Buradayım İyiyim : Kendine ait bir araba
Ünlü kadın yazar Virginia Woolfi Kendine Ait Bir Oda adlı eserinde kadınların edebiyat dünyasındaki yerini ve yazarlıkla ilgili yaşadığı zorlukları anlatır. Kadınların yaratıcı olabilmesi için yıllık belli bir gelirinin ve “kendilerine ait bir oda” gibi maddi ve manevi bir özgürlüğe sahip olmaları gerektiğini söyler.
Yönetmen Emine Emel Balcı, 2015’te çektiği Nefesim Kesilene Kadar’dan 10 yıl sonra karşımıza gelen Buradayım İyiyim’de de yeni doğum yapmış Filiz adlı bir kadının doğum sonrası depresyonunu aşma çabasını izliyoruz. Filiz iç sıkıntısını atlatabilmek için tıpkı Woolf’un ‘kendine ait bir oda’ tanımlaması gibi ‘kendine ait bir araba’ya sahip olmaya çabalıyor. Çünkü arabası olursa, istediği zaman dışarı çıkıp işine gidip çalışabilecektir. Hatta araba almak için hareket etmek bile onu evden uzaklaştıran, daha iyi hissettiren bir eylemdir. Balcı, Filiz’in dünyasını, depresyonunu erkek seyircilerin bile rahatlıkla anlayacağı tonda iyi anlatıyor bence. Emzirirken bile hem fiziksel hem de duygusal bir zorluk yaşıyor Filiz. Yani her kadın hemen kolayca anne olamıyor. Gerçekçi bir yaklaşımla, fazlalık bir süse yaslanmadan Filiz’in akrabalarla ve iyi niyetli görünen bir kocayla dolu evinde giderek daralması, çocuğunu doyurma endişesi ve iç huzursuzluklarını izliyoruz. Onunla empati kurmamız için elinden geleni yapıyor yönetmen.
Sonra Filiz’in beğendiği ve satın almaya çalıştığı arabanın sahipleri hikâyeye giriyor. Aslında arabanın satılmasına engel olmak isteyen Şule adlı genç kadın Filiz’in dünyasında giderek yer kaplamaya başlıyor. Şule de içinde olduğu durumdan hoşnut olmayan ve bir şekilde sesi kısılmaya çalışılan bir kadındır. Filiz ve Şule arasında küçük gizli bir dayanışma penceresi açılıyor.
Doğrusu Filiz’in hikayesi, Şule’ninkiyle çakışınca bir denge problemi çıkıyor ortaya. İki kadının arasındaki ilişkinin gelişimi doğal bir çizgide gerçekleşemiyor pek. Senaryo bu iki kadını dayanışmaya zorluyor gibi bir duygu veriyor izleyiciye. Oysa Balcı, Filiz karakterini onu canlandıran Bige Önal’ın sessiz ve huzursuz performansından da güç alarak çok çok iyi anlatıyor ama Şule’nin hikâyesiyle birlikte varılan final, filmin en baştaki güçlü feminist bakışını ve kadına yüklenen ‘kutsal anne’lik eleştirisini biraz farklı bir yöne kaydırıyor.
Yine de Buradayım, İyiyim’in özellikle Filiz karakteri üzerinden toplumun annelik üzerinden kadını daraltması, kadınların doğum sonrası stresini doğru notalara basarak anlatması bu kadar erkek dünyasına odaklı olan sinemamız için değerli… Bige Önal ve Elit İşcan’ı izlemek de her zaman keyifli.

Maskelerin düştüğü bir akşam yemeği: Perde
Çalıştığı şirkette genel müdürlüğe terfi eden Samet, eşi Zeynep’le birlikte yakın arkadaşlarını kutlama yapmak için ağırlayacakları evine giderken minik bir olay yaşar. Apartmanın ön bahçesinde kedileri beslerken, zemin katın penceresindeki komşu kadını soyunurken görür. Kadın bunu farkedince de hemen oradan uzaklaşır.
Samet biraz dolanıp apartmana tekrar gelene kadar bu minik olay büyümüştür. Kadın kocasına rontgencinin kapıcı olduğunu söylemiştir ve apartmanda karakola kadar taşınan bir kaos yaşanmıştır. Bu arada Samet’in iki çok yakın arkadaşı da eşleriyle yemeğe gelmişlerdir. Bu olayı kendi aralarında konuşurlarken Samet meselenin giderek kendisine yaklaşmasından endişelidir. Görünürde herkes çok hassas ve düşüncelidir ama yemekler yendikten, birkaç kadeh de şaraptan sonra bu görünürde çok anlayışlı ve birbirlerini çok seven insanlar sırları, zaafları ve endişeleri ortaya çıktıkça başka insanlara dönüşürler adeta.
Orta sınıf ahlakının altında yatan karanlık üzerine yazılmış bir senaryoya sahip Perde. Filmin yönetmeni Özkan Çelik ve Samet’i canlandıran oyuncu Cem Zeynel Kılıç’ın birlikte yazdıkları senaryo bir tiyatro oyunu gibi çoğunlukla tek mekanda, bir evin içinde geçen bol diyaloglu bir yapıda. Kalabalık bir yemek masası çekmek zordur aslında, çünkü karakterler sürekli konuşur ve hareket ederler. Bir yandan da doğal görünmesi gereken bir diyalog trafiğini kurmak zorundasınız. Perde en başta bu meseleyi başarıyla çözmüş. Yine de belki bu üç çiftin bir araya geldiği bu neşeli masada gidişatı bozacak bir kıvılcımın çakacağını zaten hisseden seyirciye bunu bir parça daha erken verebilirdi. Ama bu haliyle de büyük bir problem yaratmıyor.
Samet’in karısı Zeynep’in konumu ve gece içinde yaşadığı dönüşüm çok önemli. Bu senaryonun seyirciyi daha heyecanlı bir konuma getirmesini sağlayan öğe, kocasının gerçek suçlu olduğunu bilmeyen Zeynep’in suçlanan kapıcıya da cansiperane bir şekilde kefil olması. Seyircinin Zeynep’in kendi içindeki çelişkilerini ve gece içindeki dönüşümünü anlayıp kabullenmesi çok önemli. Bu yüzden onu canlandıran Tülin Özen’in bol nüanslı performansının bu yöndeki katkısı büyük. Özen göründüğü her an perdeyi dolduruyor, aurasıyla seyirciyi karaktere iyice yaklaştırıyor ve kendisini ilgiyle takip ettiriyor. Zeynep’in reaksiyonlarını merak ederek bu gecenin sürprizli finaline doru ilerliyorsunuz.
Orta sınıfın riyakar, entrikacı, taktikçi ve hesapçı tarafıyla hesaplaşan bir film Perde. Bir yandan da dışarıya çok sağlam görünen ama aslında derinlerde gizli savaşların verildiği bir evliliğin de anatomisini çıkarıyor. Samet-Zeynep çiftinin evliliği ön planda elbette ama Yasin-Ebru çifti ile maddi durumları diğer iki çifte göre daha kısıtlı olan Selim-Filiz çiftinin de dinamiklerine biraz şahit oluyoruz ve samimi başlayan ancak giderek maskelerin birer birer düştüğü bir yemek sofrasında parlak performanslar sergileyen oyuncular eşliğinde akıp gidiyor film.