22 Kasım 2024, Cuma Gazete Oksijen
15.06.2023 16:41

Bu haftanın en ilgi çeken filmleri

Pakistan yapımı hüzünlü ve cesur bir film olan Joyland, ayrımclığa karşı çok tatlı ve romantik bir hikaye anlatan Elemental ve DC’nin eğlenceli süper kahraman filmi The Flash... Diğer yandan üç filmin de temelinde gençlerin ebeveynleriyle yaşadıkları problemler var

Sürprizi ve eğlencesi bol bir süper kahraman filmi: The Flash

DC Comics’in sinema geçmişi Marvel’ın çok öncesine dayansa da Marvel’ın yaptıklarını takip ediyor gibi görünüyor maalesef. Uzun zamandır beklenen The Flash filmi eğer Marvel’in birkaç yıldır peşine düştüğü ‘çoklu evren’ fikrini onlardan daha önce gerçekleştirmiş olsaydı parsayı toplardı kesinlikle. Daha önce Batman ve Superman: Adaletin Şafağı, İntihar Timi (Suicide Squad), Adalet Birliği (Justice League) gibi DC evrenine ait filmlerde kısa sürelerde görünen bir yan kahraman olan Barry Allen yani Flash tümüyle kendisine ait bir filmle karşımızda nihayet.

 

Adalet Birliği’nin bir üyesi olan Flash, sık sık Batman’e yardım etmekte ve hatta biraz angarya gibi görünen işlerde görev almaktan da bazen şikayet etmekte. Diğer yandan da annesinin yıllar önce cinayete kurban gitmesini kabullenememekte, bunun için suçlanan ve yıllardır hapis yatan babasını da kurtarabilmek için çırpınmakta. Bir gün aşırı hızlanınca zamanda geri gidebileceğini keşfeder ve Batman’in onu uyarmasına rağmen zamana müdahele ederek annesini kurtarmayı dener. Ancak yaptığı küçücük müdahale büyük değişikliklere yol açar. Bir kaza sonucunda iki farklı yaştaki Barry Allen birlikte hareket etmek zorunda kalırlar.

89 yapımı Batman'e solucan deliği açıyor

Sürprizleri çok açık etmemek için daha fazla detay vermeyelim ama hikayenin Tim Burton’ın 1989 yapımı Batman filmine bir solucan deliği açtığını söyleyelim. (Michael Keaton’ı görmeye hazır olun!) Zaten filmin en keyifli yerleri de buradan itibaren başlıyor diyebiliriz. Hatta 2013 yapımı Superman filmi Çelik Adam da (Man of Steel) konuya bir yerinden dahil oluyor. Ayrıca afişinde göründüğü için söylemek sürpriz olmayacak; Supergirl de yıllar sonra bu filmle yarım yamalak da olsa bir kez daha beyazperdede karşımıza çıkıyor. Stüdyoların elinde böylesine dev bir külliyat varken; alternatif evren, çoklu evren ya da zaman yolculuğu fikri süper kahraman hikayelerine yakışıyor elbette. İki hafta önce vizyona çıkan Örümcek Adam: Örümcek Evreni’ne Geçiş ve ondan önce de Örümcek Adam: Eve Dönüş Yok’ta da bu mesele eski çekilmiş filmler ışığında hikayelere zekice yerleştirilmişti.

Gençlerin ne kadar ilgisini çeker tartışılır

Diğer yandan bu kadar üst üste olunca ufaktan kabak tadı da vermeye başlamadı değil doğrusu. Yine de DC ve Warner Bros sinematik evrenlerini ancak bu şekilde kurtarabileceğini düşünüyorlar belli ki. Genç nesil böyle sarmal hikayeleri ve esprileri keyifli buluyor çünkü. Ancak Tim Burton’ın Batman filmleri bu yaştaki seyircilerin ne kadarı tarafından biliniyor ya da ilgilerini çekiyor mu, o da tartışılır.

Gelgelelim bu filmlere göre bu neslin en büyük derdi de yaralı aile ilişkileri anlaşılan. Çoklu evrenin içinde koşturan kahraman gençlerin ailelerini/büyüklerini ya da onlarla olan ilişkilerini tamir etme çabalarını izliyoruz bu filmlerde en çok. Barry Allen da yaşayamadığı aile hayatının peşine düşüyor, en çok bunun eksikliğini yaşıyor. Allen’ı canlandıran ve başı sık sık kanunlarla derde giren genç oyuncu Ezra Miller’ın geçmişinde de belki benzer bir sorun vardır, kimbilir...

