22 Aralık 2024, Pazar Gazete Oksijen
17.02.2023 04:30

“Şu an kim bize kapısını açarsa oraya gideceğiz çünkü gidecek yerimiz yok”

Daha ilk günden başlayan “deprem göçü” bu hafta itibarıyla tüm Türkiye’ye yayılmış durumda. Öyle ki artık hemen yan komşumuzun evine bir depremzedenin sığınmış olması çok olası. Veya trafikte artık daha çok 02, 27, 31, 44, 46 plakalı araçlar görebiliriz ya da metroda size durak soran biri aslında enkazdan kurtarılmış bir kardeşimiz çıkabilir. İşte onlardan biri olan Adıyamanlı Korkmaz ailesiyle biz de Ankara’da karşılaştık. Bizlere Çankaya’nın Birlik Mahallesi’ndeki sığındıkları akraba evini, ama daha önemlisi tüm samimiyetiyle kalplerini açtılar. Depremdeki yitirdiklerimizin acısını bir kenara koyarsak şu an bölgedeki tüm insanlarımızın, dolayısıyla hepimizin en önemli sorusunu sordular bize, hepimize: “Bundan sonra nasıl yaşayacağız?”

Söyleşimizin ertesi sabahı kapıdan bir daha uğradım Korkmaz ailesine. Pasaport işlemleri için Alman Büyükelçiliği’ne gitmeye hazırlanıyorlardı. Biraz daha morallilerdi. İsaf ve Hayri Korkmaz 15 yıllık evli. Büyük kızları İlayda, Adıyaman Esentepe Anadolu Lisesi’nde okuyor. Babası gururla “Adıyaman’ın puanı en yüksek okulu” diyor. Cildiye doktoru olmak istiyor İlayda… Fuat Sezgin Ortaokulu öğrencisi olan Doğan’ın şu anki hayali de acil servis doktoru olmak. İlkokul 1’e giden Asmin için ise annesi “Evin en güçlüsü” diyor, çünkü yüzü hep gülüyor Asmin’in… Kürtçe zor yetişen, dağ çiçeği demekmiş “Asmin”…

5 Şubat pazar akşamından başlayalım mı…

İsaf Korkmaz (40): Akşam normal yemeğimizi yedik, normal saatte yattık, hiçbir şey yoktu. Ne bir öyle kötü his, ne bir sıkıntı… Her şey normaldi. (İsaf hanımın sesi çok kısık çıkıyor)
Hayri Korkmaz (39): Çocukların okulu kardan dolayı bir gün ertelenmişti, ama ben yarın sabah işe gideceğim için erkenden yattık.

Nerede çalışıyorsunuz?
HK: Ben şehit kadrosundan Milli Eğitim’deki bir okulda önce hizmetli olarak çalışıyordum, şimdi normal memur kadrosunda devam ediyorum.

Şehit olan kim?
HK: Ben şehit Basri Korkmaz’ın ağabeyiyim. 2012’de Şırnak’ta şehit oldu. Hala onun künyesini takıyorum. (Boynundan çıkarıp gösteriyor)

