26 Nisan 2024, Cuma Gazete Oksijen
01.10.2021 04:30

“Geçmişle günümüz arasında bir tercümanım”

Ünlü misafirleriyle meşhur Macar Feyzullah Paşa Köşkü’nün sahibi Serdar Gülgün Oksijen'e konuştu...

80’li yılların ortalarında İşletme okuyor, üstüne Londra Üniversitesi’nde Osmanlı Sanatı master’ı yapıyor. Osmanlı sanatı sergileri, döşemelik kumaşları derken kendini Osmanlı’dan ilham alan bir tasarım dünyasının içinde buluyor. 18 yıl önce virane durumdaki Macar Feyzullah Köşkü’nü satın alıyor ve hiç metruk düşmemişcesine günümüze uyarlayarak renove ediyor.  Bu hafta İstanbul’dayız. Konuğumuz dünya jet sosyetesinin buluşma mekanlarından biri olan Macar Feyzullah Paşa Köşkü’nün sahibi, Osmanlı sanatı uzmanı Serdar Gülgün. Gülgün ile tasarım anlayışını ve köşkün hikayesini konuştuk. 

Fotoğraf: Ekin Özbiçer
Fotoğraf: Ekin Özbiçer
Osmanlı sanatına ne zaman merak saldınız? Bu tür şeylere sonradan ilgi duyulabileceğini düşünmüyorum, bu ilgiyle doğduğumu söyleyebilirim. Küçükken Bizans su kemerlerinin hikayesini merak eder, Topkapı Sarayı’nda büyülenirdim. İstanbul zaten açık hava müzesi gibi bir yer. Eğitiminiz? 80’li yılların ortalarında başarılı öğrenciler genellikle İşletme ya da İktisat bölümlerini tercih ederdi. Ben de İşletme okudum. Fakat okula girdiğim an bu eğitimin bana uygun olmadığını anladım. Bir özel hocadan eski Türkçe dersleri almaya, akademide bazı sanat derslerine katılmaya başladım. Kendime İşletme ve Sanat Tarihi’nin karışımı alternatif bir eğitim yarattım. Üstüne Londra Üniversitesi’nde Doğu ve Afrika Sanatları Bölümü’nde Osmanlı sanatı master’ı yaptım. Sonra? Mezun olduktan sonra, 90’ların başında, Londra Sotheby’s de Osmanlı sanatı eksperi olarak çalışmaya ve hocalık yapmaya başladım. Akademisyenlik yapmaktı amacım. Ancak bir İstanbul aşığı olduğum için, 92’de İstanbul’a dönmeye karar verdim. Hayatımı değiştiren iki insan çıktı karşıma; Çiğdem Simavi ve Vitali Hakko. Anlatır mısınız? O dönem, Kültür ve Sanat Varlıklarını Koruma Vakfı Başkanı Çiğdem Simavi’ye Osmanlı sanatı sergileri yapmak istediğimi belirttim. Osmanlı nakışları, hat sanatı, sofraları gibi temalar bulup, bunların etrafındaki eşyaları toplamak ve sergilemekti amacım. Çok beğendi projeyi. Topkapı Sarayı Alay Köşkü’nde toplam yedi sergi yaptım. Birinde de Vitali Hakko ile tanıştım. Bay Vitali bana iş teklif etmeye gelmişti. “Osmanlı kumaşlarını döşemelik kumaş olarak canlandırmak istiyorum. Akademisyenlerin tasarladıkları günümüze uymuyor, demode kalıyor, yeni jenerasyon tasarımcılar ne demek istediğimi anlamıyor. Siz bu iki dünyanın ortasındasınız. Bu işi ancak siz yaparsınız” dedi.