Filmde aşırı görsel efekt yükü var

Filmde aşırı görsel efekt yükü var bu arada. Sadece aksiyon sahnelerinde değil, filmin yavaşladığı sahnelerde de iki tane Barry Allen’ın yan yana olması görsel efekt sayısını aşırı arttırıyor. Milyonlarca dolarlık bütçesine rağmen bazı görsel efektlerde müdaheleler fark ediliyor. Video oyunlarında kullanılan bazı efektler yer yer sırıtıyor. Bazı aksiyon sahnelerinde de yoğun efektler görüntünün keskinliğini zedeliyor. Özellikle de finalde yaşanan büyük savaş sahnelerinde.. Ama bunlara çok takılmayıp eğlenmek istiyorsanız, sürprizli ve oyuncaklı senaryolu süper kahraman filmlerini seviyorsanız eğer The Flash’tan keyif alırsınız...

Pixar’dan göçmenlik ve ırkçılık karşıtı bir aşk hikayesi: Elemental

Animasyon sinemasının marka stüdyolarından biri olan Pixar’ın hikayeleri bir dönem basit bulunurdu. Ancak Pixar özellikle Oyuncak Hikayesi 3 (Toy Story), Ters Yüz (Inside Out), Wall-E ve Coco gibi filmlerle bu yargıyı darmaduman etti. Sadece animasyon tekniğiyle değil, kompleks ve girintili çıkıntılı hikayeleriyle de filmlerini zenginleştirdiler giderek. Elemental bu örnekler arasına bu özelliğiyle giremez pek. Hikayesi basit ve yer yer de klişe. Ama duyarlı, duygulu, romantik ve çok iyi niyetli, pozitif bir film.

Bir göçmen ailesinin kızı olan Alev, adı gibi ateşten oluşmakta. Ve yeni taşındıkları Element şehrinde ateş ırkı çok da kolay kabul görmüyor. Babası çalışıp didinip bir ateş restoranı açabiliyor. En büyük ideali de yaşlandığı zaman restoranı kızına bırakmak. Alev büyüyüp genç kız olunca restoranın bodrumunda yaşanan bir su borusu arızası sayesinde Deniz’le tanışıyor. Deniz de su ırkının iyi kalpli bir delikanlısı. Alev ve Deniz birbirlerinden uzak durmaları gerektiği düşünülen iki farklı ırktanlar ama gel gör ki birbirlerine aşık olurlar. Önyargıları yıkmaları kolay olmayacağı gibi birbirlerine dokunmaları da çok zordur.

Göçmenlere yapılan ayrımcılığa dikkat çekiyor

Elemental göçmenlere karşı yapılan ayrımcılığı son derece yumuşak, romantik ve sevimli bir yaklaşımla tedavi etmeye soyunuyor. Hikayeye ve karakterlere kalplerini açan büyük-küçük seyirciler üzerinde gayet etkili olabilecektir, çünkü bu sempatiyi güzel görüntüler, sevimli karakterler ve iyi müziklerle besliyor. Tıpkı Encanto’da olduğu gibi bu filmde de bariz kötü bir karakter yok. Sadece düzeltilmesi gereken önyargılar, ilişkiler var. Mesela Alev’in babasıyla olan ilişkisi, günümüz ergen-ebeveyn ilişkilerinde sıkça yaşanan bir soruna işaret ediyor. Aslında çocuklarımızın ne istediği bizim hayallerimizden daha değerli!

Çocuklar için empatinin önemine dikkat çekiyor

Alev ve ailesini hint asıllı bir aile gibi kurgulamışlar. Doğu ezgileri taşıyan müzikler de bunu destekliyor. Deniz’in ailesi ise burjuva sınıfına ait. Böylelikle sadece ırksal değil sosyal sınıf olarak da farklı iki aile tipi oluşturulmuş. Ancak film sosyal sınıflar üzerinden bir çatışmaya girmiyor. Irksal farklılık odağından ayrılmıyor. Niye böyle bir çatışmanın ucu gösterilip de kullanılmıyor belli değil. Ayrıca filmde üzerinde çok uğraşılmış bir evren yaratılmış, ama bu evren biraz fazla karmaşık ve kaotik görünüyor. Element şehri farklı bir New York versiyonu ama öyle karman çorman ki şehri anlamaya çalışırken yoruluyoruz biraz. Üstelik bu renkli dünyanın tadını da çok çıkartamamışlar sanki.