Allah rahmet eylesin…
HK: Sağolun. Biz yattık, sonra 4 sıralarında eşim beni uyandırdı. Çocuklar evin diğer tarafında, bizim ufak kız yanımızdaydı. Yer gidip geliyor, ama daha çok hızlı değil. Tabii ben hemen çocukların odasına gitmek istiyorum.
İK: Ama gidemiyoruz. Ev böyle kalkıp iniyor, kalkıp iniyor. Zaten elektrik de kesildi, birden her yer çok karanlık oldu. Çocuklar çığlık çığlığa bağırıyor, anne anne diye. Yanlarına gitmeye çalışıyorum. Oda bir bu yana kalkıp iniyor bir öbür yana, duvara çarpıyorum. Kapıyı bulamıyorum. Yürüyemiyorum. Yine çocukların yanına gitmeye çalışıyorum. Ben gidemiyorum. Her yer çok karanlık. Dışarıdan insanların sesi geliyor, bağırtılar. O kadar sesler birbirine karışmışki, deprem evdeki her şeyi yere düşürüyor. Kırılan eşyaların sesleri geliyor. Biz sadece çocukları nasıl alır da çıkar gideriz diye düşünüyoruz. Ben artık kalbim durdu zaten korkudan, dizlerim tutmadı artık, olduğum yerde çöktüm, olmuyor dedim, ölüceğiz artık, çıkış yok buradan… Çok zor… (İsaf hanım çok hızlı bir şekilde bunları art arda anlattıktan sonra birden ağlayarak ayağa kalkıyor, odadan çıkıp biraz kapının eşiğinde arkası dönük öylece duruyor. Sonra dönüp tekrar oturuyor yanımıza.)
HK: Ben devam edeyim. Doğan buraya gelin… (İçerideki çocuklarına sesleniyor) Bizim evde çocukların odası diğer tarafta olduğu için ben onlara gitmeye çalışıyorum. İlayda yanımıza gelin kızım. (Yine sesleniyor.)
İK: Ben artık dedim yok çıkamıyoruz, oturduk yerimize, dua ediyorum Allahım yardım et diye. Çocuklar bağırıyor yanlarına gidemiyorum. Çok karanlık. Ev sallanıyor. Çocuklar ben artık dedim gittiler, biz de gittik. Dizlerim tutmadı. Yerime çöküp ağladım. Olmuyor…
HK: Ben gittim sonunda… Sürünerek gittim. Doğan niye gelmiyor, yanıma gelsin.
İK: Utanıyor.
HK: Hayır gelsin yanımda olsunlar.

Siz bugün mü geldiniz Ankara’ya, ailenizin yanına?
HK: Evet, birkaç saat oldu henüz. (Çocuklar gelip babalarının yanına oturuyorlar) Şimdi ben çocuk odasına gittim, çocukları aldım, Doğan yatıyordu, İlayda kalkmıştı. Tam böyle kapı arasında kaldık. (Ayakta gösteriyor)

Böyle bir felakette en acil ihtiyaç neymiş diye sordum, hepsi birden “su” dediler. İsaf Hanım “İnsan önce anlamıyor, sonra biraz sakinleştikçe koku duymaya başlıyor. Bir bakıyorsun ki çok kirlenmişsin, her yanın toz. Herkes mecburen orta yerde, üst üste tuvalet yapıyor” diye anlatıyor.

Çök-kapan hareketi hiç aklınıza geldi mi o sıra?
İK: Mümkün değil. Hani deprem çantası falan diyorlar ya, ne çantası…
HK: İşte tam ben o kapıda çocukları yakalamışken deprem hızlandı. Ama çok hızlandı. Doğan Allaha yalvarmaya başladı. Ben onu duydum, dedim orada Allahım bana olsun, çocuklarıma olmasın. Çünkü bizim ev eski, yeni bir bina değil. Bir de plansız yapılmış. Üst kat sonradan ek, daha da bir yük var yani üzerimizde. Ben dedim kesin biz gideriz.

Kaç katlı, kaç yaşında bir bina?
İK: 30’dan fazla vardır. Üç katlı, biz ara katta oturuyoruz. Annemindi, ona biz bakıyorduk, ölünce Almanya’daki kardeşim dedi siz oturun, biz de geçici olarak oturuyorduk.
HK: Zaten herkes bizim için demiş ki, kesin onların evi çökmüştür, kurtulamazlar.
İK: Hani 200’üncü saatte enkazdan çıkarılan mucizeler var ya, biz de o mucizelerdeniz aslında. O evden çıkmışız, o bir mucize.

