Aslında o kelimeyi kullanmak istemiyorum, ama neredeyse her ay yeni bir “Bodrum’a çökme” gündemi var Türkiye’nin…
Evet, bu çok acı bir şey tabii.
Haberlerde her bu kelimeyi duyduğunuzda sizin de tüyleriniz diken diken oluyor mu?
Oluyor tabii, çok mafyavari bir söz bu. Ama öyle bir çökmeye ne biz ne Kaymakamlığımız ne Valiliğimiz, kimse izin vermez. Evet bir ara Paramount Otel, Yalıkavak Marina konuları oldu, ama hepsi de müdahale edilip sonuçta normale dönüyor bence. Devlet istediği anda onların hepsini bertaraf eder.
Peki imar planları yoluyla yapılanlara “çökme” demiyor musunuz?
Hayır, çökme lafı orada doğru değil. Yatırımcı gelmiş bir yeri satın almış, yapılaşmaya gidiyor. Artık o yatırımcıya kızmak doğru değil. Orayı o yatırımcıya satana kızacaksınız. Buna yol açan sistemi sorgulayacaksınız ve onu değiştirmeye çalışacaksınız.
Sistemin tam olarak neresi hatalı; Bodrum’un böyle bir inşaat alanı haline dönüşmesinde belli başlı kaç yöntem var?
İki türlü. Birincisi, 1980’lerden beri mevcut olan imar planlarımız yoluyla katlediyoruz Bodrum’u… İkincisi, özelleştirme yoluyla da devam ediliyor katledilmeye…
Birincisinden başlayalım…
Sanırım 257 tane mevzi imar planı dediğimiz bizim parsel bazlı imar planlarımız var. 80’lerden itibaren köylüden parseller satın alındı. Ankara’dan o parseller mevzi imar planı olarak planlandı. Ve Bodrum’un dağlarda taşlarda yolu izi olmayan yerleri bile kooperatif evleriyle doldu. Ondan sonra ne oldu; Bodrum 2000’lerin başında 11 küçük belediyeye bölündü. Hepsi bu sefer nazım imar planı dediğimiz normal imar planlarına geçtiler. Geçerken bir de onlar yeni gelişim alanları oluşturdular ve böylece yeni imara açılan bir çok yer oldu.
Yani sadece Ankara değil Bodrum da mı kendi kendine kıymış?..
Kendisi de yapmış tabii. Kendi imar planlarımızın eliyle de Bodrum’u katletmişiz. Daha geçenlerde Gölköy’e gittiğimde bir baktım mandalina bahçesini söküyorlar. Hemen ne oluyor burada falan dedim, “Başkanım burası imarlı” dediler. Haydaaa… Yani zamanında o belediyeler o tarım arazilerini imara açmışlar. İşte bütün olay o imar planlarında, çünkü onlar korumaya yönelik imar planları değil.
Geçmiş yılların hatası
İmara açtıktan sonra da artık özel mülkiyete mi giriyor?
Evet, artık oradaki yapılaşmaya karşı çıkamıyorsunuz, davayı açtığında hemen kazanır çünkü… Yani bugün tartıştığımız projeler aslında bugünün planı değil. Mesela Turgutreis Hoca Burnu’ndaki yapılaşmaya karşı çıkıyoruz değil mi? Tamam da imarlı alan orası. Aynı haktan çevresindeki siteler yıllar önce faydalanmış, uzaydan gelmedi ki o siteler de. Aynı imar planından faydalandılar.
Peki bugün Bodrum Belediyesi’nin hiç söz hakkı yok mu?
Ben Belediye olarak Bodrum planlamasının sadece yüzde 35’inde söz sahibiyim, o da ancak 1/1000’liklerde plan yapabiliyorum. Muğla Büyükşehir’in de bir bu kadar planlama yetkisi var. Geri kalan yetki ya Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda ya da Turizm Bakanlığı’nda. Bir de tabii Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın yaptığı planlamalar var. Yani şu an Bodrum’da imar planı yapma yetkisi beş ayrı inisiyatifte.
