22 Aralık 2024, Pazar Gazete Oksijen
06.08.2021 04:30

Bodrum tek vücut

Bodrum’da önce 29 Temmuz’da Güvercinlik’teki Pina Yarımadası’nda yangın çıktı. Sonra 31 Temmuz’da sabahtan gece yarısına kadar sırasıyla Umurça, Kumbahçe sırtları, İçmeler mahalleleri, Mumcular’ın Bayır, komşumuz Milas’ın Beyciler köyü, Gökpınar, Mazı, Çökertme ve Yatağan’da yeni yangınlar başladı. 2 Ağustos’ta Umurça ve İçmeler’de canlanma oldu, aynı gün afet zincirine Armutçuk, Yeniköy, Kissebükü, Kıyıkışlacık ve Fesleğen yangınları eklendi. Bunların önemli bir kısmı kontrol altına alınabildi, ama bazıları bu satırları yazdığımız saatlerde dahi sürüyordu. An itibarıyla ilk hesaplamalara göre tüm il genelinde 42 bin hektarlık ormanlık bir alan yanmış durumda. Yani şöyle düşünün, İzmir’de 30 yılda yanan (1988-2018) ormanlık alan miktarı yaklaşık olarak Muğla’da 4 günde yok olmuş gözüküyor.

Bu korkunç manzaranın anlatılacak ve sürekli değişen pek çok cephesi var. Ben size 2 Ağustos günü tanık olduklarımı aktarmaya çalışacağım: Güvercinlik Çınaraltı kahvesi. Saat 10’u biraz geçiyor. İlk gelen Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Osman Gürün. Hemen ardından Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras… Aras’ın yüzü, kolları “sıcak yanığı”. 

- Kaç saat uyudunuz?

- Galiba 4.

Kahvede sabahın ilk çayını içmeye gelmiş vatandaşlar masalara dağılmış oturuyor. Selamlaşıp biz de birine geçiyoruz. Her iki Başkan da sadece yangına odaklı, başka herhangi bir söze dahi girmeden masaya hemen bir Muğla haritası açıyorlar. Üzerindeki yangın yerleri sürekli değiştiği için harita PVC kaplı. Gazlı kalemle çizilen bölgeler her saat başı genişliyor. Son durum hakkında bilgi veren Muğla İtfaiye Daire Başkanı Sezai Koyuncu’nun haberleri iyi değil. Mazı’nın üstündeki yangın devam ediyor, nem hala çok düşük, rüzgar giderek artıyor. Ören, Çökertme çok kötü, Marmaris çok kötü…

Belediye başkanları Osman Gürün, Tunç Soyer, Ahmet Aras ve CHP milletvekili Engin Altay, Bodrum ve Milas’ta yangından zarar gören köyleri gezip vatandaşların sıkıntılarını dinledi, ihtiyaçlarını karşılama sözü verdi. (Fotoğraf: Alpay Kars)
Belediye başkanları Osman Gürün, Tunç Soyer, Ahmet Aras ve CHP milletvekili Engin Altay, Bodrum ve Milas’ta yangından zarar gören köyleri gezip vatandaşların sıkıntılarını dinledi, ihtiyaçlarını karşılama sözü verdi. (Fotoğraf: Alpay Kars)

Derken masaya üç saat uzaktan “Sizinleyiz, ne isterseniz yapmaya hazırız” demek üzere güler yüzlü bir konuk geliyor: İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer. Aslında bunu telefonda da söyleyebilir, ama tam “çeken bilir” durumu… “İki yıl önce de biz yanmıştık. Ne kadar acı bir olay olduğunu biliyoruz, o yüzden tüm İzmir adına bizzat söylemeye geldim. Bugün de yarın da sizin yanınızda olacağız” diyor Soyer… 

Masanın dördüncü ismi CHP Grup Başkanvekili Engin Altay. O da “Ne zaman nereye isterseniz çağırın, gelirim” diyerek katılıyor ekibe. Birlikte yangının ortasında kalmış köylere gidip, vatandaşın durumu nedir inceleme yapacaklar. Tam kalkacakken aralarında kısa bir konuşma geçiyor: Hepimiz ayrı ayrı araca binip trafiği sıkıştırmayalım. Hem gösterişe gelmişiz gibi de olur. Aynı arabaya sığarız. 