Bu arada bir şey söyleyebilir miyim çocuklara, müsaade ederseniz?
HK: Buyurun…
Çocuklar istemiyorsanız, rahatsız oluyorsanız bu konuşmalardan, bizle oturmayabilirsiniz…
(İlayda (15) ve Doğan (13) aynı anda başlarını iki yana sallıyor “hayır” anlamında. Asmin (7) ise arada bir girip çıkıyor yanımıza, o daha çok oyun halinde.)
HK: Yo yo böyle iyi… Evet işte deli gibi sallanırken birden deprem durdu. Hemen çocukları kaptığımız gibi biz fırladık dışarı…

Bir terlik, bir ayakkabı giyecek vakit?..
HK: Hayır hayır nasıl giyeceksin…
İK: Üzerimizde pijama gecelik, ayağımız çıplak fırladık biz. Bir çıktık ki bizim karşıki ev çöküyor. Tam biz çıktık, gözümüzün önünde çöktü. İnsanlar nasıl bağırıyor içinde.
HK: Tabii biz daha kötü olduk. Hepsi tanıdığımız sevdiğimiz insanlar.
İK: Çıktık ne o tarafa gidebiliyorsun ne öbür tarafa gidebiliyorsun. Her yer enkaz. Öyle ortada durduk.
HK: Çok da kötü bir yağmur var. Ama nasıl bir yağmur. Normalde yağmayan bir yağmur o gece çok kötü yağıyor. Hava çok şey… Böyle çok garip bir karanlık…
İK: Bir de her yerden insanların çığlıkları geliyor. Yıkılan evlerin sesleri geliyor. Biz sokağın ortasında durmuşuz. Her taraf sallanıyor. Sokağın ortasındayız biz. Yağmur üstümüze yağıyor. Çocuklar bağırıyor. Hangi birini susturacağımı bilmiyorum. Ben zaten çocuklardan beter…

Sesiniz orada mı böyle kısıldı?
İK: Evet, o kadar bağırmışım ki… Ben sürekli bağırıyordum, bir gürültü olsa deprem oluyor diye koşuyordum. Sonra eşim baktı olmuyor, beni hastaneye götürdü. Bana orada bir cesaret iğnesi yaptılar. Bu sefer de dondum kaldım birkaç gün. Ne yemek yiyordum ne konuşuyordum. Anlatması bile çok zor… Biz o gece sokağın ortasında öyle esir kaldık. Arabası olan binip kaçtı, biz kaçamadık arabamız yok diye. En son biz gittik. Bekledik ki oradan biri bizi fark edip de gelip alsın.

Kaç saat?
İK: 3 saat.
HK: O 3 saat boyunca yıkılan binadaki komşular bağırıyor, ben sağımmmm! Ama nasıl çıkaracaksın? Yardım gelecek diyorum, ama o kadar…
İK: Ses geliyor, bizi çağırıyor, bizi kurtarın diyor… Çalıştık, ama enkazları kaldıramayız ki, gücümüz yetmiyor.
HK: Ben zaten dedim ki orada böyle bir deprem varsa insan evlenmesin. Çocuğunuzun olması çok zor. Çok zor.
İK: Telefon açmak istiyoruz, şebeke çekmiyor. Kimseye haber veremiyoruz, kimseyi yardıma çağıramıyoruz. Öyle duruyoruz.

3 saat sonunda?
HK: Annemgiller köyden gelip bizi aldı. Onların da gelmesi çok zor oldu. Yollar kapalı. Hem enkaz var, hem arabası olan herkes kaçıyor. 15 dakikalık yolu, 1 buçuk saatte geldiler.
İK: O sırada da sürekli deprem oluyor. 24 saat sürekli sallandık biz.
HK: Götürdüm çocukları anneme bıraktım. Artık hava da aydınlanmıştı. Bir şeyler almak için eve döneyim dedim, çocukların üzerinde hiçbir şey yok. Ayağımızda ayakkabımız bile yok.
İK: Bir de üstümüzdekiler de sırılsıklam olmuştu.
HK: Mecbur ben tek döndüm, eve girdim, ne kaldıysa, ne bulabildiysem aldım çıktım. Tam kardeşimle arabaya bindik dönerken, biz zannettik arabanın lastiği patlamış. Gidip geliyor böyle araba…

