

“Bodrum’un Suskun Çanları”
Yeni Bodrum’da özetle durum bu. Peki eski Bodrum’da nasıldı? Onu da “Bodrum’un Suskun Çanları” belgeselini hazırlayan ekipten fotoğraf sanatçısı Mehmet Uyargil’le konuştuk: Bodrum’da Hristiyanlık ilk ne zaman görülüyor? Elimizdeki verilere göre 5’inci yüzyıla doğru… O dönem Yunanca konuşan bir halk var Bodrum’da; Pagan dinine inanıyorlar. Sonra Roma ve Bizans’ın Hristiyanlığı kabul etmesiyle birlikte buranın halkı da yavaş yavaş Hristiyanlığa geçiyor. Helenlerle melezleşmiş Karyalıların, Rumlara dönüştüğü yeni bir kültür doğuyor. Biz o Roma-Bizans dönemine birinci evre dedik. İkinci evre de İslam’ın egemen olduğu Osmanlı’dan 1924’te Rumların göç ettiği mübadeleye kadar ki dönem. Her iki evreyi de kapsayan kaç tarihi kilise veya şapel tespit ettiniz? 40-50 arası, ama biz belgesele kendi sınırlı imkanlarımızla ancak 25’ini koyabildik. Hepsi de korunmaya muhtaç durumda.
‘HAYDİ YİYİP-İÇELİM’ DEĞİL, ‘HAYDİ ÇALIŞALIM’
Mehmet Uyargil’le sadece belgeseli konuşmaya niyetliydik, ancak Bodrum’la ilgili gözlemleri, burayı yaşama şekli, hayata bakışı o kadar etkileyici geldi ki, hangi kentte yaşıyor olursak olalım, içinden hepimize ilham alacak fikirler çıkabilir: Hayatınızda ne değişmişti de İstanbul’dan kalkıp Bitez’e yerleşmeye karar verdiniz? Aslında pek bir şey değişmemişti, ama yıl 2005 olmuştu. Yani ben 50 yaşıma girmiştim. Küçüklüğümden beri böyle bir arzum vardı, sebebini bilmiyorum, ama 50 yaşına gelince para benim için hiç önemli olmayacak, ben iş hayatını bırakıcam ve sonra hep istediğimi yapıcam diyordum. Gerçekten 50 yaşıma geldiğimde dediğimi yaptım ve iş hayatını bıraktım. Herhalde varlıklı biriydiniz? Ben eski Tarlabaşı’nda büyüdüm. Yazları matbaada hamallık yapmak dahil kendi kazandığım paramla Almanya’da tekstil okudum. Sonra arkadaşımla tekstil şirketi kurup 1995’e kadar Almanya’da, 10 yıl kadar da Türkiye’de çalıştım. Hiçbir zaman öyle müthiş paralar kazanmadım, ama hep yarınımı düşünerek yaşadım. Hala da birikimlerimle sürdürebileceğim şekilde yaşıyorum. Bana göre saçma harcamalar yapmamaya çalıştım, lüksten hep kaçtım. Benim anlayışıma göre güzel bir yaşamınızın olabilmesi için sanıldığı gibi çok fazla paraya gerek yok. Peki 50 yaşına girdiniz ve ilk ne yaptınız? O zamanlar Cihangir’de oturuyorduk. Önce sabahları kalkıp her gün sanat galerisi gezmeye başladım. Sonra bari boşu boşuna dolaşmayayım dedim, İstanbul’un çeşme ve sebillerini belgelemeye başladım. Benim iki büyük tutkum vardır: 50 yıldır müzikle, 40 yıldır da fotoğraf çekmekle uğraşıyorum. Yaklaşık bin 200 çeşme ve sebilden 300’ünün fotoğrafını çektim. Ne kadar sürdü bu dönem? 2005-2007; o iki yıl boyunca hep İstanbul’la uğraştım, ama nasıl mutluydum. Derken bir arkadaşım “Bitez’de uygun bir ev var, kaçırma” dedi. Daha önce de Bodrum’a çok sık gelip giderdik zaten. Karar verdik ve o yıl taşındık. Geldiniz, kimseyi tanımıyorsunuz, ne yaptınız? İlk olarak Bodrum Fotoğraf Sanatı Derneği’ne üye oldum, yavaş yavaş insanlarla tanışmaya başladım. Bodrum’da şöyle enteresan bir hızlı “tanışma süreci” vardır; mesela hemen bir 10 kişiyi tanırsınız, ama aynı hızla dokuz kişide yanıldığınızı anlarsınız ve o bir kişi kalır geriye. Bodrum’da insan ilişkileri değişiktir bu açıdan. Gerçi benim de önceliğim insanlardan ziyade Bodrum’u tanımaktı. İlk iki yıl sabah atlıyordum arabaya mesela Ören’e gidiyordum, Ören kesmiyordu ertesi gün Söke’ye gidiyordum. O gezilerim sırasında bu güzel doğanın bir de olağanüstü bir tarihi geçmişi olduğunu fark ettim. Ne bulursam okumaya başladım. Derken bir gün internette dolaşırken garova diye bir web sitesine rastladım. Etrim’de Mehmet Vuran adında Bodrumlu bir ziraat mühendisi şarap yapıyor, Bodrum köylerinin tarihçesini yazıyor, harika bilgiler veriyor. Benim Bodrum’u gerçek anlamda sevip, buraya bağlanmam o yazılar sayesinde başladı diyebilirim. Garova bağlarından ne kadar etkilendiğini dinlediğim son bir ay içindeki üçüncü kişisiniz… Gerçekten öyle, ama tabii Bodrum yaşamımı değiştiren başka şeyler de oldu. Mesela yıl yine 2007. Kızılağaç’tan Yalıçiftliği’ne doğru gidiyorum. Tam denizin karşıma çıktığı bir noktada sağa bir baktım Bodrum mimarisine hiç uymayan, çok eski fakat aslanlar gibi ayakta, taş bir yapı var. Her zamanki gibi arabayı çektim, çalıların arasından yürüyüp o binaya ulaştım. İçeri girdim bir baktım yaklaşık 10 tane inek. Her taraf saman dolu. İnekler ayaklarıyla samanlarla oynarken ne göreyim, yerde olağanüstü mozaikler. Meğer 5’inci yüzyıldan kalma Roma hamamıymış. Yine bir gün Pınarlıbelen civarında Sazköy’e gittim. Bir gölet gördüm, yanında da bir bina. Baktım, kapının girişinde sarı kırmızı renklerde eski Türkçe yazılmış bir kitabe. İçeri girdim, bir ahşap cami. Minaresi yok… O kadar güzel desenler var ki duvarlarında, 1800’lerden kalma bambaşka bir cami. Tabii şimdi ne o hamam ne de o cami var. İkisi de özel mülktü. Hamam 2017 depreminde yıkıldı, cami de yandı. Allahtan belgeledim… Bu deneyimler ne değiştirdi Bodrum yaşamınızda? Bodrum için ben ne yapabilirim demeye başladım ve karşılaştığım her olayda “Ben ne katkıda bulunabilirim” diye düşündüm. Tabii çok normal bir davranış değil bu, biraz çılgın bir şey. Çünkü bu işlerden beş kuruş kazanmadığınız gibi bir de kendi bütçenize göre olağanüstü paralar harcıyorsunuz.