05 Aralık 2025, Cuma
24.09.2025 10:14

Altın Koza’da Ulusal yarışma başladı…

A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

32. Adana Altın Koza Film Festivali’nin 10 yeni filmin gösterileceği ulusal yarışma bugün iki filmin gala gösterimleriyle başladı. Cuma gününe kadar gösterilecek yarışma filmlerinden sonra yönetmen Ümit Ünal başkanlığındaki jüri 16 kategoride Altın Koza Ödülleri’nin bu seneki sahiplerini belirleyecek.

Dün Ulusal Yarışma’nın ilk iki filmi Emine Yıldırım’ın bu hafta vizyona da girecek olan filmi Gündüz Apollon Gece Athena ile Türkiye prömiyerini yapan Orhan Eskiköy’ün Ev’i seyirciyle buluştu.

Gündüz Apollon

 

Bir hayalet kılavuzu

Emine Yıldırım ilk olarak, 2013 yılında izlediğimiz, Ramin Matin’in yönettiği Kusursuzlar filminin senaristi olarak girdi radarımıza. İki kız kardeşin çekişmeli ilişkisini bir yazlık ev macerasında ele alan senaryosuyla ilgi çekmişti. Senaristliğinin yanı sıra yapımcılık geçmişi de olan Yıldırım’ın yazıp yönettiği bu ilk film daha durduğu yerde bir merak unsuruydu.

Kadın yönetmen gözünden kadın hikayesi gibi bir klişeye başvurmayı sevmem, ama Tokyo Film Festivali’nde Asya’nın Geleceği bölümünde yarışan ve En İyi Film ödülünü kazanıp gelen Gündüz Apollon Gece Athena tam da bir kadın bakışıyla yazılmış ve çekilmiş bir ilk film.

Beden diliyle oldukça yorgun ve bıkkın bir izlenim veren Defne adlı genç bir kadın, otobüsle geldiği Side’de küçük bir otele yerleşir. Ama Defne normal biri değildir, başkalarının göremediği bazı şeyler görüyordur. Filmin hemen başında belli olduğu için bu durum çok da sürpriz bozan bir detay olmayacak: Ezgi ölü insanları görüyor ve onlarla konuşabiliyordur. Bu da onu bazı ister istemez gördüğü bazı hayaletlerin hayattaki yakınlarıyla iletişime geçeceği bir ‘aracı’ haline getirmiştir.

Onu henüz bebekken bırakıp daha özgür bir yaşamı seçmiş annesinin izini süren Defne yardımına ihtiyaç duyan ve öte tarafa gidememiş huzursuz hayaletlerle de çoğunlukla ‘gönülsüz’ bir şekilde uğraşıyor. Yani ucu trajik bir ‘siyasi kayıp’ hikâyesine ulaşan Hüseyin’in ve aile içi şiddet mağduru Nazife’nin de sorunlarını çözmek zorundadır. Kaldığı otelin sahibi ve kocası tarafından sürekli eleştirildiği için bastırılmış Selma’ya ve Side’deki antik kalıntıların içinde bembeyaz kostümüyle bir görünüp bir kaybolan gizemli bir genç kadınla da yolu kesişir.

Yıldırım’ın başından sonuna çok rahat, ilgiyle izlenen filminde Atıf Yılmaz ustanın özellikle kadın karakterlere odaklandığı filmlerinden de aldığımız bir tat var. Zaten Yıldırım’ın bunu amaçladığı birkaç minik göndermeyle de belli. Ana karakteri Ezgi’nin annesiyle yüzleşme/hesaplaşma isteği baba-oğul hikayelerinden geçilmeyen sinemamızda hoş bir nefes oluyor. Ama sadece bu yok; Hüseyin’in hikayesi bu ülkenin tarihindeki acı travmalarından birine, Cumartesi Annelerine bağlanırken, Nazife’nin hikayesi de başka bir dokunaklı anne-kız meselesine parmak basıyor. Antik dönemden beri, kadınların toplumsal konumlandırılmasında sorun olduğuna işaret eden beyazlı sessiz kadın sahnelerinin biraz fazla 80’ler tarzı bir nostalji içerdiğini düşünsem de Gündüz Apollon, Gece Athena’nın günümüz insanının ve özellikle de kadınların haletiruhiyesine olan duyarlı yaklaşımını değerli buluyorum.

Defne rolünde Ezgi Çelik, karakterinin yorgun ve gönülsüzlüğünü, içinde taşıdığı duygusal travmayı her an yansıtıyor. Ona verilmiş olan bu ‘hediye’nin getirdiği sorumluluğun ülke insanının travmatik ilişkilerinden dolayı nasıl da bir yüke dönüştüğünü seyirciye de başarıyla hissettiriyor. Filmde izleyicide en çok yer eden diğer bir isim de Hüseyin karakterinde izlediğimiz Barış Gönenen. Genç oyuncu birkaç yıl önce başarılı bir ödül sezonu geçiren Çilingir Sofrası’ndaki gibi yine samimi bir performansla, zaten hikâyesiyle de dokunaklı olan karakterine değer katmış. Filmde ayrıca Lale Mansur, Selen Uçer ve Deniz Türkali’yi de zaten ceplerinden kolayca çıkarabilecekleri rollerde izliyoruz. Türkali’yi seneler sonra bir daha beyaz perdede görmek de iyi geldi.

