Ferzan Özpetek’in pandemi nedeniyle Türkiye vizyon tarihi birkaç kez ertelenen filmi Şans Tanrıçası (La dea fortuna) nihayet bu hafta vizyona girdi. Özpetek ile filmin hayatından nasıl kesitler taşıdığını, pandemiden nasıl etkilendiğini, son üç yılda yaşadığı kayıpları, filmlerinde bazı temaları neden tekrarladığını konuştuk.
Şans Tanrıçası nihayet Türkiye’de vizyona girdi. Neler hissediyorsunuz?
Hayatımın çok güzel bir dönemindeyim. Şans Tanrıçası Fransa’da çok iyi eleştiriler aldı. İtalya’da seyirci filmi çok sevdi. Serseri Mayınlar’ın tiyatro oyunu kapalı gişe oynuyor, yakında İspanya’da sergilenecek. Cahil Periler’i dizi olarak Disney’e çektik. Venedik Bienali’nde enstalasyonum sergilendi. Madam Butterfly operasını yönettim. Üçüncü kitabım Bir Nefes Gibi İtalya’da satış rekorları kırdı. Şu an dördüncü kitabıma çalışıyorum. Şans Tanrıçası Türkiye’de vizyona girdi. Çok heyecanlıyım. Ama “Mutlu musun?” diye soracak olursanız, değilim.
Neden?
Çok mutsuz bir dünyanın içinde mutlu olmak zor. Bir yandan pandemi var. Bir yandan savaş var. İnsanlar tahammülsüz, sinirli ve endişeli hale geldi. Kişisel kayıplarım oldu. Abimi ve en yakın arkadaşımı kaybettim. Bundan 10 sene önceye bakıyorum ve diyorum ki; “Meğer hiçbir derdim yokmuş. Ne mutluymuşum ve farkında değilmişim!”
“46 yıldır yaşadığım ülkeyi terk etmedim”
Haklısınız. Pandeminin ilk günlerini İtalya’da çok kötü geçirdiniz, değil mi?
Kötü geçirdik ama İtalyan hekimleri müthiş bir iş çıkardı. Türkiye’den bir arkadaşımız, durum karşısında panik olup Simone ile beni özel uçakla Türkiye’ye getirmek istedi. Kırk altı yıldır yaşadığım ülkeyi bu nedenle terk edecek değildim elbette. Tam tersi, tüm etkili dostlarımı arayıp imza toplayarak İtalya’da “Beyaz Önlüklüler Günü” ilan edilmesine vesile oldum. İtalya’da ilk vakanın tespit edildiği gün olan 21 Şubat günü şu an tüm sağlık personelinin günü olarak kutlanıyor.
Filmin çıkması da pandemiden ötürü ertelenmişti değil mi?
İtalya’da ertelenmesinin hikayesi farklı. Aslında Kasım 2019’da yayınlanacaktı. Warner Bros filmi görüp “Çok güzel bir aile filmi” diye Noel’de çıkarmak istedi. Aileler filmi çocuklarına farklı bakış açıları vermek amacıyla izletti. Bunlar beni çok mutlu etti. Filmi çekerken de şunu anladım; ebeveyn olmanın sorumluluğu belden aşağıyla yani cinsiyetle alakalı değil, belden yukarıyla alakalı. Kalp ve beyin işi.
Filmin yıldızları Alessandro ve Arturo’nun aşkına gelmek istiyorum.
16 yıldır birlikte olan, cinsel hayatları pek kalmamış bir çift. Ancak aralarında çok büyük bir bağlılık ve sevgi var. Filmin oyuncuları İtalya’da çok ünlü. Onlardan tek istediğim aşklarını öpüşerek, sevişerek değil de, bakışlarıyla yansıtmalarıydı. Yaptılar da. Sinemada aşkın başını anlatmak kolaydır, sonunu ise zor.
Aşkın başını anlattığınız şahane filmleriniz var.
Evet, bu sefer başka bir şey anlatmak istedim. 2017’de Call Me by Your Name projesi bana gelmişti. Reddettim. Zaten Hamam filminde iki erkek arasındaki aşkın başlangıcını anlatmıştım. Film Amerika’da çok başarılı olunca, pişman olduğumu zannettiler ama hiç olmadım. Benim için önemli olan yaptığım işten heyecanlanmam ve seyircilerimin filmlerimi sevmesi.
Yağmur sahnesini defalarca izledim ben de.
O sahne İtalya’da çok ses getirdi. Filmde Serra’nın kızını canlandıran Mina transseksüel. Annesinin Türk kökeninden Sezen’in şarkısını öğrenmiş, çatıda çalıyor ve filmin çocuk oyuncusu Martina ile dans ediyorlar. Sanırım benim hayata bakışımı çok yansıtan bir sahne olduğu için çok beğenildi.
Filmin hayatınızdan önemli kesitler taşıdığını da söylediniz.
Geçen aylarda kanserden kaybettiğimiz Rafaella Carra’yı çok severdim. Hep birlikte film yapmak istemişizdir ama kısmet olmadı. O derdi ki, “Seksin ateşi söndüğü zaman geriye şefkat kalır. Gerçek aşkın tanımı şefkattir.” Biz de Simone ile 20 yıldır birlikteyiz ve uzun süredir birlikte olan birçok çiftin yaşadığını yaşıyoruz. Öte yandan abim kanser tedavisi görürken yengem beni aradı, abimin durumunun iyi olmadığını, kendisinin de şeker hastası olduğunu, ona da bir şey olması halinde o sıralar 9 yaşında olan ikiz yeğenlerime benim ve Simone’nin bakmasını istediğini söyledi. Benim de kafamda bu senaryo oluşmaya başladı. Bu çocuklar gerçekten yanımıza gelse, başka ülkeye alışacaklar, bizim renkli arkadaşlarımızın arasında büyüyecekler, onlara ders çalıştırmamız gerekecek. Simone bir çocukla konuşurken yüzündeki ışığı görüyorum ve çok hoşuma gidiyor. Bunları anlatmak istedim.
