05 Aralık 2025, Cuma
19.11.2025 13:08

Annesiz büyüyen çocukların filmleri

A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

36. Ankara Film Festivali’nde ulusal yarışma dün üç film seyirci ve jüri önüne çıktı. Bunlardan ilki bu seneki Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden 7 ödülle dönen Tavşan İmparatorluğu’ydu. Diğer ikisi hayli dramatik anlara sahip olan Aldığım Nefes ve daha önce İstanbul ve Adana Film Festivallerinde de yarışan Buradayım, İyiyim’di


Yönetmen Seyfettin Tokmak senaryosunu da yazdığı bu ikinci uzun metrajlı filmini Meksika ve Hırvatistan ortaklığıyla çekmiş. Filmde taşrada zor koşullarda geçim mücadelesinde olan babası Beko ile birlikte yaşayan Musa’nın sert hikayesi anlatılıyor. Annesini yeni kaybetmiş olan Musa adlı bu genç çocuk, babası ve okul müdürü tarafından devlet yardımı alabilmek amacıyla engelli taklidi yapması için zorlanmakta. Babasıyla sürekli sürtüşen Musa bu duruma isyan etmekte ama etrafında ona destek olabilecek kimsesi yoktur. Okul müdürünün organize ettiği tazı yarışı sırasında yem olarak kullanılan tavşanları toplayan Beko’nun tuzaklarını bozmakta ve bu tuzaklardan kurtardığı tavşanlara da kendi gizli mağarasında bakmaktadır. Sonunda Musa bu gidişatı kendi özgürlüğü için bozmaya karar verir. 

Üst üste izlediğimiz filmlerde annesiz kalmış çocukların kendilerini dışlanmış hissetmeleri, babalarıyla sürtüşmeleri ve duygusal ya da fiziksel acılar çekmelerini izliyoruz. Türkiye’nin toplumsal hayatında çocukların suç dünyasına giderek daha fazla yaklaşması, özgürlüklerine yapılan tacizler, büyükler tarafından art arda hayal kırıklıklarına uğratılıyor olmalarının sinema filmlerimizdeki izdüşümleri olsa gerek bu durum. 

Musa sırtından hakkı olmayan bir gelir elde etmeye çalışan babasından, okul müdüründen ve etrafındaki diğer çocuklardan da zorbalık görmekte. Bu sert atmosfer içinde anne ve diğer kadınlar zaten susturulmuş veya yok edilmişler. Müdürün kızı da Musa’dan çok farklı bir konumda değil aslında. Nitekim bu iki çocuk bir süre sonra birlikte bir çıkış yolu aramaya karar veriyorlar. 

Tavşan İmparatorluğu sert koşullarda kendi bireyselliğini, çıkışını arayan bir çocuğun büyüme hikayesi. Zaman ve mekan olarak dünyanın her yerinde geçebilir. Zaten yönetmen Tokmak da filmini zamansız ve mekânsız bir atmosferle kurmuş adeta. Bu olay Meksika kırsalında da yaşanıyor olabilir. Doğrusu bir süre annesini yeni kaybetmiş bir çocuğa büyük-küçük herkesin bu kadar sevgisiz ve merhametsiz davranmasını yadırgadım ancak sonra aklıma kısa bir süre önce otizmli bir çocuğu merdivenlerden iten okul müdürünün görüntüsü gelince filmin bu yönde bir inandırıcılık sorunu olmadığına kanaat getirdim. Maalesef bu toplumun çocuklarına ve kadınlarına olan yaklaşımındaki aksaklığın birçok örneğiyle sık sık burun buruna gelmekteyiz. 

Tavşan İmparatorluğu çok iyi çekilmiş sahnelerle, iyi oyuncu performanslarıyla ve üstat Erkan Oğur’un kısık tonlu, asla bağırmayan duygusal müzikleriyle bezenmiş ilgi çekici bir film. Ama şöyle bir handikapı var; benzer hikayeler anlatan o kadar çok film var ki dünyada, onların arasından yarınlara kalacak bir film olması çok zor. Bazı riskler alınabilir, sürprizli bazı hikaye bükülmeleri sağlanabilirdi. Bir yerinden itibaren olayların nereye doğru gideceğini de finalini de tahmin etmek hiç zor değil.     

Aldığımız Nefes

Ulusal yarışmanın bir diğer filmi Aldığımız Nefes, Seyhmus Altun’un yazıp yönettiği ilk uzun metrajlı filmi.