Yenimahalle’deki bu enkaz, Korkmaz ailesi deprem gecesi dışarı fırladığında gözleri önünde çöken karşıki komşularının üç katlı eviymiş. Kendi çöken evlerini bir daha öyle görmek istemedikleri için çekmemişler. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın ilk hasar tespit verilerine göre deprem felaketini yaşayan 10 il içinde binaları en çok zarar gören ilçeler Adıyaman’ın Merkez, Gaziantep’in Nurdağı, Kahramanmaraş’ın Dulkadiroğlu ve Hatay’ın Antakya ilçeleri oldu. Korkmaz ailesinin de terk etmek zorunda kaldığı Adıyaman-Merkez’de 14 Şubat tarihine kadar incelenmiş olan 14 bin 163 binadan 3 bin 554’ü acil yıkılacak, ağır hasarlı, yıkık bina olarak açıklandı.

13.24’te 7.6’lık ikinci deprem oluyor…
HK: İşte bir sürü insan o depremde vefat etti. Çünkü tam herkes evine girip eşyasını alacaktı, deprem oldu.
Sizin ev?
HK: Ben hemen geri döndüm bakmaya, bir gittim ev yerde. Ev gitmiş.
İstediklerinizi alabilmiş miydiniz bari, değerli herhangi bir şey?
HK: Yo yo bizim değerli şeyimiz bir tek kıyafetlerimizdir yani. Zaten olsa da gözüm görmezdi, çünkü tir tır titriyordum eve girdiğimde. Doğan’ın o yalvarması kulaklarımdan gitmiyordu.
İK: O kadar korkmuş ki çocuğum kaç gündür boynunda tespihiyle uyuyor. (Çıkarıp gösteriyor annesi, mor taşlı bir tespih) Bizim orada inandığımız bir türbe var, Abuzer Gaffari Hazretleri. O türbenin tespihi bu.

Peki ev gitti dediniz ya; o an görünce ne hissettiniz?
HK: Hiç üzülmedim, ben çocuklarımı kurtardım. Tabii ki gidenlerin hepsi bizim çocuklarımız, ama şu üç yavrumu, eşimi kurtardım ya…
İK: Benim de ev hiç gözüme gelmiyor. Çünkü bizim kadar şanslı olmayanlar var. En azından ben çocuklarımla sağ çıkabildim oradan.
HK: Allah korusun ben bir çocuk bıraksaydım, ben buraya gelemezdim. Oradan ayrılamazdım. Gidemezdim bir yere.

Yakınlarınızdan kaybınız var mı?
İK: Önce kim öldü kim kaldı kimsenin kimseden haberi olmadı. Herkes kendi canının derdine düşmüş. Yani içerdeki senin annen baban bile olsa duramıyorsun o enkazın başında, bakmıyorsun kime ne olmuş, çünkü çocuklar var.
HK: Çocuk insanın elini kolunu bağlıyor. En zoru çocuklarmış. O gün o saatte evde olduğum, çocuklarımı çıkarabildiğim için binlerce kez şükrediyorum. Ama bir sürü kaybımız var. Bir sürü çoluk çocuk vefat etti. Onların da acısını atamıyorum. Ev gitti, ama asıl bizim birçok akrabamız gitti. Amcamın çocukları vefat etti. İsaf’ın akrabaları vefat etti. Bizim okuldaki 5 öğretmen ailesiyle çoluk çocuğuyla gitti. Bir de benim arkadaşlarım vardı. Onların ne çocukları kaldı ne bir şeysi kaldı, hepsi gitti. (Elleriyle yüzünü kapatıp birden hıçkırarak ağlıyor Hayri bey. Sonra hemen toparlanıp devam ediyor)

Memleketimi bırakmam

Köyde nasıldı durum? Eve girebildiniz mi?
HK: Yok hep dışarıda kendi yaptığımız çadırlardaydık. Eve giremiyorsun. Ev çatlamış. Sürekli sallanıyor. Dışarıda ateş yaktık, babam hiç yatmadı, hep ateş yaktı. Ama çocuklar çok korkuyordu. Diyorlar biz buradan gidek, duramıyoruz. Biz de düşündük Ankara’da kızkardeşim, sağolsun eniştem var. Çocuklar biraz toparlansın diye onları gönderdim sadece.