En azı da sizde öyle mi?
Evet, çünkü sadece 1000’liklerdeki uygulama imar planlarını yapabiliyorum ben. Nazım plan dediğimiz 1/5000’lik, 1/25 binlikleri yapamıyorum. 25 binliklerde eğer SİT alanı dışındaki yerler ise Muğla Büyükşehir, turizm yerleri ise Turizm Bakanlığı, doğal SİT alanı ise Çevre Bakanlığı yetki sahibi. Oralarla ilgili bana her şey çizilmiş geliyor, en son ben ne yapıyorum? Yapılaşma yüzde 15 olsun, iki kat olsun, beyaz olsun, bodrum katı şöyle olsun… Yani ben artık işin estetiğindeyim, asıl korumadaki planlayıcı aktör değilim.
Ama bu öyle bir durum ki, 2000’lerde tüm yetkinin 11 küçük belediyede olmasının da hiç iyi sonuç vermediğini söylediniz…
E tabii, imar planı yetkisi belediyelerdeyken de başımıza gelenlere bakın: Türkbükü, Gündoğan büyük ölçüde o planlarla yapılaştı. Gümüşlük’ün önemli bir bölümü arkeolojik SİT alanı olduğu için nispeten korundu, ama buyrun Turgutreis, 100 bin nüfuslu kent haline geldi. Düşünün, yamaçlara ve ufuk çizgisine yapılan binalar yüzünden Bodrum’un rüzgar rejimi bile bozuldu. Bitez’de eskiden dünya sörf şampiyonaları yapılıyordu, ama artık o rüzgar rejimi yok.
Yalıkavak’ta yaşayacak yerleri kalmadığı için ortalık yerde domuz sürüleri dolaşıyor…
Çünkü yüzde 60 eğimli yerler bile imara açılmış Yalıkavak’ta. Yazık günah yani. Sonra geliyor adam benden ruhsat belgesi istiyor, bakıyorum, inceliyorum normalde bütün bitki örtüsünün olduğu bir alan, ama bakıyorsun vaktiyle imara açılmış. Ne yapacaksın? İstediğin kadar o saatten sonra kural koy, adam orada inşaatı yaparken her şeyi sıyırıp götürüyor. Bodrum’un doğasına “çalı çırpı” diyorlar çünkü.
“Atıl durumdaydı, bak şimdi çorak yerler ne güzel bayındır oldu” diyorlar…
Onun o çorak dediği yer bütün endemik türlerin birleştiği, yüzlerce türün bir arada olduğu bitki örtüsüdür! Makinin içi hazinedir: Delice zeytin, adaçayı, kekik, dağ nanesi, sakızdırık dediğimiz yabani sakız, keçiboynuzu, mazı türleri, tilkişen, acı ot, mantar… Bunları sayınca da diyorlar ki o zaman Ahmet Aras ruhsat vermesin… İyi vermesin, haydi bakalım. Yarın açar davayı yine alır istediğini. Mevcut imarlı yerler için söylüyorum bunu.
Bodrum’da belediye başkanının biraz gözü kara mı olması lazım?
Herhalde biraz öyle… Ama gözü karalık deyince de bizim karşımıza hep Hoca Burnu’ndaki Mavi Arya veya Aspat’taki Antheaven gibi projeler çıkar. Buralar az önce anlattığım gibi bizden çok çok önce imarı verilmiş, özel mülkler. Buralarda hukuken ne varsa onlar yerine getirildi. Hepsinin belgelerini getirir, veririm.
Ama Antheaven’daki otelin açılışına gitmeniz bu konuda mücadele verenleri çok incitti. Keşke gitmeseydim diyor musunuz?
Bakın tabii ki ben de Aspat’ın o hale gelmesini tercih etmem. Ama ben kaçak, ruhsatsız bir yerin açılışını yapmadım. İnşaat ruhsatı benden önce verilmiş, ben geldiğimde yüzde 90’ı tamamlanmış bir yerdi orası.
