05 Aralık 2025, Cuma
20.11.2025 14:59

İki farklı Türk filmi: Atlet ve En Güzel Cenaze Şarkıları

36. Ankara Film Festivalİ’nin ulusal yarışmadaki son gününde üç yerli yapım seyirci ve jüriyle buluştu. İstanbul Film Festivali’nde de izlediğimiz Atlet, Adana Film Festivali’nde de ilgiyle izlenen Perde ve dünya prömiyerini Tokyo Film Festivali’nde yapan En Güzel Cenaze Şarkıları.
A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

36. Ankara Film Festivalİ’nin ulusal yarışmadaki son gününde üç yerli yapım seyirci ve jüriyle buluştu. İstanbul Film Festivali’nde de izlediğimiz Atlet, Adana Film Festivali’nde de ilgiyle izlenen Perde ve dünya prömiyerini Tokyo Film Festivali’nde yapan En Güzel Cenaze Şarkıları. Ödüller Cuma akşamı sahiplerini bulacak…

Atlet iki erkek yönetmen tarafından yönetilmiş zor ve sert bir kadın filmi. Başardığı çok önemli işler var ama bazı önemli handikapları da yok değil. 

Bir kere ilginç bir ana karaktere sahip; Hatice yirmili yaşlarında ve halter sporunda başarı kovalayan bir atlet. İşsiz annesiyle yaşıyor ve maddi sıkıntıları var. Dolayısıyla madalya kazandığında alacağı para ödülüne ve devlet teşvikine ihtiyacı var. Kız arkadaşları bu ihtirasının sadece para olduğunu kastettiklerinde kızıyor ve başarılı olmayı sadece para için istemediğini sertçe ifade ediyor ama film onun bu hırsını pek işlemiyor, biz de arkadaşları gibi düşünüyoruz çoğunlukla. 

Biraz sert tavırlı antrenörü de kazanması için baskılıyor Hatice’yi ve birlikte bir plan yapıyorlar. Hatice eğer hamile kalırsa hormonlarındaki artış kimsenin anlamayacağı doğal bir dopinge neden olacaktır ve bu da önlerindeki uluslararası müsabakalardaki şansını artıracaktır. Hesaplarına göre turnuva bitince kürtaj olabilecektir. Hatice bu süre zarfında bir an önce hamile kalmaya çalışır ama bir süre sonra antrenörü de bu sürece farklı bir şekilde dahil olur!

Atlet kadın izleyicileri tetikleyebilecek bazı detaylara sahip bir film. Hatice kendi isteğinden çok bir amaç uğruna cinsel ilişkiye giriyor birkaç kere. Hatta bunlardan en kritik olanı fiziksel şiddet olmasa da aslında düpedüz tecavüz. Hatice’nin kişisel hırsı biraz daha derinleştirilebilse onun bu süreç öncesi ve sonrasında yaşadıkları seyirci için çok daha anlamlı olabilirdi. Bu haliyle de elbette etkileyici ve Hatice’yi canlandıran Sevda Baş zor bir işin altından alnının akıyla çıkmış. Ancak Hatice’nin bütün bunları niye göze aldığını senaryo biraz daha güçlü işleyebilirdi. Sonunda gelinen noktada Hatice’nin tercihleri gerçekten karakterin organik tercihleri mi yoksa yönetmen ikilisinin tercihi mi? Bu noktada kadın bakışı filmi farklı yorumlayabilir. Açıkçası ben senaryoda hissettiğim bu eksiklik duygusu yüzünden karakterin başına gelenlere karşı bu sessizliğinin ve çaresizliğinin nedenlerini tamamen ortaya koyulamadığını düşünüyorum.   

Safdie kardeşlerin filmlerini hatırlatan müzik kullanımı etkileyici. Bu elektronik ağırlıklı müziklere imzasını atan Eylül Deniz Keleş’e tebrikler. Bir tebrik de görüntü yönetmeni Ayşe Alacakaptan’a. Filmin dokusu, renkleri ve alan derinlikleri göz alıcı bir şıklıkta. Ama söylemeden de geçemeyeceğim; bu hikayenin İzmir’de geçmesini biraz sıkıntılı buldum ben açıkçası. Sanki denize kıyısı olmayan, daha sıkışık hissi veren başka bir şehirde geçmeliydi bu hikâye. Final sahnesi o zaman daha farklı ve daha bütünleyici bir hale getirilmiş olur ve ataerkil düzen eleştirisi daha sağlam bir kapanışla yapılabilirdi.  Ayrıca üç kız arkadaşın birkaç kere gördüğümüz ‘kafa dağıttıkları’ sosyal hayatları, seks konusunu da kapsayan muhabbetler sadece İzmir’e hasmış gibi yanlış bir algılamaya da yol açabilir bazı izleyicilerde ki bu da yanlış bir fikir olur. Hatice’nin genç ve flörtöz annesi de bu ‘İzmirli kadınlar’ klişe bakışına yaslıyor filmin kadın karakterlerini ve bence bu filmin temasına zarar veriyor.  

