Bodrum’a yerleşip tanımaya başladıkça zihnimin bir köşesinde (Bu kadar yabancı yaşıyor, ama hiç kilise görmedim) gibi küçük bir parantez açılmıştı. Yıllardır hiç araştırmadığım için de o parantez öylece kalmıştı. Derken Oksijen’de Bodrum yazıları yazmaya başlayınca yaklaşan ayın olaylarına göz atmak gibi bir huy edindim. Baktım, 4 Nisan Batı Kiliseleri’ne bağlı Hristiyan cemaatinin Paskalya Bayramı imiş. Tamam dedim, parantezi kaldırıp sorma zamanı gelmiştir: Bodrum’da kayıtlı yaklaşık 5 bin yabancı nüfusumuz var, bu insanlar bayramlarını nasıl kutluyorlar? “Merdiven altı” yöntemlerle mi, tekne tutup en yakınımızda Kos’a mı gidiyorlar ya da hiç ihtiyaç duymuyorlar mı? Bodrum’da yaşayan Ludmilla Denisenko, Chris Drum Berkaya ve Herodot 3. Yaş Akademisi’nin Başkanı Samer Atasi’nin sayesinde bazı bilgilere ulaştım: Bodrum’da yaşayan gayrimüslimlerin bir din görevlisi ve ibadet evi yok. Paskalya, Noel gibi önemli dinsel günlerde veya ihtiyaç duyulduğunda cemaatine göre İzmir’den bir rahip Bodrum’a davet ediliyor. Anglikanlar özel günlerdeki kutlama ve toplantılar için belli bir AVM’de salon kiralarken, Roman Katolikler hep aynı otelde toplanıyor. Mesela Bodrum’da yaşayan Ukraynalı bir grup “Pysanka yumurtaları” yapmak için buluşuyor. Bir başka Bodrumlu Facebook grubu çocuklar için Paskalya yumurtası yapıp saklama etkinliği düzenliyor. Zoom üzerinden “Paskalya Şapkaları Yürüyüşü” yapmaya hazırlanan eğlenceli bir grup da var. “Çiçekli, kocaman ve komik şapkalar yapacağız” diyorlar. Bu arada eski İstanbul’un, Müslümanların da çok sevdiği paskalya çöreği adeti malum. Kurtuluş Üstün Palmie Pastanesi ve Kadıköy Beyaz Fırın’daki çörekler en meşhuru. Bodrum’da ise “bir dost”tan Bitez Camii’nin karşısındaki Maride kafenin salı ve cuma günleri sınırlı sayıda da olsa çok güzel çörek çıkardığını öğrendim; sakızlı mahlep kokusu sevenlere duyurulur. “Bodrum’un Suskun Çanları”
Yeni Bodrum’da özetle durum bu. Peki eski Bodrum’da nasıldı? Onu da “Bodrum’un Suskun Çanları” belgeselini hazırlayan ekipten fotoğraf sanatçısı Mehmet Uyargil’le konuştuk: Bodrum’da Hristiyanlık ilk ne zaman görülüyor? Elimizdeki verilere göre 5’inci yüzyıla doğru… O dönem Yunanca konuşan bir halk var Bodrum’da; Pagan dinine inanıyorlar. Sonra Roma ve Bizans’ın Hristiyanlığı kabul etmesiyle birlikte buranın halkı da yavaş yavaş Hristiyanlığa geçiyor. Helenlerle melezleşmiş Karyalıların, Rumlara dönüştüğü yeni bir kültür doğuyor. Biz o Roma-Bizans dönemine birinci evre dedik. İkinci evre de İslam’ın egemen olduğu Osmanlı’dan 1924’te Rumların göç ettiği mübadeleye kadar ki dönem. Her iki evreyi de kapsayan kaç tarihi kilise veya şapel tespit ettiniz? 