Peki şimdi tüm bu geldiğimiz noktadan, şayet istenirse tabii, nasıl dönülür? Ne yapmak gerekiyor, mesela “Bir master planı yapana kadar Bodrum’a 5 yıl çivi çakmak yasaktır” gibi bir karar mı almak gerekiyor?
Evet, ancak kamu gücüyle, devlet gücüyle olabilir bu. Kişilerin inisiyatifine bırakmadan, Bodrum’un tamamen koruma amacıyla bilimsel olarak irdelenmesi ve ona göre planlanması lazım. Şu anki rejimde bu kararı alma yetkisinin olduğu tek kişi Cumhurbaşkanı. Diyecek ki Sayın Cumhurbaşkanı “Kardeşim biz Bodrum’u korumaya karar verdik. Şu anda ben yeni bir master plan yapılana kadar her şeyi durduruyorum.” O zaman işte bütün Bodrum’u Özel Çevre Koruma bölgesi (ÖÇK) ilan edebilir. Datça ÖÇK’dir mesela, o yüzden biraz daha az yapılaşıyor. Bu büyük bir karardır. Bütün yetkilerin bizden alınması anlamına gelir. Kimileri bunu dediğim için olayı siyaseten yorumlayıp “Başkan kendi yetkisini devretmeye kalkıyor” diye eleştirebilir. Ama eğer iyi niyetli bir idare varsa yapılması gereken budur. Bizim artık Bodrum için sadece koruma amaçlı imar planları yapmamız lazım, gelişme amaçlı değil. Bütün ülkemizde de böyle. Tarım bitti, su bitti, artık başka şansımız kalmadı.
Bodrum kapitalizmin en yoğun yaşandığı yer şu anda
Sistemin birinci gediği Bodrum’un 40 yıl önce plansız bir şekilde imara açılması ve hala koruma amaçlı bilimsel bir master planının yapılmaması dediniz. Peki ikincisi olarak gösterdiğiniz özelleştirmelerle ilgili durum nasıl işliyor?
Bu iki yönlü oluyor. Ya devlet Hazine’ye ait arazilerle ilgili bir planlama yapıp sonra ihaleye çıkarak satıyor veya 50 yıllığına tahsis ediyor. Ki o arazilerin tahsis edilene satışıyla ilgili de yeni bir yasa çıktı. Ya da bazen sermaye sahipleri geliyorlar, bakıp yer beğeniyorlar. Hazine arazisi olduğunu öğrenince Ankara’ya gidip bunu ihaleye açın diye talepte bulunuyorlar. Her talep edilen yer veriliyor diyemem elbette ama sonuçta Türkiye’de 86’dan bugüne kadar toplam 70 milyar dolarlık kamu iştiraki ve arazisinin satıldığı da bir gerçek.
Bu aralar talep olduğunu duyduğunuz böyle bir yer var mı?
Mesela Türkbükü’ndeki Kesire Burnu ve Kesire Adası’yla ilgili sürekli proje iddiaları dolaşıyor. Marina yapılacakmış vs gibi… Bakın bu aslında ne biliyor musunuz? Bu aslında kapitalizmin bize çok ciddi dayattığı bir şey. “Mülksüzleştirme” diye bir kavram var. Kamu arazilerini satarak, özelleştirerek geniş halk kitlelerini yavaş yavaş 120 metrekare evlere hapsediyorsunuz. Bizim şu andaki bütün devlet politikamız bence maalesef böyle bir mülksüzleştirmeye doğru gidiyor. Kıyılar, dağlar, tepeler, bütün kamu arazileri madenlere RES’lere, HES’lere, JES’lere ya da özelleştirme yoluyla özel şirketlere ya da turizm tahsis yoluyla yatırımcılara açılıyor.