Treebeard’ı beklerken…

Bizim gazetenin aracı ve zabıta dahil önce 10 araçlık bir konvoy oluyoruz. Onun da yarısı yola çıktıktan 4-5 dakika sonra Mumcular’da beklemek üzere ayrılıyor. Çok dar bir kadro, etrafta koruma ve danışman şürekası olmadan Mumcular’ın tepelerine doğru tırmanıyoruz. 

Tırmandıkça yangın kokusu doluyor aracın içine. Camı açıyorum, koku giderek “görünür” hale geliyor. Artık sanki siyah beyaz bir film karesinin içindeyiz. Dumanlı bir kubbenin altında, dikkatli bakınca eskiden ağaç oldukları anlaşılan gri-siyah uzunluklar var etrafımızda. Yaprakları, dalları gitmiş, Pers ordusunun okçu süvari birliğinden fırlatılıp toprağa saplanmış kara mızraklar gibi duruyor koca çam ormanı… Kuş sesi yok, yaprak hışırtısı yok, ışık huzmesi yok… Fotoğrafçı arkadaşım Alpay, “Burada yanmış ağaçların önünde çekelim mi?” diye soruyor. Bir ölüyle poz vermek gibi geliyor bana, içim kaldırmıyor.

Orman resmen bir cenaze evi olmuş. Görünen görünmeyen binlerce canlının cenazesi var burada. Gittikçe konvoyu, belediye başkanlarını, köylüleri unutuyorum artık ve birden bir ses geliyor kulağıma… Çok yaşlı bir ses… Ağaçsakal’ın sesi bu. Sanki Orta Dünya’dan çıkıp söylene söylene buraya, Mumcular’ın tepelerine yaklaşıyor:

Şu tarla faresi ailesi vakit vakit üzerime tırmanarak beni gıdıklar… Hep bir yerlere girmek isterler…  Birden cümlesi kesiliyor dev Ent’in… Karşısına bu yanmış orman çıkıyor çünkü ve şaşkınlıkla bağırıyor:  Oooooo…. Ağaçsakal, bir süre hiç konuşmadan büyük bir hüzünle tek tek bakıyor ağaçlara. Sonra ağlamaklı bir sesle: Bu ağaçların ekseriyeti dostumdu. Tohum ve kozalaktan aşina olduğum nebatat… Hepsi kendi seslerine sahiptiler… 

Tabii dostlarının neden yandığını hemen anlıyor Ağaçsakal… Öyle bir nefretle doluyor ki içi, “Saruman!!!” diye bağırıyor: Bir büyücü daha dikkatli olmalı! Ne Elfçe’de ne Entçe’de ne de insan lisanında bu yaptığı hainliğin karşılığı var. Bu gece Isengard’ın taşı ve toprağıyla meşgul olacağımmmm… 

Sonra yürek titreten bir çığlık atıyor Ağaçsakal, tüm ağaç gövdelerinde yaşayan Ent’lere “Gelin Isengard’a gidiyoruz” çığlığıdır bu… Ormanın içinden büyük gürültüler kopararak çıkıp geliyor Ent’ler ve yaşlı liderleri onlara ağır ağır konuşarak diyor ki: Elbette dostlarım, kendi nihayetimize gidiyor olmamız da muhtemeldir. Entlerin son resmi geçitleri… Lakin eğer evimizde oturup hiçbir şey yapmasaydık sonumuz zaten yakamıza yapışacaktı, eninde sonunda. Bu fikir uzun zamandır gönüllerimizde inkişaf ediyordu; işte o yüzden yürüyüşe başladık. Bu ani bir niyet değildi. Şimdi en azından Entlerin son resmi geçitleri hakkı için bir şarkı yakmaya değer.” 

