Lisansını Bilkent, doktorasını Boston Üniversitesi’nde yaptı. 2007’de Cambridge Üniversitesi’nde akademisyen oldu ve kendi araştırma grubunu kurdu. Işık seviyesinin gürültü ölçümünü gözlemleyen Mete Atatüre, 14 yıllık laboratuvarında onlarca çalışmaya imza attı. Atatüre ile kampüs içi ve dışını konuştuk
Çocukken sık şehir ve okul değiştirmek sizi nasıl etkiledi? Babamın görevi nedeniyle ilkokulu bile birkaç ayrı okulda okudum. Köksüzlük duygusu yarattı bu. Gittiğim her şehirde, ülkede, kıtada oraya ait olmanın yollarını aramaya itti beni. Nerelisin diye sorulduğunda hala zorlanırım. İzmir, İstanbul, Ankara vs... Cambridge’e geleli 14 yıl oldu. Hayatımda en uzun yaşadığım şehir, öyle düşünün. Resilience (esneklik) kavramını hayat boyu deneyimlemişsiniz. İnsan büyürken çevresi olsun istiyor. Sosyal hayvanlarız ne de olsa. Biz köksüzler o çevreyi her seferinde baştan yaratmak zorundayız. Gittiğim yerde beğenecek bir şey mutlaka buldum. Uyumlu olmaya çabaladım. Sonra o yere kendimden bir şeyler katmaya çalıştım. Fizikçi olmaya nasıl karar verdiniz? Anne ve babamın etkisiyle sanatla bilim, duyguyla düşünce arasında gidip gelen bir çocuktum. 13 yaşındayken babamın işi gereği Amerika’ya gitmiştik. Ortaokul fizik öğretmenim fiziği sevmemi sağlayan kişidir. Bana verdigi kitaplarda sadece fizik problemleri degil, 2. Dünya Savaşı’ndaki ilk nükleer silahların geliştirildiği Manhattan projesi, projenin başında olup sonra nükleer silahlanmayla karşı mücadele veren Robert Oppenheimer’ın hayatı gibi konular da vardı. Fiziksel kavramların bir öyküsü olması ilgimi çekmişti. Şimdi Cambridge Üniversitesi profesörüsünüz. Neden Cambridge’i seçtiniz? Amerika’nın ve Avrupa’nın bilimsel araştırma kültüründen ortak öğeler barındıran bir yer İngiltere, o nedenle hep ilgim vardı. Ancak akademik kariyerde ciddi bir piramit yapı söz konusu, o yüzden hangi ülkede hangi okulda kadro bulabileceğinizi önceden bilemiyorsunuz. Birkaç okula başvurmuştum. Cambridge’in teklifi daha ilginçti, kabul ettim. Bir başka unsur da lisans ve doktoradaki öğrenci kalitesi.
"Eğlenerek çalışırız"
“Işık seviyesinin gürültü ölçümü”ne gelmek istiyorum. 2015’de teorik olarak olması beklenen ama ders kitaplarına bile “gözlemlenemez” diye geçen ışığın bir özelliğini gözlemlemeyi başardık. Buluş demek çok doğru değil. Diğer birçok makalemiz gibi temel fizik konusu üzerine bir araştırmaydı. Hayatınız hiç mi değişmedi sonrasında? Türkiye’de tanınırlığım arttı, bu da bana gençlere ve bilimseverlere ulaşabilme şansı tanıdı. Zaman buldukça toplumumuzda ciddi bir ihtiyaç olan bilim iletişimine katkıda bulunmaya başladım. Onun dışında normal çalışmalarımıza devam ettik. Kutlama yaptınız mı? Yaptık, tabii! Bilimsel araştırmalar çok emek istiyor. Asıl kutlama sonuçları elde ettiğimizdeki o ortak mutluluk ve heyecan hali. Makale yayınlandığında da tüm ekip şampanyayla kutlamıştık. Laboratuvarda her zaman müzik vardır. Eğlenerek çalışırız. Kampüs dışında neler yaparsınız? Çok fazla şeye zaman kalmıyor, özellikle son iki yıldır. Fırsat buldukça, hatta uykumdan kesip film izlerim. Müzik dinlemeyi severim, türü ruh halime göre değişir. Bisiklet ve kürek sevdiğim sporlar. Bir de kedim var, onun yeri ayrı.