Ama mesela bu arada Bodrum’un kendi çocuğu veya dar gelirli bir memur ücretini ödeyebileceğini ev bulamıyor?
Orman arazisine orman köylüsünü sokmuyorum, içinden bir kozalak toplasın diye; yasak! Ama ormanlarımı turizm tesisi yapılsın diye yatırımcıya tahsis ediyorum. Ve ormanlarımı kestiriyorum, oteller yapılıyor. Bunun ismi ne? Bu işte mülksüzleştirme ve tamamen kapitalizme hizmet eden bir yaklaşım. Sosyalizme niye kızıyorlar? Diyorlar ki sosyalizm özel mülkiyete karşıdır. E sen bütün kamu arazilerini özelleştirdiğin zaman, bu milletin çocuğuna ait olan bütün ortak alanları sattığın zaman o da aynı şey. Dayağı yiyen yine halk oluyor.
Şey mi diyorsunuz, Bodrum o kapitalizmin…
Evet, tam da en yoğun yaşandığı bir alan şu anda diyorum. Para neredeyse yatırımcı da oraya geliyor. Mafyalaşma bile orada oluyor.
Hukukun işlemediği yerde oluyor… İşte “çökme” denilen de bu değil mi?
Ama şimdi ben yine de kamu arazilerine çöküldü diyemem, kamu arazilerini zaten kamu satıyor! Mehmet Cengiz çökmedi; ya da Mübariz Mansimov Marina’ya çökmedi. Marinayı Mübariz’e sattılar. Cefi Kamhi de çökmemişti. Cefi Kamhi bir proje yaptı, devlet izin verdi, o da marina yaptı. Tabii ki marinaya da ihtiyaç var, tabii ki yatırım da yapılacak, ama buraları koruması gereken devlet. Ben Mehmet Cengiz’e kızmıyorum, gerçekten kızmıyorum. Adam sonuçta işadamı. Orası cazip gelmiş gitmiş para vermiş almış. Şimdi de oraya proje yapmaya çalışıyor. Önemli olan sen orayı niye satıyorsun kardeşim? Ya da bunun gibi daha bir çok yer var sadece orası değil ki...
Gökçebel var mesela…
E tabii, Gökçebel de öyle. Bu yatırımcılar aldıktan sonra plan yapmıyorlar ki. Planı Özelleştirme İdaresi yapıyor. Diyor ki 600 dönümü ben aldım, yüzde 20 konut, yüzde 30 otel, yüzde 40 turizm diye imar planını yapıyor. Belediyeye soran eden yok. Sorsa da zaten ne fark eder, olumsuz kanaat yazıyoruz, plan yine devam ediyor. Sonunda artık orayı satışa çıkarıyor. O aşamadan sonra bir yatırımcının almaması afedersiniz aptallık olur yani. Niye almayayım, e ben çevreciyim mi diyecek? Çevreci olması gereken devlettir. Kamu arazilerini koruması gereken devlettir. Çünkü devlet bütün vatandaşlarına adil davranmak zorundadır. Devlet demek adalet demektir.
Aslında Danıştay var… Bu tip pek çok yerde iptal ya da yürütmeyi durdurma kararı veriyor.
Ama uygulanmıyor işte. Dava açıyoruz Ortakent’te, kazanıyoruz, yine fark etmiyor. Benim 1 milyon 100 bin m2’mi niye satıyorsunuz? Eski meram benim orası. Kaç bilim insanı çalıştı orası için.
Hem arkeolojik hem doğal SİT alanı…
Her şey var orada. Bir de yani Bodrum’un geldiği nokta ortada. Su yok, yoğun bir trafik var, yapılaşma baskısı altındayız. Nüfus artışı sıkıntı yaratıyor. Kanalizasyon, çevre kirliliği sorunları var. Ama sen hala hiç benim imar planlarımda bile olmayan bir yeri imara açıyorsun, durduk yere oraya 10-15 bin nüfusu yıkacaksın. Allah aşkına buna ihtiyaç var mı?