Ne zaman, nasıl geldiniz Ankara’ya?
İK: Cumartesi gece 2-3 gibi aldılar bizi uçakla. O gün erken sabah havaalanına gittik. Herkes sırayla oraya gidiyor. Askeri yardım uçakları geliyor. Onlar yardımları boşlatıyorlar, halkı bindirip gönderiyorlar.
HK: Allah razı olsun askerimizden, havaalanında falan hep çok yardımcı oluyorlar.
İK: Üç gündür buradayız, ama görümcemlerin de durumu zor. Çok çaresiz olduğumuz için bizi yanlarına aldılar. Bir battaniyeyle hepimiz ısınmaya çalışıyoruz. Keşke depremzedeleri evlerine alanlara da yardım yapsalar. Ev ev üstüne çok zor.

Siz neden sonradan geldiniz?
HK: Ben hemen bırakamadım orayı. Memleketimi bu durumda bırakacak bir adam değilim ben. İçim kabul etmiyor yani. Çocuklarımı bir göreyim diye geldim. Biraz kalıp yine döneceğim.

Peki şimdi ki plan ne?
HK: Bilmiyoruz.

Herhalde herkes göç halinde…
HK: Herkes. Gidemeyenler köye, gidenler şehir dışına. Çünkü bir de salgın korkusu var. Daha ortada ölülerimiz kalmış, insanlar ne yapsın, korkuyor.
İK: Almanya’da benim erkek kardeşim var, Dortmund yakınlarında, Abuzer Kapıcı. O dedi ki Almanya vize açma imkanı sunmuş. Olur mu olmaz mı bilmiyoruz, ama o uğraşıyor orada. Biz de burada pasaport çıkartacağız. Kalacak yerimiz yok. Burada bir yer kiralayalım desek her yer dolmuş, hiçbir yerde bize göre yer yok. Memlekete dönelim desek, artık şehre girmeye korkuyoruz.

Siz?
HK: Yok, ben vatanımı bu şekilde bırakıp gidemem. Burada yardım edilecek bir sürü insan var. Eşim, çocuklarım güvende olsun yeter bana.

Ama sadece üç aylığına alıyor Almanya; sonra?
İK: Biz diyoruz en azından o zamana kadar buranın durumu belli olur. Ev mi verecekler başka şehre mi nakledecekler… En azından o belli olur. Çünkü biz burada ne kadar kalabiliriz? Kalamayız.

Hangisini yapsınlar istersiniz?
İK: Yani bizim memlekette ev verseler bize daha iyi çünkü bir sürü sevdiklerimiz orada. Ne kadar zor olsa da insanın memleketi sonuçta. İnsan başka yere gitmek istemiyor. Kaç gündür buradayım, diken üstündeyim. Ne uyuyabiliyorum ne yemek yiyebiliyorum. (Sürekli ağlıyor bunları anlatırken İsaf hanım)

Peki siz çalışmaya ne zaman başlayacaksınız, çalışabilecek misiniz? Bir yerden bir bilgi alabildiniz mi?
HK: Şu an bir bilgi yok, çünkü her yerde sistem çökmüş.

Maaşınız yattı?..
HK: 4 gün öncesinden yatırdılar. Yani o konuda şu an devlet gıda yardımı falan her şeyi veriyor. Allah gerçekten devletimize zeval vermesin. Ama konaklama büyük sorun. Çocukların psikolojisi sorun. Evin, düzenin yıkılmış…
İK: Kurtulan bütün insanların psikolojisi gitti artık. Hangimiz nasıl yaşayacağız ben bilmiyorum. Çocuklar deli olmuş korkudan, annelerin yüreği hep ağızlarında. Daha ilk kez dün gece uyuyabildi benim çocuklarım. Kaç gündür söylüyorum burada bir şey yok, burada güvendeyiz. İlk kez bu gece uyudular. Yürürken bile bir ses olsa korkuyorlar. Bir araba geçerken biz zannediyoruz ki deprem oluyor, hepimiz ayağa kalkıyoruz. Nasıl yaşayacağız biz? (İsaf hanımla artık sarılıyoruz birbirimize)

