Hasan Cemal, t24.com.tr’teki “Azledin Trump'ı, o bir Başkan değil bir haydut!” başlıklı yazısında Trump’ın demokrasiye ne kadar zarar verdiğini anlatırken iki görsele atıf yaptı: Birincisi yenilgiyi kabul etmeyen eski Başkan’ın, tepesine oturduğu Beyaz Saray’ı tuvalet olarak kullandığı karikatür. İkincisi de Nokta dergisinin 23 Mart 1986 tarihli sayısında, YÖK'ün kurucu başkanı Prof. Dr. İhsan Doğramacı'yı pantolonu sıyrılmış bir şekilde İstanbul Üniversitesi’nin üzerine oturarak gösterdiği o efsane kapak. Aslında Batı’da “klozetin üzerinde Trump” karikatürleri epey bir süredir bir akıma dönüşmüş durumda zaten. Maketleri, kartpostalları bile var. Akımın öncüsü sayılabilecek sanatçı ise Pulitzer ödüllü karikatürist Ann Telnaes. Telnaes’in 1 Haziran 2017’de Washington Post’ta yayınlanan karikatüründe Trump kırmızı yüzüyle tuvalete oturmuş, “Paris İklim Anlaşması’ndan çekildim” diyor. Tuvalet kağıdı da dünya… Türkiye’de ise bu işin miladı Nokta dergisi olarak kabul edilir. Ne zaman demokrasinin ve dünyanın içine ettiği düşünülen birinin hacet giderme halindeki karikatürü çizilse akla hemen Nokta Dergisi’nin 35 yıl önce basılan kapağı gelir. Ercan Arıklı yönetimindeki derginin Salih Memecan imzalı o Doğramacı kapağı öyle büyük sansasyon yaratır ki hala ne zaman bir klozetli karikatür mevzu olsa tıpkı Hasan Cemal gibi ona atıf yapılır. Oysa işin mucidi başkasıdır: Türkiye’de ve büyük olasılıkla dünyada ilk “tuvalet”li karikatürü bundan tam yüz yıl önce çizen sanatçı Cevat Şakir Kabaağaçlı’dır. Ali Kemal Bey hücre-i mesaisinde Milli Mücadele yılları sadece cephede geçmez, gazeteler, hatta mizah dergileri arasında bile büyük çatışma vardır. Yunus Nadi’nin Yenigün, Celal-Suphi kardeşlerin İleri gazeteleri Anadolu’daki mücadelenin tarafında, baş yazarı meşhur Ali Kemal’in olduğu Peyam-ı Sabah ve Refik Halid’in yazdığı Alemdar gazeteleri ise karşı taraftadır. Özellikle bu iki isim mücadele karşıtlığının basındaki simgeleri gibidir. O yıllarda “Halikarnas Balıkçısı” henüz daha Cevat Şakir Kabaağaçlı’dır. İstanbul’da gazete ve dergilere çizerlik yapan Şakir, Ali Kemal’e fena halde bozulmaktadır. Kemal’in “hücre-i mesaim” dediği iş odasından işgal kuvvetlerini savunan yazılar yazması, Anadolu’daki mücadeleye (CŞK’nın ifadesiyle) “pislik atması” ve basında herkesin Ali Kemal’den korkması Şakir’i çok kızdırıyordur. Sonunda Güleryüz’e bir karikatür çizmeye karar verir. Güleryüz, Sedat Simavi’nin Diken’den sonra çıkarmaya başladığı mizah dergisi. Ali Kemal iş odamdan diye her tarafa pislik saçıyordur ya, Cevat Şakir de onu “Ali Kemal Bey hücre-i mesainde” lejandıyla, bir oturağın içinde çizer. Ali Kemal’in yalnız başı görünür oturağın kenarından. Sedat Simavi haklı olarak önce korkar bu karikatürden, ama sonra kabul eder, “Sorumluluğu üzerine alırsan yap” der. Derginin çıkacağı gün de işe gelmez. Cevat Şakir patronu ikna etmiştir, ama bu karikatürü işgal kuvvetlerinin sansüründen nasıl geçirecek, bir de bu mesele vardır. Öyle zeki ve cesur bir adamdır ki Şakir çareyi bulur; kağıdın üzerine sonradan silinebilecek konte kalemiyle suya sabuna dokunmayan bir resim yapar. İşgal kuvvetleri önüne gelen resme, çıkmaz mürekkeple damgayı basar. Sonra Şakir lastikle resmi silip bu karikatürü çizer. Hemen çinkografa gönderip gelen klişeyi de koşa koşa baskıya verir. Tarih 29 Aralık 1921. Dergi piyasaya çıkar. Tabii kıyamet kopar. İngiliz askerleri hemen dergiye gelip, Cevat Şakir’i sorguya çekerler. Şakir üzerinde sansür idaresinin mührünün de olduğu orijinal resmi çekmesinden çıkarıp askerlere gösterir. Kalbi tıp tıp atıyordur. Askerlerden biri der ki “Oturakta çizilen adam bizim dostumuzdur. Bu adamı tutuklayalım.” Diğeri de der ki, “İyi, ama sansür müsaadesini almış. Hata bizde. Siz bu Ali Kemal’e bir daha tekrarlanmayacağını söyleyin.” Cevat Şakir’e sertçe bir “All right” çekip gider İngiliz askerleri. Cevat Şakir ucuz atlatmıştır, ama bu karikatürden sonra resimlerin işgal kuvvetlerine iki nüsha getirilip birinin sansür idaresinde bırakılması kararı alınır. Yıllar sonra Cevat Şakir şöyle anlatır karikatürünü: “Karikatür kabaydı, ama bazı şeyler vardır ki, onlara yapılan kabalık, kabalık olmaktan çıkar. Milli ordunun başarısından sonra Ali Kemal’in borusu hiç ötmez oldu. Kendisinin korkulacak yeri kalmayınca, ona saldıran saldıranaydı. Ama düşmüş adamı tekmelemenin ne anlamı var?” Peki bu arada Ali Kemal ne yapmıştır derseniz, hemen 3 Ocak’ta Peyam-ı Sabah’taki köşesinden Sedat Simavi’ye ağır hakaretler içeren bir yazı yazar. Hatta yazısını “…Sedat Simavi kabilinden gençler gitseler de Sarayburnu’ndan kendilerini denize atsalar daha pak hareket etmiş olurlar” dileğiyle bitirir. Simavi 13 Ocak tarihli Güleryüz’de aynı üslupta yanıt vermez, ancak diyeceğini de der: “…Yunan işgali altında bulunan memleketlerde serbestçe satılabilen Türkçe basılmış bir tek gazete vardır. O da zat-ı devletlerinizinkidir. Beni Kuva-yı Milliye himaye ediyorsa size de Yunan Hükümeti sahip çıkıyor. …Bana Sarayburnu’ndan kendimi denize atmamı tavsiye ediyorsunuz. Teklifiniz hoşuma gitti. Ben de size Ankara’ya kadar bir seyahat etmenizi teklif ediyorum. Belki bu da sizin hoşunuza gider.” 65 yıl sonra gelen ikinci "kapak!"ın hikayesi Nokta, 1980 darbesinden iki yıl sonra ilk sayısı 1 Nisan’da çıkarılmış, gerçekten de “şaka” gibi inanması zor bir dergidir. CHP lideri Ecevit’in duruşmalarına bile neredeyse kimsenin gidemediği bir korku ikliminde rahmetli duayen yayıncı Ercan Arıklı (Buradan selam olsun!) genç, son derece akıllı ve gözü pek bir ekiple her sayısında bir tabu yıkan bir dergi çıkarmıştır.