"Öğrettiğimi varsaymam"
Peki nasıl bir hocasınız? Öğrettiğini varsaymayan bir hoca. Özne ben değil, öğrencidir. Ben yol gösterenim. Öğrencileri işlediğimiz konuların tarihteki yerini anlatarak derse angaje etmeyi seviyorum. Örneğin bir denklemin hangi şartlarda, hangi zamanlarda ortaya çıktığını bilmek ona daha bir anlam kazandırıyor. Fizik Türkiye’de popüler bir meslek değil. Gençler niye fizik okusun? Bir ülkenin gelişiminde temel bilimlerin yeri önemli. Meslek olarak baktığımızda illa akademisyen, öğretmen olmak gerekmiyor. Mesela Cambridge’de temel bilimler mezunlarının yarısı yüksek lisansa, yarısı başka mesleklere yöneliyor. Finanstan yöneticiliğe birçok iş kolunda problem tanımlayan ve çözen kişiler olabiliyorlar. Türkiye’de saçınızın uzunluğunu yadırgayanlar varmış. Stereotipler yüzünden. Lise hatta üniversite yıllarımda saçı uzun veya küpeli diye gençlerin şiddet gördüğü olurdu, otobüse, minibüse alınmama vardı. Ben de bunlardan nasibimi aldım. Artık pek olmuyor sanıyorum. Alıştı mı insanlar? Evet. Bilimde de erkek, beyaz, ciddi, hatta yaşlı bilim insanı stereotipinin değiştiği bir dönemdeyiz. Bugün cinsel yönelimler dahil normdan farklı olabilme hakkı için vermemiz gereken savaşları verelim, toplum zamanla hepsine alışacak. Gelecekten umutlu olmamın nedeni de bu. Sizin ekipte kaç kadın var? Yıldan yıla değişir, yüzde 25-50 arası. Bizim branşın ortalamasına göre iyi, ama yeterli değil. Bilim dünyasına has bir durum değil bu. Toplumdaki genel erkek egemen yapıdan bilim de nasibini alıyor, değişecek ama.
Boğaziçi’ne tam destek
Covid dönemi nasıl geçti? Laboratuvarımız kapandı birkaç ay. Deneysel fizik evden yapılacak bir iş değil. Ancak hiçbir şey yapmamanın ekibimin mental sağlığına iyi gelmeyeceğini düşündüm. Sanal toplantılar, çalıştaylar yaptık, teorik sorulara yöneldik. Herkesin uyum şansı olsun diye, esnek çalıştık. İster gerçek ister sanal, sağlıklı bir çalışma ortamı yaratmak benim görevim. Son yıllardaki Türkiye’den beyin göçü ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Beyin göçü hep olur. İsteyen gidebilmeli, bence başka ülkelerde yaşayıp farklı kültürler tanımak güzel bir şey. Bunu engellemeye uğraşmak yerine diğer ülkelerden de bize beyin göçü yaratabilmek gerek. Ancak son dönemde başka bir dert var. Artan ekonomik sıkıntılar, azalan akademik özgürlük, liyakat ilkesinden sapma, ayrıştırıcı söylemler gitmeyi düşünmeyenleri bile dışarı itti ve itiyor ne yazık ki. Türkiye’de kalsanız, belki Boğaziçi’nde akademisyen olabilirdiniz. Olaylar hakkındaki düşünceniz? Başka bir ülkede yaşadığım, resmi olarak o dinamiğin içinde olmadığım için söz sahibi değilim, ama bu mücadeleyi veren tüm arkadaşlara desteğim tam. Türkiye’de üniversitelerin özerk olması gerektiğini düşünüyorum. Tepeden gelen yönetim şekillerine karşıyım. Örneğin YÖK olmamalı. Her üniversite kendi yönetimini belirlemeli. Bu değerli kurumları, kendi hallerine bırakmak gerek. Aksi halde köstek olmuş oluruz.