Yönetmenler Semih Gülen ve Mustafa Emin Büyükcoşkun’un daha sağlam bir senaryoyla çok daha iyi filmlere imza atacakları kesin.

En Güzel Cenaze Şarkıları

Yönetmen Ziya Demirel’in ilgi çekici ilk filmi Ela ve Hilmi ile Ali’den sonra merakla beklenen ikinci uzun metrajlı filmi En Güzel Cenaze Şarkıları bana Japonya toplumunun karanlıkta duran kimi özelliklerini deştikleri çılgın deli dolu filmler yapan iki Japon yönetmen Takeshi Miike ve Sion Sono filmlerini anımsattı. Çok karakterli ve birbiriyle çarpışan hikayeler 6 ayrı bölüm oluşturuyor. Bazı karakterler sadece bir bölümde gözüküyor, bazı karakterler diğer hikayelerde devam ediyor ve hatta filmdeki alanları daha da genişliyor. Ama hikayenin özünde yakın bir dönemde kocasını kaybetmiş bir kadın ve onun iki oğlu var. İlk bölümde Esra Dermancıoğlu’nun başarıya canlandırdığı kocasının ölümünden sonra bir türlü toparlanamamış ve ‘çocuk kadın’ olarak kalmış Saadet’i annesi ve ablasıyla geçirdikleri bir akşamı izliyoruz. Sonra Saadet’in oğlu, bir düğün videocusu olan Murat’ı bir daha hiç görmeyeceğimiz bir gelinle damat arasında işini yaparken izliyoruz. Murat’ın sevgilisiyle geçirdiği ve son derece doğal yazılmış bir yatak odası muhabbeti üçüncü bölümü oluşturuyor. Sonra Saadet’in diğer oğlu ve eşiyle tanışıyor, sonra ailenin bu kaybedilen babanın ruhu için kutladıkları doğum günü partisine geçiyoruz. 

Bazı dağınıklıklar zaten Demirel’in amaçladığı yapıya uygun ve elbette bilinçli. Bazı sahneleri gayet de komik yazılmış. İnsanların kayıplarıyla ve hayal kırıklıklarıyla yaşama tutunma çabaları sırasındaki sarsıntıları, bu sırada düşülen duygusal tuzaklar, trajikomik haller, insanların birbirleriyle kurdukları değişken ilişkiler, yas sürecinden çıkamama hali, rastlantıların birbirine çarpıştırdığı insanların yarattığı ani şoklar bütün bu bölümlerin içinde saklı. İlk bölümdeki melankoliyi ve bazı sahnelerdeki sürprizli sivri mizahı sevdiğimi söylemeliyim ama çoğu karakterin yüzeysel kaldığını da düşünüyorum. Bir noktadan sonra neredeyse bütün karakterleri nasıl yaşayacaklarını tam bilemeyen, kayıplarını ilahlaştırmadan anabilmekten bile aciz insanlar olarak çiziyor ve buna bir de insanların Atatürk sevgisini de ekliyor ki ben bunun anlatılan halle aynı şey olmadığını, ayrıca bunun bir mizah ya da eleştiri meselesi haline getirilecek bir zaman ve coğrafyada yaşamadığımızı düşünüyorum. 

Ayrıca final bölümü önceki bölümlerde adı geçen bir karaktere ayrılmış uzun uzun ve bu bölüm yönetmenin ulaşmak istediği yere tam ulaşmasını sağlayamadığı gibi biraz da uzun kalmış. Aslında bir epilog olarak tasarlanmış belki de ama ayrı bir kısa film ile dozu elden kaçmış bir epilog arasında bir yerde duruyor. Beşinci bölümün finalinin seyircide yarattığı etkiyi de aşağı çekiyor.

Yine de Ziya Demirel iyi bir yönetmen, filmi de renkli bir seyir deneyimi yaşatıyor seyirciye.

Yarışmanın bir diğer filmi olan Perde’yi de Adana Film Festivali’nde izlemiş ve değerlendirmiştik. O yazıya buradan ulaşabilirsiniz…  

* Bu haber/yazı ve resimlerin eser sahipliğinden doğan tüm hakları Haftalık Yayıncılık Anonim Şirketi’ne ait olup işbu yazı/haber ve resimlerin, kaynak gösterilmeksizin kısmen/tamamen izin alınmaksızın yeniden yayımlanması yasaktır. Haftalık Yayıncılık Anonim Şirketi’nin, 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 24. maddesinden doğan her türlü hakkı saklıdır.