Üzerine bütün arıları-sinekleri çeken bir bal peteği gibi değil mi Bodrum?
Olmaz mı, imarlı imarsız bütün arazileri inanılmaz değer kazanmış bir yerden bahsediyoruz. Hele imarlı arazileri artık afaki rakamlara satılan bir yer haline geldi. Dün Çiftlik’teydim, bir grubun 36 dönüm yeri var. “Sen buraya bir şey yapmıyor musun” dedim, şaşırdım. Turizm imarı olan çok güzel bir yer. Çocuk dedi ki “Başkanım benim öyle bir niyetim yok, ama artık satılık değildir diye tabela koymak zorunda kaldım.” Bakın şu an 70 milyon dolarlık yer orası, en az 1 milyar TL yapar. Ve orası şu anda herkes tarafından satın alınmaya çalışılıyor. Böyle değerli bir yer Bodrum. Eskiden mal sahipleri müteahhitle yüzde 50’ye 50 ortak olurlardı. Şu anda mesela 10 dönüm arazi sahibi, “Sen önceden bir 5 milyon dolar ver de sonra 50/50 yapalım” diyor. İş buna döndü yani. Buna kim hayır diyecek, hangi köylü satmaz?
O yüzden de hiç değilse Hazine arazilerini koruyalım diyorsunuz?
Bakın kamusal arazileri korursak Bodrum’u koruruz. Veya arkeolojik ve doğal SİT alanlarını korursak Bodrum yine korunur. Feda edilmeyecek bir Yarımada burası. Daha binlerce yıl üzerinde yaşayan insanlara ve ülkeye hizmet edecek bir Yarımada. Ama dağını taşını JES’lerle, RES’lerle, madenlerle, inşaatlarla tahrip ederek bunu sürdüremeyiz.
Keçiboynuzu üretmek için bile Denizli’deki dağı değil, Bodrum sahilindeki ormanı talep ediyorlar
Bodrum’da rüzgar enerji santrallerine (RES) karşı çıktınız…
Evet, sokmadık. Kumköy’de, Güvercinlik’te, Akyarlar’da yaptırmadık. Akyarlar’a yapmak isteyen firma toplanıp tamamen Denizli’ye gitti. Geriş’e rüzgar türbinleri dikildi ama mühürledik, yıkım kararlarını aldık, ancak o devasa türbinleri yıkacak teknoloji bizde yok. Yıllardır hala bütün yasal yolları denemeye devam ediyorlar, ama sonunda hepsi toplanıp gidecekler.
RES’ler ilk bakışta yenilenebilir, temiz enerji sağlıyor; neden karşı çıktınız?
Biz temiz enerjiye kesinlikle karşı değiliz. Mesela güneş enerjisi kullanımını imar mevzuatına eklemek için Belediye Meclisi’ne önerge getirdik. Bir enerji kooperatifi kuralım, yatırım yapamayacak olan vatandaşlar da faydalanabilsin ve estetiği bozmayacak şekilde bütün çatılara güneş enerjisi panelleri koyalım, dedik. Ama RES konusu farklı. Her şeye rağmen RES yapılamaz. Burası Bodrum. Neredeyse hemen her yeri ya arkeolojik ya doğal SİT kapsamında. Türbin konmak istenen yerlerde vatandaşların binlerce yıldır kullandığı tarım terasları, otlukları var. RES yapılacağı zaman buralar acele kamulaştırılıyor. Ve o kadar geniş bir alan kamulaştırılıyor ki genellikle bu tür girişimler o bölgelerde uzun süreli hakimiyet oluşturuyor. Özelleştiriliyor aslına bakarsanız o bölge. Biz de bunlara çok temkinli ve mesafeli duruyoruz tabii. Ayrıca türbin yapılmak istenen yerlerle ilgili raporlarda rüzgar potansiyeli de muamma. O raporlara göre büyük orman alanları boş yere tahrip edilecekti. Mesela jeotermalde de (JES) aynı zihniyet. Ben burada jeotermal araştıracağım diyor, gidiyor izin istiyor, veriyorlar. Binlerce dönüm…