Fotoğraf: Reto Guntli
Fotoğraf: Reto Guntli
Sonra? “Ben ne anlarım tasarımdan Bay Vitali” cevabımın sonrasında, Vakko ile 25 yıl çalıştık. Şu anda piyasada birçok örneği olan Osmanlı döşemelik kumaşlarının ilk serisini birlikte çıkarttık. Sonra dünyanın en iyi porselen markası, aristokratların kullandığı Macar Herend Porselen’e Osmanlı tasarımları yaptım. Louis Vuitton Avrupa Şehirleri rehberinde İstanbul’u yazdım. Assoluine ile iki kitap çıkarttım; Kapalıçarşı’yı ve Osmanlı sanatını konu alan The Grand Bazaar Istanbul ve Ottoman Chic. Böyle birçok firma ile yıllar içinde iş birliklerim oldu. Zamanla etrafımdaki Osmanlı sanatına ilgi duyan koleksiyonerler, “Bir eşyanın yerini değiştiriyorsun, evin havası değişiyor” diyerek, bana evlerini dekore ettirmeye başladılar. Kendimi Osmanlı’dan ilham alan bir dekorasyon dünyasının içinde bulmuş oldum. Macar Feyzullah Paşa Köşkü ne zaman karşınıza çıktı? Yaklaşık 18 yıl önce. İçini dekore edebileceğim ve sonra da oturacağım eski bir köşk arıyordum. Bir arkadaşım bu evden haberdar olmuş. Gittik gezdik. Çatısından sular akıyor, merdivenler çöküyor, bacağınız alt kata iniyor. Köşkün farklı mirasçıları evde bir arada oturabilmek için ahşap evin içine beton duvarlar örmüşler. Tavan resimlerini tamir etmek yerine, sıvayla kapatmışlar. Virane. Fiyatta anlaşamadık, evi alamadım. Sonra tesadüfen bir antikacıda bu evin eski fotoğrafları karşıma çıktı. Tavan resimlerinin orijinali bana kendilerini gösterdi. Bir gün yeni sahibine veririm diye alıp sakladım. Bir süre sonra köşkün mal sahibi beni arayıp önerdiğim fiyatı kabul ettiğini söyledi. Sanırım evin çökme tehlikesi olduğu ve çevre için tehlike oluşturduğu için satmaya karar verdi. Gözünüzün önünde evin bitmiş hali canlanmış mıydı? Tavandan kafama sular akarken, ben hayalimde bu evin odalarında dolaşıyordum. Hatta hayalimde dolaştığım odaları tasarladım. O kadar netti gözümün önünde.  Restorasyonu çok zor olmalı! Tabii. Etrafımdaki herkes çılgınca bir işe kalkıştığımı düşündü. Aslına uygun, Bağdadi sıva ile restorasyon 5 yıl sürdü. Eski katmanları bulduk, tavanların kalem işlerini yaptık. Hiçbir zaman metruk duruma düşmeden, ev nesilden nesile korunarak geçseydi, bugün nasıl olurdu diye düşünerek renove ettim bu evi. Hala da devam eden işler var. Restorasyon öngördüğümden çok daha pahalı tuttu. Bir gün de pişman olmadım. Herkes tutkusunun peşinden gitmeli. Sizin tasarım anlayışınızın sırrı bu galiba? Ben geçmişteki kültürel değerlerimizi alıp, üzerine bir şeyler katarak günümüze uyarlıyorum. Aynı döşemelik kumaşlarda yaptığım gibi. O kumaşların en güzel örnekleri saraylarda, müzelerde... Benzerlerini yapmak kopyalamak olur. Ben o tekniği alıp, 21’inci yüzyıl insanı evinde nasıl kullanırdı diye düşünüyorum. Bir nevi geçmişle günümüz arasında bir tercümanım. Köşkün hikayesinden biraz bize bahseder misiniz? Macar ordusunun askerlerinden Joseph Kohlmann, 1840’larda Macaristan’ı Avusturya işgalinden kurtarmak için bir ihtilal yapıyor, fakat başarısız oluyor. Kohlmann, Osmanlı topraklarına kaçıyor. Sultan Abdülmecid kendisine sığınma hakkı veriyor. Avusturya, Kohlmann’ın iadesini isteyince, Kohlmann müslüman oluyor ve Feyzullah adını alıyor. Osmanlı Ordusu ile Kırım Savaşı’na katılıyor. Bu savaştaki başarılarından ötürü Sultan Abdülmecid kendisine Paşa unvanı veriyor. 