Önce iktidar aktörlerinin danışmanlarından birisinin lüks araç içinde kokain çektiği görüntüler ortaya çıktı. Ertesi akşam da yine iktidar milletvekillerinden bazılarının danışmanlarının araç bagajından balyalarla euro ve dolarları çıkardıkları görüntüler yayınlandı. O aralarda bir başka video daha yayına girdi. Bir amiralin tarikat evindeki namaz kılma görüntüleri servis edildi. Bir önceki haftanın hukuk zemini üzerindeki siyasi kararları ve hamleleriyle afallamışken bu hafta da bu videoların ortalığa dökülmesinin arkasında bir başka mesele olması lazım. Anlaşılan iktidarı oluşturan Türkçü ve İslamcı zihni koalisyonun içinde bir güç kavgası yaşanıyor. Zihni koalisyonun aktörlerinin kimler olduğu açık olmadığı için, kim kimi dövüyor anlamasak da yaşananların Türkçü ve İslamcı kanatlar arasında bir kavga olduğunu söylemek mümkün. Ülkenin yaşadığı pandemi ve can sağlığı riski, ekonomik buhran nedeniyle işsizlik ve geçim riskinin yanısıra dünyanın tüm aktörleriyle kavga halinin ürettiği dış politika riskleri yoğunlaştıkça zihni koalisyonun aktörleri geleceğe dair pozisyonlarını yenileyerek güçlenmeye çalışıyorlar. Beş gün içinde andımızdan başlayarak Gergerlioğlu kararı, HDP kapatma davası, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma, binden fazla gayrimenkulü vakıflara devretme gibi kararların üst üste gelişiyle, bu videoların da hemen devam eden haftada, aynı üç güne denk gelişleri tesadüf değil elbette. Hele bunların üzerine Meclis Başkanı’nın “Cumhurbaşkanı isterse Montrö Anlaşması’ndan çekilebilir ve buna yetkisi var” açıklamasını da eklerseniz Ankara’daki gerilimin oldukça sert olduğu anlaşılabilir. Belki de zihni iktidar koalisyonu içindeki kavganın yeni ve daha sert hamlelerini yakın gelecekte göreceğiz. AK Parti nereden nereye geldi
Aynı günlerde Doğu Biga Madencilik Genel Müdürü’nün Kaz Dağları’nda ‘Su ve Vicdan Nöbeti’ yapan çevreci aktivistler hakkında söyledikleri gündem oldu. Genel Müdür’ün “30 yıldır bekliyoruz, 3-5 ay daha bekleriz” sözleri kadar konuşma üslubu, tarzı, cüretkarlığı ve ekrandan taşan kibri ile yıllar önce Soma madenci yakınlarını tekmeleyen danışmanın cüretkarlığı arasında fark yoktu. Tüm bu görüntülerin ve olan bitenin gösterdiği ve ima ettiği siyasi sonuçlar kadar toplumsal ve sosyolojik yanı da var elbette. Özellikle kokain çeken ve balyalarla para taşıyan genç danışmanların gösterdiği bir durum var. Bu durumun bir yanı siyasal ve örgütsel bağlamda Ak Parti’nin geldiği yerle ilgili. Diğer yanı ise toplumsal, Ak Parti’nin varolma ve iktidar olma sürecindeki siyasal hedefleri ile bunların toplumsal yönü ve bugün gelinen yerle ilgili. Lidere biat edenlerin partisi
Ak Parti, Siyasal İslam’dan gelen kadroları bir ölçüde değişerek, dindarların taleplerinin yanısıra demokrasi, hukuk, hizmet gibi konularda kapsama alanlarını genişleterek başlamıştı yolculuğa. 2007 seçimlerinde seçmenin yarıya yakınının oyunu almayı başarırken de iktidarın ilk döneminde özellikle ekonomik başarısı ve bir kimliğe hapsolmayan diline yaslanmıştı. Örgütü ve üyeleri de başlangıçta bir davaya adanmış kadrolardı belki. Ama giderek Ak Parti tümüyle bir lidere bağlı, o liderin tek merkezli tahayyülüne göre biçimlendi. Bu süreç uzun ve ayrı bir analiz konusu. Ama bugün imkan olsa ve Ak Parti il ve ilçe yönetim kurulları üyelerini kapsayan bir anket yapsak, “dava” denen konuyla bile ne kadar ilgili oldukları anlaşılır. Bugün Ak Parti yalnızca lidere biat eden değil, o güce yakın durarak ekonomik ve siyasal güç elde etmenin aracı haline dönüştü. Her fethin ardından talan gelir
