Bu yazıyı insanlığın evrenin derinliklerine bakmasını sağlayacak müthiş makinenin, James Webb Uzay Teleskobu’nun ilk bilimsel görüntülerinin halkla paylaşıldığı 12 Temmuz’da yazıyorum. Böyle günler dünyanın her yerindeki bilimseverlerce kutlamak için belli bir din veya uyruğa mensup olmanın gerekmediği gerçek bayramlar olarak görülüyor: Hiçbir canlının kanı akıtılmıyor; bir savaşın yıldönümü filan değil, küçük gezegenimizde bin türlü badireyi atlatıp ilkellikten sıyrılmayı başarmış türümüzün ortak bir zaferi kutlanıyor.
Dünya’mızın atmosferi bulutsuz gecelerde şeffafmış gibi görünse de aslında gökyüzünden gelen ışığın çoğunu engelliyor. Işığın bazı renklerini (malum, gözümüzle göremediğimiz renkler de var) yerden görmek neredeyse imkânsız; bu da dışarıda neler olduğunu gerçekten anlamak için teleskobunuzu atmosferin dışına çıkarmanız gerektiği anlamına geliyor. Uygarlığımız böyle birçok teleskobu uzaya yerleştirdi ama bunların içinde şimdiye dek bilime en büyük katkıyı yapan, hiç kuşkusuz (bizimkinden başka sayısız galaksinin var olduğunu ve bunların birbirlerinden kaçarcasına uzaklaştıklarını, yani evrenimizin genişlemekte olduğunu 1920’lerde gören gökbilimcinin adını taşıyan) Hubble Uzay Teleskobu idi. Uzaydaki 33’üncü yılında halen işler durumda olan Hubble, evrenimizi bir çırpıda büyütüp fizik kitaplarını baştan yazdı: İnsan adaşının keşfettiği genişlemenin giderek hızlandığının gözlenmesine elvererek evrenin çoğunu “karanlık enerji” denen (hâlâ anlayamadığımız) bir şeyin oluşturduğunu, bizim yapıtaşlarımızın, gözle görüp elle tutabildiğimiz maddenin payınınsa küçücük olduğunu öğrenmemizi sağladı. Bu tür yeni gözlem araçlarının en harika yönü, onları inşa edenlerin aklının ucundan bile geçmeyen yeni şeyler bulmamıza, çözülecek taptaze bulmacalarla karşılaşmamıza olanak vermeleri.
22.07.2022 04:30
Webb
Bayat bir fikir
22 Kasım 2024
Bir insanlık öncüsü
15 Kasım 2024
Kopan zincir
08 Kasım 2024
İki işlem
01 Kasım 2024
Sistem alarm veriyor
Tüm Yazıları
25 Ekim 2024