40-50 arası, ama biz belgesele kendi sınırlı imkanlarımızla ancak 25’ini koyabildik. Hepsi de korunmaya muhtaç durumda. Böyle bir belgeseli hazırlama fikri nereden çıktı? Çok geziyordum ben Bodrum’u ve her gezide bu tarihi yapıları görüp içimden “Yok olmadan belgelememiz, insanlara aktarmamız lazım” diyordum. Fotoğraf sanatçısı arkadaşım Cana Üngün’e ve antropolog/arkeolog Timuçin Binder’e açtım konuyu, üçümüz de aynı şeyi düşündük. Bodrum’un antik çağı hakkında araştırmalar var, ama o aradaki Hristiyanlık dönemine ilişkin neredeyse pek bir çalışma yok. Oysa Bodrum dünya tarihine girmiş bir kent. Böyle bir kentin tüm tarihi katmanlarını gün yüzüne çıkarırsak Bodrum daha zenginleşir. Köklerimizdeki derinlik, çeşitlilik ne kadar yoğun olursa Bodrum o kadar daha özel bir kent olur. Timuçin yazdı, biz Cana ile çektik, sonra ben müziklerini yaptım ve ortaya “Bodrum’un Suskun Çanları” çıktı. Suyun karşı tarafı için bir projeniz var mı? Var, Doğu Ege adalarındaki cami, namazgah gibi Müslümanların dini yapılarını fotoğraflayıp oranın da belgeselini yapacağım. Siz aynı zamanda Bodrum Kent Konseyi’nin İnanç Grubu üyesisiniz. Gayrimüslimlerin herhangi bir dini talebi olduğunu duydunuz mu? Yok, bugüne kadar hiçbirinin yakındığına şahit olmadım. Bir işte cemaatten biri vefat ettiği zaman paçaları tutuşuyor, İzmir’den din adamı çağırıyorlar, toplanacak yer bulamıyorlar vesaire… Mezarlık olarak neresi var? Bir Yahudi mezarlığı var, ama hiç eskiden kalma bir Rum mezarlığı yok. 10-15 yıl önce Yalıkavak Belediye Başkanı Sandıma mezarlığının bir kısmını Hristiyanlara ayırmış. O kadar etkileyici olmuş ki, bir tarafta kavuklu sarıklı 200 yıllık mezarlar diğer tarafta Hans’lar George’lar… Bodrum’da bir kilise olsa sizce yerli halkın bir tepkisi olur mu? Asla olmaz. Türkiye’de hoşgörü bakımdan herhalde en uygun yer Bodrum’dur. Bu kadar turist geliyor, yabancı yaşıyor… Bence en güzeli Çarşı’daki Aya Nikola Kilisesi’ni tekrardan yapmak. İlla eski halini değil; sembolik olarak müze-kilise şeklinde açmak bile yeterli olur. ‘HAYDİ YİYİP-İÇELİM’ DEĞİL, ‘HAYDİ ÇALIŞALIM’
Mehmet Uyargil’le sadece belgeseli konuşmaya niyetliydik, ancak Bodrum’la ilgili gözlemleri, burayı yaşama şekli, hayata bakışı o kadar etkileyici geldi ki, hangi kentte yaşıyor olursak olalım, içinden hepimize ilham alacak fikirler çıkabilir: Hayatınızda ne değişmişti de İstanbul’dan kalkıp Bitez’e yerleşmeye karar verdiniz? Aslında pek bir şey değişmemişti, ama yıl 2005 olmuştu. Yani ben 50 yaşıma girmiştim. Küçüklüğümden beri böyle bir arzum vardı, sebebini bilmiyorum, ama 50 yaşına gelince para benim için hiç önemli olmayacak, ben iş hayatını bırakıcam ve sonra hep istediğimi yapıcam diyordum. Gerçekten 50 yaşıma geldiğimde dediğimi yaptım ve iş hayatını bıraktım. Herhalde varlıklı biriydiniz? Ben eski Tarlabaşı’nda büyüdüm. Yazları matbaada hamallık yapmak dahil kendi kazandığım paramla Almanya’da tekstil okudum. Sonra arkadaşımla tekstil şirketi kurup 1995’e