Sevgili Kitap Terapisti, biliyorum ki yeni anne olanlar için kitap önerisinde bulundunuz, peki daha önceki bir aşamada olanlar için; çocuk sahibi olup olmama kararını vermek isteyenler için ne önerirsiniz? Bizi neler beklediğine daha detaylı bakmak ve gerçekte çocuk sahibi kadınlar ne düşünür anlamak için ne önerirsiniz? Berna Bayar Sevgili Berna Hanım, bu benim çok sevdiğim bir konu, sormanıza çok sevindim. Ben kendi kızımı on dört yıllık evliyken doğurdum ve şöyle düşünüyordum: Bir insan daha ne kadar hazır olabilir? Otuz dokuz yaşındaydım ve artık kafamda her şeyin oturduğunu sanıyordum. Eksisi artısı her şeyi hesaplamıştım güya. Çocuklara uzak biri de değildim, nereden baksanız iki yeğenle çok uzun vakitler geçirmiştim, arkadaşlarımın çocuklarıyla ilgiliydim ve üstüne üstlük çocukları da çok seviyordum. Ve sonra Leyla Hanım’ı doğurdum. Bu kadar da tatlı bir bebek olamazdı. Oyuncak bebek sanki, ne ağlaması var ne bir şey, bir gün bile gaz problemi yaşanmadı, her an koynumda, hiç ayrılmıyoruz. Hiç ayrılmıyoruz. Evet, sanırım anahtar kelimeler bunlar. Hiç ayrılmıyorsunuz. Hiç. Ama HİÇ! Kendi başına tuvalete bile gidemezsin. Hadi gittin (ki bütün anneler nedense çocuk olduktan sonra birdenbire çok fazla (!) tuvalete gitme ihtiyacı duyarlar zira kendi başlarına kalmayı umdukları tek yerdir) hadi diyelim ki kapıyı da kapatabildin, o kapı durmaz. Kolu aşağı yukarı sallanır, kapıya vurulur, oradan konuşulur. Eline telefonunu almışsın mesela, iki şeye bakacaksın, unut. O kadar çok konuşur ki, sen o kadar çok onunla konuşursun ki bir müddet sonra hayatın basitleşir, neredeyse sofistike düşünememeye başlarsın. Aklıselim bir halde tek bir alışverişe çıkamazsın artık. Hep kan ter içindesindir, her tarafından bir şey sarkar, en saçma şeyleri alıp gelirsin, eve gelince oturup bir dinlenemeyeceğin için daha yoldayken bunalıma girersin. Vesaire vesarie… Bunun bir de ergenliği ve sonrası var. Yıllar önce Perihan Mağden bir köşe yazısında (herhalde 1998 – 1999 falandı) anneliğin bitmek bilmeyen bir vicdan azabı olduğunu yazmıştı. O zaman buyurun Perihan Mağden’den devam edelim. Biz Kimden Kaçıyorduk Anne? Okuyalı en az bir on yıl olmuştur, bugüne kadar üzerimden etkisini atamamışımdır. Bir anne kızın hastalıklı ilişkisi diyebilirim. Hayatının merkezine kızını almış kadın, herkesten ve tehlikeli bulduğu her şeyden kaçar. Sürekli yer değiştirirler, otelden otele taşınırlar. Bana göre bir “anne”nin artık hiçbir zaman sadece bir “kadın” olamayacağının güzel örneklerinden biridir. Tabii ki edebiyat tarihi bu minvalde eserlerle dolu. Anne olmanın bir kadını nasıl yeni baştan yarattığını en güzel anlatan kitaplardan biri Som Altın Bebek’tir. Kendi hayalleri ve hayatı olan Jess de hayatının merkezini kızı Anna yapar. Bu kitabın başka bir önemi de Anna’nın diğer çocuklardan farklı, bir tür otizmle farklı davranışlar gösteriyor olmasıdır. Bu çok önemli. Hepimiz en iyiyi ummakla beraber elimize ne doğacak bilmiyoruz. Ve ayrıca zaten her çocuğun kendine göre zorlukları oluyor. Bu kitabı okumanızı muhakkak öneriyorum. Bir başka kitap bir klasik, Mildred Pierce. Bugüne kadar Hollywood filmi de yapıldı, HBO dizisi de çekildi. Büyük Buhran zamanında ayakta kalmaya çalışan bir anne ve onun hiçbir şeyi beğenmeyen, şımarık ergen kızı. Bizimkiler öyle olmayacak diye bir şey yok, o yüzden karar vermeden önce buna da bakmanızı öneririm. Bu eserlerde ortak bir özellik dikkatinizi çekebilir; hepsi bekâr anne romanıdır. Yüzünüzü düşürmeyin, çünkü (şimdi diyeceğim tepki çekecektir muhakkak ama) her anne, çocuk olduktan sonra bekar annedir. Buna da hazır mısınız? Düşünün derim.
12.11.2021 04:30