“Hayatımıza giren insanlar şansımız”
Şans tanrıçası gerçek mi?
Simone’nin ailesinin yaşadığı kasabanın yakınındaki bir tapınakta bir şans tanrıçası olduğuna inanılırmış ve bu tanrıça “Hayatınıza giren insanlar, sevdikleriniz şansınızdır” dermiş. Dünyanın en zengin, güçlü insanı olalım ama bir tane dostumuz yoksa ne işe yarar! Biz de film için tanrıçanın heykelini yaptık ve tapınağa hediye ettik.
Filmdeki gibi sonsuza dek sevdiğinizi yanınızda tutabiliyor musunuz?
Son üç yılda çok ağır şeyler yaşadım. Sadece abimi değil, kalp krizinden en yakın arkadaşımı da kaybettim. 42 yıldır gazetelerimi aldığım bayinin sahibi öldü. Alt komşum Covid’den öldü. Bazen inanamıyorum, kendi kendime bir oyun oynuyorum. Gecenin üçünde diyorum ki “Yarın kalkıp Asaf’la bir kahve içeyim.” Ya da “Valter’i özledim, göreyim.” Bu duygu bana iyi geliyor. Sabah uyandığımda tabii ki hayatta olmadıklarının bilincinde oluyorum. Onları içimde yaşatıyorum.
Filmde ötekileştirilenlere de vurgu yapıyorsunuz.
Anneanne filmin bir yerinde “Siz zaten öyle bir çiftsiniz. Sizin arkadaşlarınız o mülteci kadın, onun trans kızı, o siyah kadın, o tuvalet malzemeleri satan çift” gibi çok ağır bir laf ediyor. “Çanlar kimin için çalıyor” cümlesini hep unutuyoruz. Filmdeki deniz yolculuğunu, gerçek yolculuk sırasında çektik. Hava kararınca içim ürperdi. O karanlık sularda insanların savaşlardan kaçtığını, göçtüğünü düşününce gözümden yaş geldi. Etrafımızda çok fazla kötü olay oluyor ve hepsi sosyal medyada yüzümüze vuruluyor. Acılara, kötülüklere alışır hale gelmek beni ürkütüyor.
2020’de yayınlanan romanınız Bir Nefes Gibi çok iyi sattı. Yeni kitap var mı?
Evet. Üçüncü romanım Bir Nefes Gibi İtalya’da aylarca en çok satan listelerinde kaldı. 240 bin sattı. Eleştirmenler bana İtalya’nın Agatha Christie’si dediler. Halbuki ben yazar değilim. Çok şaşırdım. Dördüncü kitabımın konusu Türkiye ile ilgiliydi ama konu ağırdı. Özetini şarkıcı arkadaşım Mina’ya gönderdim. “Ferzan bizim umuda ihtiyacımız var. Bu dönemde bu kadar ağır bir konu okumak istemem ben” dedi. Hak verdim. Bir Nefes Gibi’yi de ilk ona yollamıştım. “Gör bak, çok satacak” demişti. Şimdi yeniden kurguluyorum dördüncü kitabı. Daha keyifli, umut veren bir konu olacak.
“Aynı cinse duyulan aşk hayatın içinde”
Vazgeçilmezleriniz bu filmde de var; sofralar, dostluklar, aşklar, Sezen şarkıları... Sizi eleştirenler oluyor mu bu nedenle?
Aldırmıyorum. Üç yıl evvel İtalya’da bir gazeteci bana 11 film yaptığımı, 8’inde aynı cinsten insanların aşkına yer verdiğimi söyledi ve nedenini sordu; “Ben filmime bunu koymuyorum. Ötekiler çıkartıyor” dedim. Bu cevabım İtalya’da çok meşhur oldu. Hayatın içinde ne kadar çok aynı cinse duyulan aşk var. Ama 100 filmin 99’unda bu konu işlenmiyor. Sezen bana hayatı anlattığımı söyler. Benim hayatımda sofra, yemek, aşk, dostluk, müzik var. Birçok filmimde Sezen’in şarkıları olduğu doğru. Bu filmde Mina’dan da bir şarkı var. Tabii değişik konuları işlediğim, yemek sahnesi olmayan veya aynı cinse aşkı anlatmayan filmlerim de var.
“Dünyaya çocuk gözüyle bakarsak mutlu olacağız”
Çocuklardan insan çok şey öğreniyor değil mi?
Covid sonrası tiyatrolar canlansın diye tek kişilik bir stand up yaptım. Orada da anlattığım bir hikaye var. Yeğenlerim beni google’lamış ve abime demişler ki “Ferzan Amca ve Simone Amca birliktelermiş.” Abim de “Evet” demiş. “Bize niye söylemediniz” demişler. Abim anlatmış. En sonunda yeğenim Naz demiş ki; “Mutlular mı, sen onu söyle.” Hayatı büyükler karıştırıyor. Çocukların gözüyle bakarsak dünyaya mutlu olacağız.
Evlat edinmeyi düşündünüz mü filmi yazarken?
Hayat bir yolculuk. Benim yolculuk arkadaşım Simone. Çocukları çok seviyorum. Ama ben çocuk sahibi olmayı düşünmüyorum. Belki de kendimi hala çocuk gördüğüm için…