Başta Çağdaş Holding olmak üzere Bodrum'daki tüm beton santralleri mikserlerini ve beton pompalarını orman yangınının söndürülmesi için kullandı. Mikserlerle getirilen sular, alanda bekleyen pompalarla itfaiye araçlarının su tanklarına aktarıldı. Bu sayede zamandan kazanılarak alevlere karşı daha yoğun müdahale edilebildi. Çocuk Mezarlığı'ndaki bu görüntü hem yangınla mücadele için hem de dayanışma ruhu adına herkesin takdir ettiği bir örnek oldu.
Başta Çağdaş Holding olmak üzere Bodrum'daki tüm beton santralleri mikserlerini ve beton pompalarını orman yangınının söndürülmesi için kullandı. Mikserlerle getirilen sular, alanda bekleyen pompalarla itfaiye araçlarının su tanklarına aktarıldı. Bu sayede zamandan kazanılarak alevlere karşı daha yoğun müdahale edilebildi. Çocuk Mezarlığı'ndaki bu görüntü hem yangınla mücadele için hem de dayanışma ruhu adına herkesin takdir ettiği bir örnek oldu.

Bir bambi-bucket yeter

Ünlü yazar Tolkien, İki Kule’de geçen bu meşhur diyaloğunu Macbeth’teki “Birnam ormanının kalkıp Dunsinane’ye yürümesinden” etkilenerek kaleme aldığını söylemiş. Ve tabii sanayileşmeyle Birinci Dünya Savaşı’nın doğadaki yıkıcılığından da etkilenmiş büyük edebiyatçı… Ama eminim sadece şu karşıdaki Armutçuk mevkiindeki tepeyi de görse yazardı bu satırları…  O tepede beş ayrı yangın noktası var. Biri daha büyük, onun yanındaki daha küçük, diğerleri ise hemen gelip müdahale edilse sönecek cinsten, daha sadece dumanı çıkıyor ve alevler büyümemiş. Peki havada gördüğümüz bir helikopter var mı? Sesi dahi yok. Orman Genel Müdürlüğü’nde uzun yıllar çalışmış eski ve çok deneyimli bir uzmandan dinledim: “Mutfağınızda küçük bir yangın çıksa bir tas suyla çözülür; biraz büyüdüğünde bir yangın söndürme cihazı ve 5 kovayla çözersiniz; ama oturma odasına geçtiği zaman sizi kimse kurtaramaz. Orman yangınları da bunun gibidir. Eğer olayın ilk bir saati içinde müdahale ederseniz helikopterden dökeceğiniz bir bambi-bucket’lık kadar suyun bile faydası vardır. Evet, yangın ilerledikçe suyun miktarı önem kazanır, ama ilk başta miktar değil acil müdahale önemlidir.”

İlk durak Beyciler

Tabii ateşin pilinin bittiği yerler de var. Hani yağmurun içindeyken nerede başlayıp nerede durduğunu anlayamazsınız, ama yangının bıçak gibi kesildiği yerleri çok net görmek mümkün. Bir santim öncesi yanmış, ama sonrası aynen yeşil devam ediyor. Büyük olasılıkla ya orada gücü tükenmiş, ya rüzgar dönmüş veya bir kahraman ordusunun eli değip durdurmuş. 

İlk durağımız olan Milas’a bağlı Beyciler köyü böyle bir yer. Yangın çok yaklaşmış, bütün zeytinlikleri, arazileri kül olmuş ama evleri zarar görmeden kurtulmuşlar. Muhtar, gelen heyete önce neler olup bittiğini bir özetliyor. Sonra tam belediye başkanları sözü alacak, bir genç geriden gelip söz istiyor: Başkanım Allah razı olsun herkes gelip gidiyor, ama “Size yardımcı olacağız” diyen daha kimse yok. Ahmet Başkanım önceki gelişinde sağolsun dedi, ama bu yardım ne zaman olacak? Genç adam o kadar içi yanarak söylüyor ki bunları, Osman Gürün hemen durumu izah etmeye çalışıyor: Çünkü yangın devam ediyor. Sönen yerler bir daha yanmaya başlıyor. Önce bir yangını bitirelim, sonra hasar tespiti yapalım. Ne yapmamız gerektiğini ancak öyle bileceğiz. Bakın burası afet bölgesi ilan edildi. Devletin yardımını alabilmeniz için önce müracaatlar yapıp hasarınızı bildirmeniz lazım. Devletin yardımını aldıktan sonra da gerisini birlikte yapacağız. Etrafta toplanan köylüler dikkatle dinliyorlar Gürün’ü…

Ardından Tunç Soyer alıyor sözü: Delikanlı bunun için geldik biz. Sadece bunun için geldik. Zeytinin gitti, hayvanın gitti, nasıl devam edecek bu hayat? Aileni nasıl geçindireceksin? Tarımı nasıl yapacaksın? Bu kaygıyı seninle biz de yaşıyoruz. Bunları konuşalım diye geldik. Devletin hasar yardımını alacaksınız. Ama devlet bu parayı verdikten sonra artık kendi kaderinle baş başasın, gerisini kendin hallet diyor. İşte biz o noktada varız yanınızda. Sizi kendi kaderinizle baş başa bırakmayacağız. Ama önce bir hasar envanterini çıkarmanız lazım. İhtiyaç ne? Devletten ne kadarını alacaksınız? Daha ne kadarına ihtiyacınız kalmış olacak? 