Karaada’da JES yapılmak istenmişti…
Karaada birinci derece doğal SİT. Oraya da mı dokunalım artık? Bıraksınlar gitsinler, artık bazı şeyler de olmaması gereken yerde olmamalı yani. Mesela belli orman alanları bazı vatandaşlar tarafından biz burada ceviz, keçiboynuzu falan üreteceğiz diye talep ediliyor. Ama neresi talep ediliyor? Denizli’deki dağ talep edilmiyor, canım Kissebükü’ndeki 50 dönüm orman talep ediliyor. Ya da Gökova’daki güzelim araziler talep ediliyor. Aynı mantık. Hani yasaya baktığınız zaman bir şey olmaz diyeceksiniz, ama Türkiye’de artık hiçbir şey için olmaz da diyemiyoruz. Çatır çatır gidebiliyor. Birinci derece doğal SİT diyoruz, bir bakıyorsunuz bir SİT irdelemesiyle derecesi ikiye, üçe düşürülmüş. Sonra özelleştirme yoluyla satılıyor, hep başımıza gelen işler. Madenler de yine aynı şekilde. Kızılağaç’ta tam da böyle bir konuyla uğraşıyoruz şu an. Çünkü taş ocakları orman arazilerinde büyük yırtıklar oluşturuyor.
Bir tanesi de Yalıkavak’taki Türkmendağı…
Evet, ya Türkmendağı dediğiniz dağ binlerce yıldır insanların yaşadığı yer. Oranın efsaneleri vardır, babam bile anlatır. Ve böyle bir yer için ÇED gerekli değildir kararı verilmiş. Tabii hemen dava açtım o karara. Koca bir coğrafyada bir doğa anıtı yok ediliyor. Ben doğa anıtı diyorum oraya. Doğanın kendi kendine yarattığı böyle anıtlar var. Bunlar kaya yapıları olabilir, dağlar olabilir…
Yalnız o dava açtığınız holding de belediyenin pek çok alanda sponsoru; yangınlarda büyük destek verdi Bodrum’a… Zor olmadı mı sizin için?
Hayır, çünkü bakın Mehmet Cengiz olayında olduğu gibi burada da o holding suçlu değil ki. Kamu menfaatleriyle özel sektör menfaatleri gelir illa ki bir yerde çatışır. O noktada buna izin vermemesi gereken devlet kurumları.
Cennet Koyu’nda 678 bin metrekare, bugün 678 milyon dolar eder
Şu an gündeminizi en çok meşgul eden konu Cennet Koyu mu?
Yok valla, biz sabahtan akşama kadar Bodrum’un altyapı ihtiyaçlarıyla meşgulüz. Daha dün yine su borusu patladı, birçok yer susuz kaldı, onunla uğraştık. Bir yandan Bodrum’un neredeyse yüzde 70’inde kanalizasyon çalışmaları sürüyor. Yaz nüfusu oldu yine 1 milyon. Elimizdeki sınırlı imkanlarla her soruna yetişmeye çalışıyoruz.
Peki Cennet Koyu için hangi aşamadasınız?
Geçerli imar planları üzerinden bir imar durum belgesi talebi var. Hukukçularımızla onu değerlendiriyoruz şu anda.
Ne kadar zamanda yanıt vermelisiniz?
Kamuya verilen bir dilekçenin eğer reddedilecekse 15 gün, kabul edilecekse de yasal süresi bir aydır.
Geri sayım ne zaman başladı?
10 gün olmuştur.
Eğilim ne yönde?