Sinemamızda fantastik öğelerle yoğrulan sosyolojik katmanlı hikayelerde denge kurmakta zorlanılır
genellikle. Ya inandırıcılıktan yoksun olup amaçlanmayan bir komediye dönüşülür ya da zemini zayıf
etkisiz filmler olurlar. Gündüz Apollon Gece Athena tıpkı gönderme yaptığı Aaahh Belinda gibi bu
anlamda kıvamı tutturabilmiş samimi bir film.

Gündüz Apollon

 

Başını sokacak bir Ev

6 Şubat Hatay depreminden yaklaşık 4 ay önce Hatay Film Festivali’ne jüri üyesi olarak davet edilmiştim. Hayatımda ilk kez Hatay’a gitmiştim ve hem şehire hem de insanlarına hayran olmuştum. Şehrin kültür atmosferi, tarihle iç içe dokusu ve insanların canayakınlığından çok etkilenmiştim. 6 Şubat 2023’te yaşanan büyük depremin şehirde ve insanlarda yaşattığı tahribat 4 ay önce orada sadece birkaç gün geçirmiş beni bile yıkmıştı adeta. Ama o travmayı yaşayanların önceki hayatlarından ne kadar farklı bir duruma düştüklerini Orhan Eskiköy’ün yeni filmi Ev’i görünce tam olarak anlayabiliyorsunuz.

2008 yılında izlediğimiz İki Dil Bir Bavul’un da yönetmenlerinden biri olan Eskiköy, yine oradaki gibi anlattığı hikâyenin gerçek kahramanlarıyla yarı-belgesel bir film çekmiş. Üç çocuklu Karasu ailesi depremden sonra çadırda yaşamaya başlamışlar. Ancak bu çadırda yaşam süreci maalesef uzadıkça uzamış. Oysa devlet yetkilileri evsiz kalan mağdur insanlara yeni evlerini inşa edebilmeleri için bir yıl izin istemişlerdi. Hülya ve Mustafa çifti kendilerininki gibi çocuklarının psikolojilerini de korumak için insanüstü bir çaba göstermişler. Mustafa işinde çalışırken bir yandan da çadırın ve geçmeyi hedefledikleri prefabrik evin bütün fiziksel işlerini yürütmeye çabalamaktayken Hülya da günlük işleri ve çocukların bütün ihtiyaçlarını sanki hiç öyle bir felaket yaşamamışlar gibi gidermeye çalışmış. Mustafa’nın sessiz ama yüzü hiç düşmeyen mücadelesine Hülya’nın güçlü iradesi ve sorumluluk bilinci eşlik etmiş hep. Ailece hem deprem korkusuyla, hem evsiz kalma psikolojisiyle hem de normal hayata dönebilme çabalarıyla çok zor süreçler yaşamışlar.

Ev

 

Yönetmen Eskiköy, aileyle bir süre yaşamış ve özellikle de ailenin manevi gücünü ayakta tutan anne Hülya’ya ve eğitimi, odağı örselenmiş evin küçük oğlu İbo’ya yoğunlaşmış en çok. İbo kız kardeşi İdil ve ağabeyi Yunus Emre’ye göre yaşı gereği daha aktif ve duygusal olarak da en kırılgan olanı aslında. Derslerinde zorlanıyor olsa da bir şekilde olağana yakın bir akışla hayatı sürdürmeyi hep yanında olan
anne-babası sayesinde başarıyor.

Her ne kadar yönetmen filmde yaşanan zor durumları son derece ölçülü ve dikkatli bir şekilde sömürmeden anlatsa da seyirci bazen zorlanıyor bu yaşantıya şahit olmakta. Çünkü ne olursa olsun hepimizin bir deprem travması var bu ülkede. Üstelik yaşanacak daha depremler var belli ki, bu konuda depremler sonrasında yaşanan her türlü tedbirsizlik, işbilmezlik, liyakatsizlik ve ilgisizlik de ayrıca canımızı yakmakta. Filmde hiç ağlayan insan yok; ölenler, mezarlar yok… Sadece umutla başlarını sokacak yeni bir eve ulaşmaya çalışan bir aile var. Bu aile zaman zaman sorunlardan kamansalar bile gülmeyi hiç terketmemişler. Ama yine de izlemek zorluyor bizi bazen.

Belki Eskiköy bu handikapı 93 dakika süren filmini 15-20 dakika daha kısa tutarak daha rahat aşabilirdi diye düşündüm. Ailenin çadırda yaşadığı rutin hayatı filmin ilk bir saatini kaplıyor, sonra da prefabrik ev inşası ufak ufak başlayınca film de yeniden bir tempo kazanıyor.

Ev

 

Doğrusu barınma problemi çağımızın en büyük sorunlarından biri olmaya başladı giderek. Doğal afetler, savaşlar, ekonomik sorunlar derken insanların başlarını sokacakları bir eve ulaşmakta giderek daha fazla zorlanması çok acı değil mi? 6 Şubat 2023’ten beri, iki buçuk yıldır Karasu ailesinin evi hâlâ teslim edilmemiş. Hâlâ konteynerlarda yaşayan binlerce aile var! Ev bize hem bu gerçeği haykırıyor hem de bizi dağılmaktan koruyan ‘ev’in aslında hayatımızda ne kadar önemli bir unsur olduğunu anlamamızı sağlıyor.

* Bu haber/yazı ve resimlerin eser sahipliğinden doğan tüm hakları Haftalık Yayıncılık Anonim Şirketi’ne ait olup işbu yazı/haber ve resimlerin, kaynak gösterilmeksizin kısmen/tamamen izin alınmaksızın yeniden yayımlanması yasaktır. Haftalık Yayıncılık Anonim Şirketi’nin, 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 24. maddesinden doğan her türlü hakkı saklıdır.