1860’larda, Feyzullah Paşa Osmanlı’daki kıdemli mevkisine uygun bir ev aradığında, yalı yerine kendisine Macaristan topraklarını hatırlatan, uçsuz bucaksız yeşillikler içinde Çengelköy’deki bu arsayı alıyor ve üstüne Osmanlı mimarisine uygun bir şekilde bir av köşkü inşa ediyor. Hatta fazla Osmanlı mimarisinde. Açıklar mısınız? O yıllarda Osmanlı’da Batılılaşma merakı var. Feyzullah Paşa kendi Batılı olmasına rağmen, o gün için demode sayılabilecek, tipik bir Osmanlı köşkü tasarlıyor. Misal karşımızda biri otururken arkamızı dönersek, “Kusura bakmayın sırtımı döndüm” deriz. Çünkü Osmanlı kültüründe karşındakine sırt dönmek ayıptır. Bu nedenle Batılı tarzda koltuk yerine, duvarları boydan boya saran sedirler kullanılır. İsteseniz de kimseye sırtınızı dönemezsiniz. Dolaplar evin içine gömmedir. Eşyalar sahibine değil, binaya aittir. Tüm odalar, yaşam alanına açılır. Koridor yoktur. Odadan çıkan biri salondaki kişiye selam vermek durumunda kalır. Çünkü Osmanlı kültüründe izole ve bağımsız hayatlar değil, aile hayatı teşvik edilir. Osmanlı evi çok katmanlıdır. Halılar, döşemelikler, yastıklar, duvarlara asılan nakışlar, yani farklı renkler ve desenler iç içe geçer ve şaşırtıcı bir şekilde ortaya müthiş bir estetik ve zarafet çıkar.  Bu köşkün içindeki antika parçaları yıllar içinde topladınız. Birkaç örnek verebilir misiniz?  Evde, Osmanlı hat sanatının, kumaşlarının, nakışlarının ve halılarının güzel örnekleri var. Venedik avizeleri, Murano cam ürünleri var. Şam işi sedef kakmalı aynalar, gardroplar, Bohemya’dan gelmiş kristaller, Çin’den gelmiş porselenler var. İstanbul bir liman şehri olduğu için o devirde bir Osmanlı evinde olabilecek eşyalar var.  160 yıllık bir Osmanlı köşkünde yaşamanın zorlukları ne? Güzellikleri çok, zorlukları da... Çok bakım istiyor. Devamlı evin bir yerinde sorun çıkıyor. Ben bu sorunları evin yapı tekniğini anlamak için fırsat olarak görüyorum. Sonra o tekniği başka bir restorasyonda uyguluyorum. İşim bu olduğu için, ev beni yormuyor ancak herkes için ideal olmayabilir. Köşk dünya jet sosyetesinin de buluşma mekanlarından biri. Bu nasıl oldu? Londra Sotheby’s yıllarından başlayarak dünyanın her yerinde yaşayan yaratıcı insanlar ile geliştirdiğim dostluklarım var. Bu dostlarımı adeta bir Osmanlı sanat elçisi olarak evimde ağırlamayı seviyorum. Büyük sofralar kurmaya, onlara bu ev üzerinden, Batı’dan çok daha eski ve köklü olan Doğu medeniyetini tanıtmaya bayılıyorum. Yoksa ne yapacağım bu koca evde? Zamanla dostlarım, kendi eşlerini dostlarını evi gezdirmeye getirince, evin misafir kitlesi oldukça genişledi. Bir de köşkün 2013 yılının Amerikan Vogue’unda yer alması tanınmasında etkili oldu. Kate Moss ve Mario Testino burada harika bir çekim yaptı.