Bana bin defa sorsalar ben bin defa yürekten, gönülden “Buraya dokunamazsınız” derim. Ama başvuruyla ilgili hukuken her şeyi araştırmam lazım. Özelleştirme İdaresi buranın planları tamamen geçerlidir diyor. Böyle denen bir yere Belediye’nin “Ben sana imar durum belgesi vermiyorum” demesi için gerekçelerini hukuken çok iyi temellendirilmiş olması gerekiyor. Maalesef Özelleştirme İdaresi’nin burada plan değişikliğini yaptığı 2012 yılında bizim belediyeden bir dava açılmamış. Burada şu an yaşadığımız en büyük problemlerden bir tanesi bu. Oysa bu tür davaların 30 gün, 60 gün gibi süreleri var. Biz sırf o süreleri kaçırmamak için Resmi Gazete takip ediyoruz ve bu tür tüm plan değişikliklerine dava açıyoruz. Hepsine dava açıyorum, RES’lere, JES’lere, madenlere, taş ocaklarına, Ortakent, Gökçebel gibi özelleştirmelere… Çünkü o süreyi geçirirseniz geçmiş olsun.
Şu an Belediye’nin Cennet Koyu’yla ilgili başka bir davası yok mu?
SİT derecesinin değişikliğine ilişkin dava açtık. Kazandık. Onu da istinafa götürdüler, sonucunu bekliyoruz.
Özel mülkiyet iddiasıyla açılmış bir dava vardı, istinafta diye biliyoruz, en azından onun sonuçlanması beklenmiyor mu?
Ailenin avukatından öğrendim. İstinafta olan bir mülkiyet davası yokmuş, burada Asliye Hukuk’ta devam eden bir tapu tescil iptal davası varmış. Maliklerin avukatına göre mülkiyet ve iptal davaları şu anda durmuş durumda.
Diyelim ki ruhsat vermiyorum dediniz, şirket Çevre Bakanlığı’na gidebiliyor mu?
Tabii giderse re’sen ruhsat verebilir Çevre Bakanlığı.
Şu an oranın tahmini değeri sizce nedir?
678 bin metrekarelik bir yer. Dönümü 1 milyon dolar olsa 678 milyon dolar eder. Düşünün Konacık’ta şu an 1 dönüm yer 15 milyon. Orası denize sıfır ve bir burun.
2012’de 277 milyon liraya ve Ziraat Bankası kredisiyle alınmış…
Çok büyük kar ettiler. Şu anda hiçbir şey yapmayıp satsalar bile yine çok büyük kardalar. O yüzden işte ben kızmıyorum Özelleştirme İdaresi’nden satın alanlara. Sen sattıktan sonra elbet biri gelip alır. Niye satıyorsunuz? Burayı devletin kesinlikle kendi refleksleriyle koruması lazım.
NOT: İmar durum ve ruhsat talebinin Bodrum Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğü’nce incelenmesi konusunda gazetemiz baskıya girene kadar bir gelişme olmadı.
Devletten o günün kuruyla 142 milyon dolara almıştı
Mehmet Cengiz’in sahibi olduğu arsa, bir kıyısı Cennet Koyu’na, diğeri Hattat Koyu’na cepheli bir burunda. Ön cephesi Güvercinlik’ten Didim’e kadar açık denize bakıyor. Mehmet Cengiz ve Fettah Tamince 678 dönümlük araziyi 2012’de Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’ndan 277 milyon TL’ye satın almıştı.
5 Temmuz 2013’te tapu devri yapıldığında satın alma bedelinin karşılığı 142 milyon dolar ediyordu. Zaman içinde Tamince’nin hissesi Cengiz’e geçti. Oksijen İstanbul Haber Merkezi’nin edindiği bilgilere göre terkler yapıldıktan sonra Cengiz, 305 ada 1 ve 2. parseller ile 107 ada 41, 42 ve 43. parsellere ait arsa tapularını aldı. Yaklaşık yüzde 24’lük terkin ardından Cengiz’e ait 5 parselin büyüklüğü 516 bin 53 metrekare oldu. Bunun 422 bin 302 metrekaresi yapılaşmaya müsait turizm imarlı alan, kalan 93 bin 751 metrekaresi ise SİT alanı. Yüzde 30 inşaat hakkı olan arsada en az 126 bin 690 metrekare kapalı alan yapılabilecek.
