Sevgili Kitap Terapisti, yanlış adamla evlendiğimi 18 sene sonra anladım. 18 yıl önceki sevgilime aşığım. Ne okumalıyım? Not: Ve gelen geçen de nasıl bir adamı kaçırmışsın diye kızıyor bana. Aslı K. Meraktan ölelim mi Aslı Hanım? Bu adam nasıl bir adam ki herkes size kızıyor? Bu adamı neden bırakmıştınız? Ya da o mu sizi bıraktı? Ayrıca neden yanlış adamla evlendiğinizi düşünüyorsunuz? Yanlış olan ne? Şöyle söyleyeyim, işin aslını astarını bir güzel anlatsanız biz buradan bir film çıkartırız. Konu öyle bir konu. Abartma demeyin. Demeyin çünkü aslında edebiyat tarihi bu tür romanlarla dolu. Kimisi basit romans kitabı, kimisi milyonlarca okunmuş, sonra filmi çekilmiş milyonlar tarafından seyredilmiş bir bestseller, kimi de en klasikler arasına adını yazdırmış. O zaman sondan başa doğru gidelim. Klasikler arasına adını yazdıran, sizin hikâyenize benzeyen bir Jane Austen kitabı: Persuasion, yani İkna. Bugün olsa ona aşk doktoru falan denirdi herhalde. Jane Austen’a yani… Çünkü aslında aşk üzerine yazılmadık bir şey bırakmadı. Hatta benim iddiam şudur ki bütün zengin oğlan, fakir kız hikâyelerinin atasıdır Austen. Ve bunun gibi yarım kalan aşk öykülerinin de. İkna’da, aşık olduğu adamdan kendisinden fakir ve önemsiz biri olduğuna ikna edildiği için ayrılan Anne’nin hikâyesini okuruz. Yıllar geçmiştir, Anne’in ailesi eski gücünü kaybetmiş ve hatta kendi arazilerinden taşınmak zorunda kalmışlardır ve o fakir ama gururlu genç, zengin bir adam olarak geri döner. Aşk bakidir, ama geçen onca yıl, arada yaşananlar, ayrıca tatsız anılar bir kez daha birbirlerine aşık olmalarına izin verecek midir? Bana burada dedektiflik yaptıracaksınız şimdi. Genelde bu tür ayrılıkların sebebinin gerçekten de iki kişi arasındaki sosyoekonomik (eskiden buna sınıf derdik) ve kültürel farklar olduğunu okuduğumuz kitapların konularından anlıyoruz. Sizinki de öyle mi? Nitekim bir sonraki kitabımız da öyle: Defter. Nicholas Sparks. Hatırladınız mı? Hani filminde şu yağmurun altında aşırı yakışıklı Ryan Gosling’in “It wasn’t over, it still isn’t over,” (bitmemişti, hâlâ da bitmiş değil) dediği ve Rachel McAdams’ın dudaklarına yapıştığı sahneyi barındıran kitap. Roman tabii ki hemen hemen bütün Sparks kitapları gibi filme uyarlandı ve izlenme rekorları kırdı. Zaten milyonlar satarak okunma rekorları da kırmıştı. Çünkü yine ailenin, koşulların, sınıf farkının araya girdiği, yarım kalan, daha doğrusu yarım bıraktırılan bir aşktı. Kız onu yedi yıl beklemişti, oğlansa yazdığı hiçbir mektuba cevap alamamıştı. İletişimsizlik ikisinin de yıllarını çalmıştı. Sizde neler oldu? Bir üçüncü kitap da bunlar kadar edebi olmamakla beraber aynı temaya sahip ve pek çok insana romans türünü sevdirmesiyle ünlü. Judith McNaught’un Cennet’i. Aşkın insana cenneti vaadetmediği kesin. Hatta cehennemdir desek yeridir ama bu demek değil ki yaşamayacağız. Hatta yarım kalanlar da yaşansın istiyoruz, mesele bu. Bu bahsi geçen kitaplar hep ikinci şans kitaplarıdır, hatta bu türün de adıdır. Ve çok klasik bir söylemle, herkes ikinci bir şansı hak eder. Bir okuyun bakın bakalım. Hepsi iyi sonla bitiyor. Sizinki de neden öyle olmasın?
07.01.2022 04:30
Yanlış adamla evlendim, ne okumalıyım?
Fiziğimle değil fikirlerimle gündem olmak istiyorum
31 Mart 2023
Türk annelerin ‘Paşam’ sendromu
24 Mart 2023
Biz polisiye romandaki suçlularız
17 Mart 2023
Ne kıyafet, ne yemek onlara insan gerek
Tüm Yazıları
03 Mart 2023