Bu filmde de yine annesi yitirilmiş bir aile var. Anadolu’da bir kasabada bir kimya fabrikasında başlayan yangın giderek büyümekte ve geniş bir alana yayılmaktadır. Aynı çevrede dört çocuğuyla ve hasta annesiyle birlikte geçim savaşı veren bir baba fabrikadaki işini kaybettikten sonra küçük ahırında yetiştirdiği ineklerden elde ettiği süt ve peynir ürünlerini pazarda satmaya çalışıyordur.  Ancak yangın yaklaştıkça ailenin gidişatı da giderek kötüye gider. Maddi krizin yanına hastalıklar, tahliye riski ve çocukların, özellikle de evin tek kız çocuğu olan Esma’nın iç dünyasındaki dalgalanmalar da eklenir. 

Aldığımız Nefes’in hikayesini okuduğunuzda tam da bugünlere dair bir hikaye olduğunu düşünmeniz normal. Orman yangınlarının çok şiddetli ve yıkıcı bir şekilde yaşandığı yaz mevsimleri geçiriyoruz. Bu yangın yerlerinde yaşayan pek çok aile benzer durumların içinde kalmıştır. Ama Aldığımız Nefes 90’ların sonunda geçiyor. Ben filmi bu anlamda alegorik bir bakış açısıyla değerlendirmeyi tercih ediyorum. 

Altun aslında bütün hikayeyi en çok beşinci sınıfa giden zeki bir kız çocuğu olan Esma’nın bakış açısıyla anlatıyor. Babasının çırpınışlarının sessiz bir tanığı olarak bütün krizlerin bizzat içinde. Annesizliğin getirdiği bir çaresizlik hissi evin en küçük çocuklarında yaşları gereği pek görülmüyor. Esma’nın ağabeyinde ise içine kapanıklık ve bozulan sağlıkla kendisini göstermiş. Çoğunlukla kriz zamanlarında walkman’ine sığınıyor. 

Esma ise babasının ilgisine muhtaç ve daha çok farkedilmek istiyor. Bu da filmi Tavşan İmparatorluğu gibi bir büyüme hikayesi filmine yaklaştırıyor. Esma ailesinin çok zor bir dönemde olduğunun farkında ama o büyüme çağında annesiz kalmış bir kız ve babasının yanında, daha önemli bir konumda yer almak istiyor. Diğer yandan bu bir kıyamet filmi! Alevlerin o eve doğru yaklaşması, aile için giderek büyüyen bir tehdit unsuru olarak filmi kısık ateşte pişen bir gerilim filmine taşıyor. Tehdit büyüdükçe yardımlaşma ve dayanışma unsurları değil tam tersine yalnız kalma hissi devreye giriyor giderek. Hikayenin bu unsuru belki biraz o yöne ittirilerek yazılmış olsa da sadece 90’lara ait değil. 

Şeyhmus Altun’un filmi çok şık çekilmiş bir film. Bir Avrupa filmi renklerine sahip ve maalesef perdede gördüğümüz olanca olumsuzluklara rağmen fazla renkli, yer yer de steril ve stilize. Bu tercih ortaya çok güzel sahnelerin çıkmasını sağlamış ama bir yandan aleyhte de çalışmaya ve bazı açılardan biçimin hikaye ve karakterlerin önüne geçmesine neden olmuş. Mesela açılış sahnesi muhteşem, Lost dizisinin açılışı gibi büyük bir felaketin içinde giriyoruz filme, ama piknik sahnesi gibi reklam kokan bir sahne de karşınıza çıkabiliyor. Karakterleri zorluklarla donatmak dışında iç dünyalarına biraz daha yoğunlaşılsaydı finalde yaşanan ‘kendine zarar verme’ hadisesi de daha anlamlı olabilirdi. 

Ayrıca dün gösterilen üçüncü film olan, Emine Emel Balcı’nın yazı yönettiği Buradayım, İyiyim’i de Adana Altın Koza Film Festivali zamanında değerlendirmiştik. Buradan okuyabilirsiniz. 

* Bu haber/yazı ve resimlerin eser sahipliğinden doğan tüm hakları Haftalık Yayıncılık Anonim Şirketi’ne ait olup işbu yazı/haber ve resimlerin, kaynak gösterilmeksizin kısmen/tamamen izin alınmaksızın yeniden yayımlanması yasaktır. Haftalık Yayıncılık Anonim Şirketi’nin, 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 24. maddesinden doğan her türlü hakkı saklıdır.