Peki imkan olsa Ankara’ya göç etmeyi kabul eder misin ya da Almanya’ya?
İK: Şu an kim bize kapısını açarsa oraya gideceğiz çünkü gidecek yerimiz yok. Ortadayız. Yani bizi neresi kabul ederse çünkü şu an seçim yapma hakkımız yok. Yani öyle bir lüksümüz yok. Ben burayı istiyorum diyecek bir lüksümüz yok. Neresi olursa artık. (Ortam çok ağırlaşınca gülerek çocuklara dönüyorum:)

Siz nerede yaşamak istersiniz peki çocuklar?
İlayda: Hayır orası çok kötü oldu biz nasıl döneceğiz? (Doğan da başını sallıyor istemiyorum diye) Bilmiyorum, ama başka bir şehir olur herhalde.

Haritada bir yer seç deseler?
İlayda: Nerede deprem olmuyorsa orasını isterim. Neresi olursa…
İK: Artık fay hattının geçmediği bir yer olsun bize yeter. Bizim için o önemli çünkü hiçbirimizin kalbi bir daha o korkuya dayanamaz.
HK: Seçenek olsa insan değeri bilinen, her şeyden önce insanı tutan bir yer derim ben de. Olsa öyle bir şehir seçerdim. Avrupa ülkelerinde mala o kadar değer verilmiyor, insana değer veriliyor. Ama biz çok hırslıyız ya… Dünya malını her şeyden üstün görüyoruz. O yüzden bu bize verilen bir ceza bence. Çünkü ben şöyle düşünüyorum; insanların bu kadar aç gözlü olması, bir dairenin 3 trilyon olması, en düşük bir arabanın fiyatının bile 10 milyardan 150 milyara çıkması, kimsenin yetinmemesi, şükürü unutması… İnsanlık bozulmuş. Her şey kötü olabilir, düzeltirsin. Hasta bile olsan belki hastaneye gider düzeltirsin. Ama insanlık bozulmuşsa düzeltemiyorsun onu. Depremden sonra ben bunu hissettim. İnsanlar paranın esiri olmuş. Adıyaman’da bir kira 5 bin olur mu, adam asgari ücretle çalışıyor, nasıl verecek o kirayı? O yüzden bence bu yaşadıklarımız bize bir ceza, bence bunu biz yaptık.

Tek gülümsedikleri an...

Anadolu liseli kızımıza soralım bir de; sence hangisiydi bu yaşadığımız, bir doğa olayı mı, kaderin oyunu mu, insanların kusuru mu?
İlayda: Bence insanların suçu. Kader değildi. Yani çünkü çok büyük bir hasar var. Kader olsa bile bu kadar büyük olamazdı.

Mesela sizin oradaki Kommagene Kültür Merkezi cam, ama tek bir çizik bile yok değil mi?
HK: Hiçbir şey yok.

Biliyor musunuz, tam şu an oturduğunuz sokağın başında da bir Komagene var; isteyelim der misiniz?
İK: Biz dışarıdan çiğ köfte istemeyiz, biz Adıyamanlıyız. (İlk kez hepsinin aynı anda yüzünde bir gülümseme oluyor. Belki o cesaretle içimden geliyor sormak:)

Ne olsa yüzünüz güler şu anda?
İK: Kalacak bir yerimiz olsa… Şu an ortadayız çünkü. Evimizi düzenimizi çok özledim. Diyorum acaba bir daha o günlere döner miyiz, çocuklarıma yemek yaptığım, okula gönderdiğim o günlere döner miyiz? Olur mu acaba?
HK: Ev de olur düzen de olur. Çocuklarımız sağ ya…