kadar Almanya’da, 10 yıl kadar da Türkiye’de çalıştım. Hiçbir zaman öyle müthiş paralar kazanmadım, ama hep yarınımı düşünerek yaşadım. Hala da birikimlerimle sürdürebileceğim şekilde yaşıyorum. Bana göre saçma harcamalar yapmamaya çalıştım, lüksten hep kaçtım. Benim anlayışıma göre güzel bir yaşamınızın olabilmesi için sanıldığı gibi çok fazla paraya gerek yok. Peki 50 yaşına girdiniz ve ilk ne yaptınız? O zamanlar Cihangir’de oturuyorduk. Önce sabahları kalkıp her gün sanat galerisi gezmeye başladım. Sonra bari boşu boşuna dolaşmayayım dedim, İstanbul’un çeşme ve sebillerini belgelemeye başladım. Benim iki büyük tutkum vardır: 50 yıldır müzikle, 40 yıldır da fotoğraf çekmekle uğraşıyorum. Yaklaşık bin 200 çeşme ve sebilden 300’ünün fotoğrafını çektim. Ne kadar sürdü bu dönem? 2005-2007; o iki yıl boyunca hep İstanbul’la uğraştım, ama nasıl mutluydum. Derken bir arkadaşım “Bitez’de uygun bir ev var, kaçırma” dedi. Daha önce de Bodrum’a çok sık gelip giderdik zaten. Karar verdik ve o yıl taşındık. Geldiniz, kimseyi tanımıyorsunuz, ne yaptınız? İlk olarak Bodrum Fotoğraf Sanatı Derneği’ne üye oldum, yavaş yavaş insanlarla tanışmaya başladım. Bodrum’da şöyle enteresan bir hızlı “tanışma süreci” vardır; mesela hemen bir 10 kişiyi tanırsınız, ama aynı hızla dokuz kişide yanıldığınızı anlarsınız ve o bir kişi kalır geriye. Bodrum’da insan ilişkileri değişiktir bu açıdan. Gerçi benim de önceliğim insanlardan ziyade Bodrum’u tanımaktı. İlk iki yıl sabah atlıyordum arabaya mesela Ören’e gidiyordum, Ören kesmiyordu ertesi gün Söke’ye gidiyordum. O gezilerim sırasında bu güzel doğanın bir de olağanüstü bir tarihi geçmişi olduğunu fark ettim. Ne bulursam okumaya başladım. Derken bir gün internette dolaşırken garova diye bir web sitesine rastladım. Etrim’de Mehmet Vuran adında Bodrumlu bir ziraat mühendisi şarap yapıyor, Bodrum köylerinin tarihçesini yazıyor, harika bilgiler veriyor. Benim Bodrum’u gerçek anlamda sevip, buraya bağlanmam o yazılar sayesinde başladı diyebilirim. Garova bağlarından ne kadar etkilendiğini dinlediğim son bir ay içindeki üçüncü kişisiniz… Gerçekten öyle, ama tabii Bodrum yaşamımı değiştiren başka şeyler de oldu. Mesela yıl yine 2007. Kızılağaç’tan Yalıçiftliği’ne doğru gidiyorum. Tam denizin karşıma çıktığı bir noktada sağa bir baktım Bodrum mimarisine hiç uymayan, çok eski fakat aslanlar gibi ayakta, taş bir yapı var. Her zamanki gibi arabayı çektim, çalıların arasından yürüyüp o binaya ulaştım. İçeri girdim bir baktım yaklaşık 10 tane inek. Her taraf saman dolu. İnekler ayaklarıyla samanlarla oynarken ne göreyim, yerde olağanüstü mozaikler. Meğer 5’inci yüzyıldan kalma Roma hamamıymış. Yine bir gün Pınarlıbelen civarında Sazköy’e gittim. Bir gölet gördüm, yanında da bir bina. Baktım, kapının girişinde sarı kırmızı renklerde eski Türkçe