Danıştığımız Bodrum’un en büyük portföye sahip emlak ofisi de Ahmet Aras’ın değer tahminine katılıyor: “Bölgede sahili olan arsaların brüt (terk öncesi) metrekare fiyatı 1.000 euro…”
Kos’un sadeliği Bodrum’un lüks markalarını geçiyor
Sosyal medya hesabınızdan bir inşaat projesinin ilanına kızdınız; “Bodrum’a değer katan proje” yazıyordu ilanda…
Ya Allah aşkına adam 12 tane villa yapıyor, değer katacakmış Bodrum’a… Bodrum’a değer katan buraya yıllarca emek vermiş turizmciler var. En başta Cevat Şakirler, Bedri Rahmiler, İlhan Berkler, Zeki Mürenler var. Naiflikleriyle, insanlıklarıyla, sanatlarıyla.. Kahraman süngerciler var. Erol Ağan var, Bodrum guletinin ustası… Sandaletçi Ali Güven… Bodrum’a değer katan insanlar bunlar. Ben de değilim. Sen 125 metrekareye dört duvar yaptım, 15 milyona sattım deyince Bodrum’a değer katmış olmuyorsun, cebine değer katmış oluyorsun.
“Bodrum’a ultra lüksü getirdim” diyorlar kendileri için…
İşadamları seviyor lüks marka getirdim demeyi. Tamam getirdi de, bir şey demiyorum aslında. O da Bodrum’un farklı bir durumu. Ama şimdi Yunan adalarına gidince de “Ah” diyoruz, “Eyvah bizim oralar bitmiş, ölmüş” diyoruz. Çünkü adamlar ne yapıyorlar; koruyorlar, mimarisini, coğrafyasını, doğasını ve o şekilde de cayır cayır satıyorlar. Şu anda 2 milyon turist geliyor Kos’a, biz Bodrum’a 1 milyon zor getiriyoruz. Nüfusu kaç? 30 bin. Bizim nüfusumuz kaç? 500 bin.
Çünkü biz artık “Bodrum desen Bodrum değiliz”, değil mi?
Tabii ki yani. Biz mesela Kos’a gidince “Oh” diyoruz ya, ne güzel ahenk var, estetik var, kültürel ağırlık var.
Yalınlık var…
İşte biz o yalınlığı kaybettik zaten. Oysa adam o yalınlığıyla senden çok daha fazla gelir elde ediyor. Ama tabii biz de artık belli bir aşamayı geçmiş durumdayız. Bu saatten sonra diyoruz ki, “Bodrum’da Ritz Carlton var”, “Gucci var”… Çünkü biz yalın Bodrum’u büyük ölçüde kaybettik. Biz de bari diyoruz Kempinski’yle övünelim, Mandarin’le övünelim, Bulgari geliyormuş işte… Yalıkavak Marina falan var… Ne yapalım? Ama şu var ki artık gelişmiş ülkeler doğaya saygılı, karbon emisyonunu bitirmiş, nötr kentlere turist gönderecekler. Eğer sen nötr kent değilsen sana uçak da gelmeyecek. Ya da çok ciddi vergiler uygulayacaklar sana. Ve sen o Avrupa’dan payını alamayacaksın.
Betonlarınla oturacaksın…
Oturacak kalacaksın. Kentleşeceksin. Çünkü biz bir Katarlı veya Dubaili gibi büyük gökdelenler yapmayı, büyük köprüler yapmayı, büyük büyük havaalanlarını marifet sanıyoruz. Halbuki Anadolu zaten binlerce yıllık kültürüyle hiçbirinin elinde olmayana sahip. Bunlara bir sahip çıkmayı öğrenebilsek, Anadolu’da zaten refah içinde yaşayacağız.