Bu kez ben soruyorum: Bu süreç ne zaman tamamlanır da yardım etme sırası size gelir; bir zaman verebiliyor musunuz? 

Soyer yine köylülere dönerek yanıtlıyor: Biz sizden haber bekleyeceğiz, siz ne zaman diyorsanız…Yeter ki bize “Benim 52 tane zeytinim yandı, devlet şunu verdi, şuna ihtiyacım kaldı” deyin. Bunları Başkanımla koordinasyon halinde yapacağız.  Ahmet Aras günlerdir buraları adım adım gezdiği için artık evin oğlu gibi olmuş, hafif Bodrumca lisanıyla açıkça söylüyor: İş de veririz gerekirse. Bakın gerçekten, iş isteyeni bize gönderin. Biz şu an personel alacağız, ya temizliğe ya da park bahçeye… Ama başvuran yok, çünkü Bodrum’da herkes maşallah… Mazı’dan gelen bile var. Ha Mazı ha Beyciler… Hatta Beyciler daha bile goley…  Gürün’le gülüşüyoruz “goley”e. “Ben de kullanırım, bizim burada ağzımız budur” diyor. Sonra son kez sözü yine Tunç Soyer alıyor: Özeti şu arkadaşlar: İçiniz rahat etsin. Buraya ne şov yapmaya geldik ne parsa toplamaya geldik ne de siyasete… Hiçbiri değil. Sadece kalbimiz sizin çektiğiniz sıkıntıyı çekti, ondan geldik.  Yaşlı bir köylü: İnsanlık için geldiniz yani… Soyer: O kadar işte be Abi… Gücümüz neyse sonuna kadar size destek çıkacağız. Bugün herkes destek çıkar, ama biz bugünle değil yarınla ilgiliyiz. Yarın tek başına kaldığınızda ne yapacaksınız? Şimdi gidin ve eşlerinize çocuklarınıza söyleyin, içleri rahat etsin, biz varız. Gürün: Biraz sabır, biz yangını bitirelim siz de şu hasar tespitlerinizi yapın, yine görüşeceğiz.

Arılar dönünce çam yok

İçleri ne diyor bilemem, ama yüzlerindeki gerginlik biraz da olsa azalmış gözüküyor köylülerin. Dualarla teşekkürlerle yolcu ediyorlar heyeti. Şimdi yönümüz Gökpınar mahallesi, ama Aras’ın aklı Çocuk Mezarlığı mevkiinde:  Bizim arkadaşlar ağlayarak aradılar şimdi, yangın giderek büyüyormuş. Uçak var mı? Sabahleyin Turizm Bakanı’yla konuştum, “Rusya’dan iki tane uçak geliyor. İzmir Çiğli’de dolum yapılsın hemen göndereceğim” dedi. Hava Eğitim Komutanlığı da iki helikopter göndereceklerini söyledi. Onlar yetişinceye kadar elimizden geleni yapacağız.

- Ne yapabilirsiniz, o tepeye nasıl su taşıyacaksınız?

- Taşıyoruz valla, dünyada herhalde eşi benzeri olmayan bir sistem kurduk. Birazdan gidince göreceksiniz.

Ne göreceğimizi çok merak ediyorum, ama önce Gökpınar’a gidiyoruz. Burası da etrafı yanmış, yerleşim bölgesi korunmuş bir köy. Muhtar anlatırken ilginç bir şey söylüyor: 

- Allah’tan arılarımızın başka bölgede yaşadığı dönemdi, onlara bir şey olmadı. Ama döndükleri zaman bal yapacakları çam kalmadı. 