yazılmış bir kitabe. İçeri girdim, bir ahşap cami. Minaresi yok… O kadar güzel desenler var ki duvarlarında, 1800’lerden kalma bambaşka bir cami. Tabii şimdi ne o hamam ne de o cami var. İkisi de özel mülktü. Hamam 2017 depreminde yıkıldı, cami de yandı. Allahtan belgeledim… Bu deneyimler ne değiştirdi Bodrum yaşamınızda? Bodrum için ben ne yapabilirim demeye başladım ve karşılaştığım her olayda “Ben ne katkıda bulunabilirim” diye düşündüm. Tabii çok normal bir davranış değil bu, biraz çılgın bir şey. Çünkü bu işlerden beş kuruş kazanmadığınız gibi bir de kendi bütçenize göre olağanüstü paralar harcıyorsunuz. Az buz da değil son 10 yılda yaptığınız işler… Hiç durmamışsınız... Ama karşılığında olağanüstü insanlarla tanışıp birlikte çalışıyorsunuz. O öyle büyük bir haz ki, ben hiçbir projeyi tek başıma yapmayı istemem. Fikir bana ait olsa bile hep paylaşmayı tercih ederim. Yani sosyalleşmek için “Hadi bu akşam yemek yiyelim, bir şeyler içelim” değil de “Haydi birlikte çalışalım” diyorsunuz… Çok doğru söylediniz, ben çalışarak sosyalleşmeyi seviyorum. O çabamın da yaşadığım kente bir katkısı olmasını istiyorum. Ama hala Bodrum’a sırf deniz, güneş ve içmek için gelen bir grup var. Bunlar hiçbir şey yapmıyorlar, sadece içiyorlar ve yemek yiyorlar. İkinci bir grup ise sayılı da olsa parası olan, bir şeyler yapmak isteyen, güzel yaşamayı bilen insanlar. Onların bazıları kurslara gidiyor ve tabii ikinci aydan itibaren herkes bir sergi açmaya başlıyor. Bodrum insanlara böyle bir imkan veriyor çünkü. Ama asıl Bodrum’da en güçlü grup çevreciler. Çok güçlüler ve çok bilinçliler. Emekli arkeolog, yazar çizer de iyi bir damar var burada. Çoğu belli bir yaşın üzerinde, ama yardım istenirse çok büyük katkılar veriyorlar. Tüm bunların arasında benim en çok hoşuma giden grup Herodot 3. Yaş Akademisi. 600’e yakın üyesi var, yaklaşık 5’te biri yabancı. Herkes belli bir aidat ödüyor ve her ay nasıl bir etkinlik programı hazırlıyorlar, el işlerinden caz-rock’a, ping pong’tan botanik gruplarına kadar öyle bir çeşidi İstanbul’da bulamazsınız. Yaş ortalamaları 65-70 arası ve inanın Bodrum’da en iyi yaşayan grup onlar. 10 YILDA 12 BELGESEL
-DÜET Müfit Karzek Engin Dalyancı ( Ünal Özfuçucu ile) 2011 -RIFAT KOÇAK BİR RESMİN ÖYKÜSÜ ( Ünal Özfuçucu ile) 2011 -RIFAT KOÇAK BİR SABIRLIK ÖYKÜSÜ 2012-2013 -EGENİN KAYIP UYGARLIĞI Cüneyt Karaloğlu (Müzik ve Montaj) 2013 -HİNDİSTAN GEZGİNLERİ RAJATHAN'DA 2013-2014 -DÜNYANIN EN UZUN SAHNESİ (Elif Evin ile) 2013-2014 -KAF DAĞININ KULELERİ (Cüneyt Karaloğlu ile) 2016 -KIYILARA KAÇAN KADINLAR ( Kumkuat Fotoğraf Grubu ile) 2017 -BODRUM'UN SUSKUN ÇANLARI (Cana Üngün ve Timuçin Binder ile) -MEYİSTAN , EGE'DE BİR TAHTACI KÖYÜ(Cana Üngün ile) 2019-2021 -LEROS AKIL HASTANESİ (Selim Seval ile) 2019-2021 -BİR TİRHANDİL ÖYKÜSÜ (Cana Üngün ile) 2020-2021