Ama Elemental özellikle çocuklara kendilerinden farklı olan insanlara karşı empati geliştirmelerinin ne kadar önemli olduğunu yumuşak, samimi ve renkli bir hikayeyle güzelce anlatıyor. Onlarla birlikte izleyen büyükler de hiç sıkılmayacaktır...

Pakistan’da geçen cesur bir aşk hikayesi: Joyland

Birkaç ay önce İstanbul Film Festivali’nde izleyici karşısına çıkan Pakistan yapımı Joyland bu hafta vizyon seyircisinin karşısında. Hikayesiyle ve hikayesini ele alışıyla zaman zaman hayli cesur hamleler gerçekleştiren, izleyenlerin empati duygularını çalıştırmayı başaran bir yapım olduğunu söyleyebiliriz en baştan.

Geleneksel yapıda ataerkil bir aile düzeni içinde iki erkek kardeş, eşleri ve hasta babalarıyla birlikte yaşıyorlar. Ailede baba ne derse o oluyor. Küçük oğul Haider ile karısı Mümtaz görücü usulü ile evlenmiş olsalar da uyumlu bir çift görünümündeler. Mümtaz bir güzellik salonunda çalışırken işsiz Heider evde bütün gün kız yeğenlerine ebeveynlik yapmaktadır. Çalışmadığı için babası tarafından sürekli küçümsenmektedir. Sonunda bir arkadaşı ona bir iş ayarlar. Böylece Mümtaz iş hayatından istemeyerek çekilmek zorunda kalır. Heider ailesine detaylarını söylemeden bir gece kulübünde, trans bir kadın dansçı olan Biba’nın arkasındaki erkek dansçılardan biri olur. Zaman geçtikçe Biba’ya tutulduğunu hisseden Haider içinde bastırdığı pek çok duyguyu da yavaştan keşfetmeye başlar. Mümtaz ve ailenin diğer fertleri bir terslik olduğunun farkındadır. Olaylar trajik bir sona doğru ilerler.

Sosyal gerçekçi aşk filmi

Yönetmenliğini Saim Sadiq’in yaptığı bu sosyal gerçekçi aşk filmi müslüman bir toplumda cinsel kimliklerini baskılayan bireylerin yaşadığı sıkıntılara dikkat çekerken, yine son derece kısıtlı bir çerçevede yaşamaya hapsedilen kadınlara da çeviriyor kamerasını. Eğer bu aile göçmen bir aile olsaymış, Mümtaz’ın yaşadığı dram bizim sinemamızın Lütfi Akad imzalı ünlü üçlemesi Gelin-Düğün-Diyet’in yanına dördüncü film olabilecekmiş. Benzer bir melankoli kardeşliğinden bahsetmek mümkün yani... Hatta daha filmin ilk dakikalarında avluda yaşanan kurban bayramı sahnesi bile bize bu kıymetli üçlemeyi hatırlatmakta.
Mümtaz ve görümcesi Nucchi’den sürekli erkek bebek beklenmesi, dışarda çalışmalarının istenmemesi ve kocalarının boyunduruğunda yaşatılma çabaları bize de çok tanıdık gelen meseleler. Diğer yandan yine en cesur karakter bu ataerkil düzenin aslında en zor şartlarını sırtlayan ve mücadele etmekten hiç yılmayan Biba. Bu rolde Alina Khan dikkat çekiyor.

Festivallerden ödüllerle döndü

Joyland duygusal, samimi ve izleyenlere kolayca karakterlerle empati kurdurabilen katıldığı bazı festivallerden ödüllerle dönen iyi çekilmiş bir film. Yönetmen bu hikayeyi kısık ateşte pişiriyor olsa da seyirciyi bir an bile sıkmıyor, ilgi çekici bir görsel dünya kurabiliyor. Tehlikeli bir zeminde yürüyen hikaye dine bağlı muhafazakarlığın modern cinsel özgürlük ile arasındaki gerilimi hem gizemli buluyor hem de sürprizli. Bu öngörülemezlik filmi sürekli zinde tutuyor. Karakterler için endişeleniyor ve onlarla ilgileniyorsunuz.

Joyland, Cannes Film Festivali’nde gösterilen ilk Pakistan filmi. Bu zamanda benzer bir bıçak sırtı hikayeyi Türkiye’de çekmek, çekilse bile bir yerlerde gösterebilmek maalesef çok zor olurdu. Filmi izlerken sık sık bunu da düşünüyor insan...