Soyer: Biz de bu yüzden buradayız zaten. Bize bu bilgileri verin ki ne yapacağımızı görelim. Arılar yoksa kuzu mu verelim, kuzu yoksa inek mi? Ürünümüzü al derseniz ürününüzü alalım. Zeytin fidanı istersen fide verelim. 

Başka bir köylü: Mesela benim hayvanım yanmadı, ama otlaklar yandı, hayvanlar aç, saman lazım.

Gürün: Çok doğru söylüyorsun, Marmaris’e göndermiştik, hemen notumuzu alıp size de acil gönderelim.

Derken elinde sopasına tutuna tutuna 80 yaşından fazla ama ne kadar fazla olduğunu bilmeyen Saniye Teyze geliyor. Aras “Teyzecim, senin de zeytinlerin yandı mı” diye soruyor:

- Yanma mı a oğul… Eskiden de yandıydı, şimdi de yandı. Ama bu kez çok yandı. Büyüdüğünü görmem artık.

Ahmet Aras, Milas ve Bodrum’un köylerinde evin oğlu gibi ilgi görüyor. “Yorulduğunda gel bizde yat, yerimiz var” diyenden gelip sarılana kadar... Aslında oralara kim gitse köylüler ilgi gösterir, tıpkı 80 küsür yaşındaki Saniye Teyze gibi...
Ahmet Aras, Milas ve Bodrum’un köylerinde evin oğlu gibi ilgi görüyor. “Yorulduğunda gel bizde yat, yerimiz var” diyenden gelip sarılana kadar... Aslında oralara kim gitse köylüler ilgi gösterir, tıpkı 80 küsür yaşındaki Saniye Teyze gibi...

Köylülerden sesler yükseliyor: Hiç uçak görmedik! Yukarıdan hiç suyla müdahale eden olmadı! Gürün: Yangın ilerledikten sonra uçağın da faydası bir yere kadar. Yangını çıktığı zaman çözeceksin. Şimdi ancak yerleşim birimlerinin önüne su atıp, sizi korumaya çalışıyoruz. Yangın kendisi ne zaman biterse öyle sönecek. Artık o noktadayız.

Soyer: Ama eşinize dostunuza söyleyin, çaresiz değilsiniz. Biz geleceğiz ve sizin arkanızda duracağız. Devlet ne veriyorsa alın, ama sonra hayat devam ederken biz yanınızda olacağız. Sizin şimdi tek yapacağınız hasarınızı tam ve doğru şekilde devlete bildirmeniz.

Bir köylü itiraz ediyor: Bizim Bodrum’a kadar gidecek halimiz kalmadı, buradan kimse Muğla’ya gidip de bir şeyi bildiremez, İlçe Tarım’dan gelip onlar tespit etsinler.

Gürün: Muhtarlar çözecek o işleri merak etmeyin. Ama siz de takipçisi olun. Müracaat zamanını kaçırmayın.

Pet şişeyle yangın söndürdü

Buradan da kalkıyoruz. Bu kez Bayır mevkiinde köylüler toplanmış, heyet onları dinlemek istiyor. Varır varmaz köyün durağı gibi bir yerde kadınlı erkekli bir grup etrafımızı sarıyor. Gürün, Soyer ve Engin Altay hemen oracıkta buldukları banklara oturup köylülerle konuşurken Ahmet Aras sürekli telefonda bilgi almakla meşgul. Bir Torba yanıyor diyen, şimdi Türkbükü’nde çıktı diye arayan, Ortakent’te alevler görüldü ihbarı yapan…

Danışmanına “Hep mi böyle” diye soruyorum, “Hep böyle, sürekli yalan yanlış ihbarlar geliyor. Ortalığı karıştırmak isteyen, eğlenmek isteyen, yanlış gören, hepsi var…” Yine de her ihbar için Aras ilgili birimleri tek tek kendi arayıp kontrol ediyor, çünkü en büyük korkusu yeni bir yer daha yanmaya başladı haberi.

Yine günlerdir çevresinde birlikte sabahladığı ekipten başka birine soruyorum: En çok ne zaman korktuğunu gördünüz Başkan’ın?

Yanıt “İçmeler” oluyor. “İçmeler’de gemi tersanesine sıçrayacak diye çok endişelendi. Bir ara getirilen 5 litrelik pet şişelerle ağaçların dibini sulamaya başladı. Su bitince dallarla sıçrayan kıvılcımları söndürüyordu. Günlerdir bir dakika durduğunu görmedik.” 