Ak Parti dindarların mağduriyetleri veya mağduriyet algılarından güç alarak başladığı yolculukta bugün varolan sistemin merkezini fethetme derdinde olan bir güce dönüştü. Doğal olarak her fethin ardından talan da geliyor. Bu videolarda gördüklerimiz veya henüz görmediğimiz, bilmediğimiz diğer danışmanların, siyasetçilerin, illerde, ilçelerde yaptıkları da bir bakıma talan görüntüleri. Öte yandan toplumda da siyasette de bir lümpenleşme süreci yaşanıyor. Gecikmiş modernleşmenin telaşı ile gündelik hayatın ritmindeki hızlanma birleşiyor. Göçle beraber metropolleşme, tanış olunmayan, ilişki kurulmayan kalabalıklar halinde yaşamı çoğaltıyor. Kalabalıklar halinde ama ilişkisiz gündelik yaşam; geleneklerin, ananelerin, “normal”, “makul”, “edep” gibi soyut ölçülerin tümünü bozuyor. Kutuplaşmalar, kimliklere sıkışmalar nedeniyle de yeni normal, yeni makul olanın, yeni “iyi-doğru-güzel” tanımları üzerinde toplumsal kabuller üretilemiyor. Bu savrulma hali siyaset marifeti ve diliyle de normalleştirildikçe lümpenleşme artıyor. “Hamili kart yakınımdır” diyenler şimdi “sen benim kim olduğumu biliyor musun” diline dönüyorlar. Bunlar da kurulu düzenin elitleriyle mücadele, statükoyla mücadele gerekçesiyle meşrulaşıyor. Meşrulaştırma keyfiliği, hukuk tanımazlığı genişletiyor. ‘Alın teriyle başarı imkansız’
Gençlere dair tüm araştırmalar rol modellerinin kalmadığını, hayallerinin de olmadığını gösteriyor. Gençler alın teriyle, namuslarıyla çalışarak başarmanın giderek imkansızlaştığını görüyorlar. Bunun da başlangıç noktası eğitimden geçiyor. Ama bugün üniversitelerin ve öğrencilerinin sayısı artarken nitelik olarak nasıl bir açmazda olunduğunu bizzat o gençler biliyor. KONDA’nın bir gençlik araştırmasının bulgularından birisiydi, gençlerin yüzde 48’i üniversite eğitiminin kazanımının ne olduğu sorusuna “işe girebilmek için diploma” cevabı veriyorlar. Üniversite eğitimi bilgi, meslek veriyor fikrinde olanları yalnızca yüzde 22. Gençlerin yüzde 40’ı “hayatımın gidişatını değiştirmek için yapabileceğim bir şey yok” duygusunda, hayallerini gerçekleştirebilmek için bile torpil gerekli diyenler yüzde 7, şans diyenler yüzde 16, aile imkanları diyenler yüzde 11 oranında. Güce, paraya veya başarıya ulaşmanın yolunun alın teriyle, namusuyla çalışmak değil kısa yoldan, güce yakın durarak kazanmak olduğu duygusu yaygınlaşıyor, yaygınlaşırken de meşrulaşıyor. O zaman da Ak Parti’nin hayal ettiği “dindar gençler” yerine lümpenleşen gençler çoğalıyor. 70 yılda kazanılabileceklerini 7 yılda kazanan bu gençler de 70 yılda tüketebileceklerini 7 yılda tüketiyorlar. Kimi siyasetçilerin çocukları kumar masalarında, kimilerininki kokain partilerinde, kimilerininki de gece alemlerinde telef olup gidiyor. Halbuki onlar sınıf atladıklarını, statükoya rağmen başardıklarını, dava için çalışıyor olduklarını sanıyorlar. Hepimizi ilgilendiren tarafı ise bu yaşananların iktidarın oyunu azaltıp azaltmadığı değil toplumun alın teriyle çalışmaya, namusuyla başarmaya dair kabullerinin ve umutlarının azalıyor oluşu. Nitekim toplumun yarıya yakını artık bu siyasi aktörler marifetiyle ülkenin sorunlarının çözüleceğine inanmıyor. Siyaset itibarını da inandırıcılığını da kaybetmeye devam ediyor. Ak Parti ise oy oranından daha çok samimiyetini, inandırıcılığını kaybediyor. Hala en yüksek oyu alabilecek parti konumunu koruyor olsa da iktidarını koruyabileceği oy oranından da giderek uzaklaşıyor. Çünkü dava denilen hikaye toplumla inatlaşmaya dönmüş durumda. Dava diyerek hala bir siyasi ve ahlaki projesi varmış izlenimi vermeye çabalasa da gelinen noktanın statükonun fethi olduğu gün gibi ortada. Batı karşıtlığının karşılığı yok
Toplumla inatlaşmaya somut bir örnek vererek bitireyim. Ak Parti, yandaşları ve eleştirmekle birlikte hala Ak Parti’ye destek veren entelektüellerinin dilindeki batı karşıtlığının toplumda hiçbir karşılığı yok. Nitekim, “devlet nizamı, hukuk düzeni, ekonomisi ve yaşam standardı açısından Türkiye hangi ülkeye benzese mutlu olurdunuz?” diye sorduğumuzda Avrupa, ABD ve İngiltere diyenlerin oranı 2016 yılında yüzde 62’yken, 2020 yılı Kasım ayında yüzde 70’e yükseldi. Toplumun her ne kadar batı ile ilişkilerinden kültürel kaygıları olsa da hala muasır medeniyet tanımı batı. Aynı soruya “Müslüman bir ülkeye benzese mutlu olurum” cevabını verenlerin oranı beş yıl önce yüzde 4 iken şimdi sadece yüzde 1. Ak Parti’nin iktidar sürecinin ikinci yarısında seçmendeki eksilmeyi tamamlamak için hatırladığı dava söyleminin, dindar toplum, dindar gençlik hayalinin de içini boşaltan yine kendi yaptıkları ve temsil ettikleri olduğunu not etmek lazım.