. Murakami kitaplarındaki rüya ve gerçeklik ilişkisi çok ilginizi çekiyormuş. Sizce müzik, rüya ve gerçeklikle ilişkimizi nasıl etkiliyor? Beste yapmak rüya görmeye benziyor. Ben işe gidiyorum ve rüya görmeye başlıyorum. Bence müzik dünyayı görme şeklimizi etkiliyor. Radyoda kendini iyi hissettiren bir şarkı duyarsan, dünyayı farklı görürsün. Bu gerçekten ölçülebilir bir şey. Murakami’nin rüyaları ve gerçekliği aynı şekilde ele aldığını hissediyorum. Burada bir doğruluk payı da var. Öznellik ya da deneyim bence gerçekliği şahsileştiriyor. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ni müzikleştirdiğiniz “Voices” çok etkileyici. Bildirideki son derece açık ve temel fikirleri uygulamayı hala başaramadık. Bu metin üzerine beste yapmayı neden seçtiniz? Bu bildiri inanılmaz bir başarı. II. Dünya Savaşı’nın hemen ardından yazılıyor. Durumun vahameti düşünülünce, çok ilham verici. Tam da şu dönemde dünyada benzer, moral bozucu politik hadiseler yaşanıyor. Buna rağmen, dünyada değişim için ihtiyacımız olan potansiyel mevcut. Kendimize etrafımızdaki tüm bu sorunların çözümünü çoktan bulduğumuzu hatırlatmamız gerekiyor. Oldukça etkileyici bir film müziği kariyeriniz var. Bestelediğiniz film müziklerine nasıl bir düşünceyle yaklaşıyorsunuz? Film müziklerinde kolektif bir çalışma biçimini benimsiyorsunuz. Müziğin ve filmin ait olduğu dünyanın tonunu bulmak gerekiyor. Bunu yaparken yönetmenle birlikte çalışıyorsunuz. Solo projelerimden oldukça farklı bir yaklaşım benimsiyorum. Yönetmenin niyetini anlamanız ve müziğinizi buna göre uyarlamanız gerekiyor. Çalışmaktan özellikle keyif aldığınız bir film var mı? İlk müzik yaptığım film (Altın Küre ödüllü) “Beşir’le Vals”di. Ari Folman harika bir yönetmen. Yakın dönemde “Ad Astra” (Yıldızlara Doğru) olağanüstüydü. James Gray bir dahi. “Mary Queen of Scots” ve “Leftovers” da harikaydı. Ad Astra için beste yaparken uzayda olduğunuzu hayal ettiniz mi? Filmin ruhunu nasıl yakaladınız? Brad Pitt’in karakterini merkeze aldım. Filmde Brad Pitt Güneş Sistemi’nin ucuna yolculuk yapacaktı. İnsanlık bu yolculuğa 1970’lerde Voyager 1 ve 2 sondaları ile çıktı. Sondalardan sorumlu olan Iowa Üniversitesi ile temasa geçtim. Benimle sondalardan gelen verileri paylaştılar. Bu verilerden bir enstrüman yarattım. Filmde Brad Pitt Satürn’ün yanından geçerken duyduğunuz müzik aslında Satürn’ün kendisiyle ilgili topladığımız verilerden oluşuyor. Bir anlamda kayıtları da Satürn’de yaptık diyebilirim. Uzaya gitmek ister miydiniz? Ay’a inişimizi küçücük bir çocukken hatırlıyorum. O andan itibaren tek istediğim şey astronot olmaktı. Amerikalı olmadığım için (Richter, Almanya doğumlu bir İngiliz) bu hayalimin gerçekleşemeyeceğini sonradan anladım. Hayal kırıklığına uğramıştım. Ad Astra en azından hayali olarak benim uzayda olmam için bir fırsattı. Bugünlerde dünyadaki gündeminizde neler var? Voices’ın ikinci bölümü çıktı. Margaret Atwood romanlarından esinlenen bir bale üzerinde çalışıyorum. HBO dizisi My Brilliant Friend’in müziklerini hazırlıyorum. Apple TV+ için çekilen bilimkurgu dizisi Invasion’a müzik yapıyorum. Dünyanın durduğu bu anda kendinize dair yeni şeyler keşfettiniz mi? En önemli fark seyahat etmemek oldu. Tüm seneyi ailemle geçirmek harikaydı. Evdeki piyanomda Mozart, Bach ya da Beethoven çalmak da, basit şeylerin değerini yeniden hatırlamak da harikaydı.
23.04.2021 04:50
Kurtuluş sanatta
Bazen sekiz saatlik deneysel eserlerle, bazen dev Hollywood projeleriyle karşımıza çıkan Max Richter, çağımızın en önemli müzisyenlerinden. Teknolojinin dengemizi bozmaya başladığını söyleyen Richter, yaratıcı sanatların ve müziğin bu veri bombardımanına karşı bir tür barikat oluşturduğuna inanıyor
Kanadalı eski modelin İstanbul konseri
15 Kasım 2024
Ardında büyük bir kültürel miras bıraktı
08 Kasım 2024
James Walsh: Müzik dayanışmadır
01 Kasım 2024
“Gençlere, eğitime ve sanata yatırım yapıyoruz”
25 Ekim 2024
Eurovision’dan solo kariyere
Tüm Yazıları
18 Ekim 2024