Yine duramıyor. Az önce demişti hani, aklı hala o Çocuk Mezarlığı mevkiinde, “Hadi artık oraya gidelim” diyor. Tekrar arabalara biniyoruz. Bu kez biraz daha tırmanıyoruz. Artık yanımızdan türlü türlü araçlar geçiyor: Üzerinde 57. Topçu Tugay Komutanlığı yazan kocaman bir itfaiye aracı, Manisa Büyükşehir’den kepçe, dozer tırları, Isparta’dan arazöz, Karayolları sulama aracı, köylülerin küçük su tankerleri, özel işletmelerin beton mikserleri… Biri iniyor, biri çıkıyor…

Trafik yoğun ve bir noktadan sonra Jandarma yolu kesmiş, vatandaşlar daha fazla yukarıya yaklaşamıyor. Derken artık Çocuk Mezarlığı da denen Armutçuk Kümeevler mevkiine varıyoruz. Mazı’ya 7 km uzaklıkta tepede bir nokta burası. Yangının sıcaklığı, külü artık üzerimize düşüyor. Ama gözümüz Aras’ın az önce “Dünyada herhalde eşi benzeri olmayan bir sistem kurduk. Birazdan gidince göreceksiniz” dediği büyük alanda. Meğer deminden beri gördüğümüz dev mikserler bu alana su taşıyor, suyu dev pompalarla arazöz, itfaiye ve tankerlere aktarıp yangın bölgesine gönderiyorlarmış. Sırf git gelden zaman kazanmak için. Aras’a soruyorum:

- Kimin aklı bu?

- Vallahi ilk teklif özel şirketlerden geldi.

- Kaç gündür var bu sistem?

- Üç gündür bu haldeyiz.

- Mikserlerin kapasitesi ne kadar?

- 10 ton. Nereden getiriyorlar suyu? Mumcular’da halk kuyularını açtı, oralardan alıyorlar. MUSKİ’nin kuyuları var. Ayrıca Mazı’da Taşlı Yalı bölgesinde denizden çekiyoruz. Nereden bulurlarsa doldurup doldurup getiriyorlar.

- Kaç beton mikseri vardır böyle?

- En son 16 pompa, 80 mikser diye biliyorum. 

Tunç Soyer, “Bence yangın söndürme tarihinde böyle bir şey yoktur” diyor. Gürün de aynı fikirde. Bu noktadaki çalışmalardan sorumlu Bodrum Belediyesi Başkan Yardımcısı Önder Batmaz: “Hepsine çok teşekkür ediyoruz. Bölgemizdeki bütün beton santralleri, ellerindeki bütün imkanlarıyla yanımızdalar.”

Madem bu kadar değerli bir katkıda bulunuyorlar isimlerini de yazmak lazım diyorum; Batmaz, “Çağdaş Beton, Bodrum Beton, Kösem, Rüzgar Santrali… Kimin mikseri, tankeri varsa şu an burada” diye yanıtlıyor. Aklıma “Bugün su taşıyanlar yarın da buralara beton taşır mı” lafı geliyor. Sonuçta bütün kış trafikte gördüğümüz, Bodrum’un karbon ayak izini artıran beton mikser araçları bunlar, ama onun takibi sonraki iş. Şimdi emeği geçen herkese teşekkür etme vakti; patronundan tanker şoförüne… 

Bölgedeki tüm belediye başkanları gibi Ahmet Aras da bir haftayı aşkın süre Bodrum ve Milas’ta yangın yerinde “orman ve kent savunmasına” katıldı.
Bölgedeki tüm belediye başkanları gibi Ahmet Aras da bir haftayı aşkın süre Bodrum ve Milas’ta yangın yerinde “orman ve kent savunmasına” katıldı.

“Muğlalılara bayıldık”

Armutçuk Kümeevler mevkiinde arı gibi çalışıyor görevliler. “Ya gelirse” diye hemen yakında devam eden yangına hazırlık halindeler, ki zaten bundan birkaç saat önce daha ilerideki bir mevkiidelermiş, yangın yayıldığı için geri çekilmişler. “Hazırlık dediğiniz nedir” diye soruyorum Batmaz’a: Bir kere ağaçları ve toprağı olabildiğince ıslatıyoruz. İkincisi dozerlerle sınırdaki ağaçları indiriyoruz, çünkü üzerlerindeki kozalaklar tutuştuğu anda mermi gibi 200 metre ileriye fırlayıp aynı anda başka yerlerde yangın başlatıyor. Bir de emniyet şeritleri açıp yangını olduğu yere hapsetmeye çalışıyoruz. Uçak veya helikopter gördünüz mü? Evet, dün bir kez gördüm.  Gözüm o sırada üzerinde “Diyarbakır” yazan bir 112’ciye takılıyor. “Diyarbakır’dan İzmir’e, İzmir’den de buraya geldim” diyor. Yanında İzmir kurtarma ekibinden bir kişi daha var.  İkisi birden aynı şeyi söylüyor:  Alevlerin içinden sırtımızda insan çıkardık, neredeyse biz kurtarılmalık oluyorduk, ama bu insanlar için her şeye değer. Muğlalılara bayıldık. Evleri yanmış, kendi dertlerini bırakıp bizi nasıl ağırlayacaklarını düşünüyorlar.

Sağlık Bakanlığı’nın UMKE ekibinden biri görevli de yanlarında, o da aynı görüşte:  Halk mükemmel. Hatta haddinden fazla mükemmel. Öyle ki bir ara onların yardımından işimizi yapamaz hale geldik. Tekrar İzmirli ekibe dönüyorum: 

- Siz madem İzmir’den geldiniz, bir karşılaştırma yapabilirsiniz, iki yıl önce oradaki yangın da böyle miydi?

- Kavacık böyleydi aynen. Aynı burada olduğu gibi bir tepeden hep beraber seyrediyorduk. Bu saatten sonra yapacak tek şey seyretmek. 

- Hiç uçak veya helikopter gördünüz mü?

- 3 gündür buradayız, hiç görmedik.

UMKE’ci söze giriyor: Yok, ben Çökertme’de bir tane gördüm, eksik bilgi olmasın.

CHP’nin adı geçmedi

Bayır mevkiindeyken son baktığımda sıcaklık 45 derece, nem yüzde 11’di. Ama Armutçuk’ta hava değerleri nasıl, artık bakmak aklıma bile gelmedi. Benim orada gördüğüm tek hava, çaresizlikle gayretkeşliğin yan yana yaşandığıydı. İkisini de aynı anda yapıyordu herkes. Gayretlerinin büyük resmi değiştirmeyeceğini biliyorlar, ama ya tek bir ağacı daha yanmaktan kurtarmak mümkünse diye çalışmaya devam ediyorlardı. Ve bir not: Artık “N’olur uçak gönderin” demeyi bırakmış, yangına “N’olur bit artık” deme noktasına gelmişlerdi. 

Armutçuk’tan Mumcular’a dönüyoruz. Soyer, Gürün, Aras ve Altay son duruma ilişkin bir basın açıklaması yapıyor. Tarım ve Orman Bakanı Pakdemirli’nin “Yerleşim bölgeleriyle belediyelerin itfaiyeleri ilgilenseydi biz de ormanı söndürürdük” minvalindeki yeni açıklamasına belediye başkanlarının hiç yanıt vermemesi dikkatimi çekiyor. Yanıt sadece CHP Grup Başkanvekili Altay’dan geliyor. Aslında enteresan bir şekilde üç belediye başkanının da sabahtan beri günlük siyasetten hiç bahsetmediklerini fark ediyorum. Ne köylülerle ne kendi aralarında ne de bana… Bütün incelemeler ve sohbetler boyunca tek bir kez bile “CHP” dediklerini duymuyorum. Saat 15.30 olmak üzere. İnceleme heyeti dağılıyor. Herkes kendi görev yerine, Aras da Kissebükü’ne… Dönüşe geçtiğimizde, buraya gelirken aşağıdaki yoldan gördüğümüz Armutçuk mevkiindeki tepeye özellikle bakıyorum. 5 saat önce uzaktan sadece dumanı izlenebilen yangının artık alevlerini görmek mümkün. Aslında bütün bir haftanın Gökova ve Akdeniz’deki özeti budur; gerisinin tamamı unutulabilir, ama bunu unutmayacağız.