Şimdi burada ne kadar pirinç var Necla abla? Bir kilo yoksa da yarım kilo vardır. Pirinç tercihin hangisi? Veli nasıl getirirse… Kaç adet kabak çiçeği dolduracağız? Ee topladığım kadar… Yıllardır binlerce zeytinyağlı kabak çiçeği dolması yapmış kadına sorulacak soru mu bunlar? Otomatiğe bağlamış, artık ne ölçüye bakıyor ne pirince… Her şey göz kararı, her şekilde sonuç güzel. Necla abla Kadıkaleli bir balıkçının kızı, yıllar yıllar önce Celep Veli’yle evlenip Karaincir’e gelin gelmiş. Benim bir numaralı yaz-kış komşum, ama kaç yaşındadır bilmiyorum. Necla ablayla hiç kendimizden konuşmayız. Dağda ne otu buldun, kupesi nasıl yapayım, bu yıl sardunyalar niye çabuk öldü, fare kulakların çıktı mı, zeytini kaça sıktırdın? Konular hep böyle… Ne zaman görsem, minik çiçekli yarım şalvarı, başında yarım bağlanmış yemenisi, ayağında Crocs’ları, yukarıdaki evleriyle aşağıdaki “beach”leri arasında koşturur durur: Nereden geliyorsun Necla abla? Tavukları açtım, Tom’u doyurdum, çiçekleri suladım. Nereye gidiyorsun Necla abla? Çibörek açmaya, odalara bakmaya... Pansiyonun müşterisiyle ilgilenmekten çalışanların kahvaltısına kadar, hiç bitmez işi. Ama ne zamanakşam olur, hareket azalır, Necla ablam kaçar eve; Survivor seyredecek. Bayılır. O da yoksa eğer iskelenin ucuna gider, Datça’ya karşı bir olta atıp karanlıkla baş başa, sessizce dalar. Fazla konuşmaz balık tutarken. Onu iki kez bir şeye kızarken gördüm: Bir günlerdir peşinde olduğu dev levrek yemini kapıp kaçtığında, bir de Celep Veli yardım ediyorum diye kabak çiçeği dolmalarını pabuç gibi doldurduğunda. Üff ne laflar söyledi Celep’e, biz neredeyse masanın altına gireceğiz, Veli bey katıla katıla gülüyor, o güldükçe Necla abla daha beter sinirleniyor. “Ee o zaman yarın geleyim de bana bir anlat, nasıl doldurulurmuş bu kabak çiçeği dolması” dedim. “Yarın işim çok” diye tersledi beni. Ertesi gün öğlen oldu, baktım telefon: “Hadi gel, senin için kabak çiçeği topladım.” Hemen koştum, her şeyi hazırlamış, beni bekliyor. Tarifi aynen yazıyorum: “Pirinci 4-5 kere yıkıyorum. Beyazı çıkana kadar… Beş dakika normal suda bekletiyorum. O arada bir büyük baş soğanı yemeklik doğruyorum, sonra tuz ekip bir mıncıklıyorum, atıyorum pirincin üzerine… Dereotu, maydanoz, nane, arapsaçı… Bunları doğruyorum içine… Sonra domates rendeliyorum. Küçük olursa 4-5 tane, büyük olursa 2-3 tane… Böyle biraz domates suyu olacak içinde. Bir çay bardağı da zeytinyağı koyuyorum. Kabak çiçeğinin ağzının açık olması lazım. Yumukların zor olur, eskiden ben pazardan alıyordum, yumuk! Burada açana kadar canım çıkıyordu, sinirlenip çöpe bile atıyordum. Ondan sonra diktik bahçeye, kurtuldum. Şimdi hepsinin ağzı açık. Tohumunu Mayıs’ta saksılara dik, fide olunca çapaladığın toprağa al, hemen çıkar. Sabahları sarı sarı çiçekler açar, çok güzel olur. Ama çok su ister. Şimdi geldik doldurmaya, ağzından içine şöyle koyuyorum, çiçeğin altına bir bakıyorum, pirincin orasına kadar gitmesi lazım, sonra üstten biraz daha ilave ediyorum, şöyle sarı ucunu kıvırıp kapatıyorum, kapalı ağzı aşağıya gelecek şekilde diziyorum. Pirinç şişince tam denk geliyor. Fazla koyarsan yumruk gibi olur. Bunu böyle tencerenin yarısına kadar diz. Bitince üzerine çok az zeytinyağ gezdir, bir çimdik tuz at, tabağı ters kapat, üzerini çok az geçecek kadar su koy. Kapağı kapalı önce hızlı ateşe veriyorum, sonra kısıyorum. Böyle yan tarafa doğru tencereyi yıldırdığım (eğdiğim) zaman bakıyorum ne kadar su kalmış, yarım çay bardağı kalana kadar pişiriyorum. Sonra kapatıyorum, ağzı kapalı öyle kalıyor. Tenceren böyle yalaçan (geniş) tencere olacak. Ben limonla pişirmem, çıkınca yanına koyarım, yemeden önce sıkarım. Bodrum’un kabak çiçeği dolması böyle olur. Biz fıstık, üzüm, dolmabaharı, karabiber koymayız içine. Eskiden gelenlerin hiçbiri bilmezdi bunu. Bize sora sora öğrendiler. Artık herkes yapmaya başladı. Yaprak sarmaktan kolay. Sen de artık öğren.” Kötü şive taklidi yapıyor gibi olmamak için ben tam yazamadım, ama bu tarifi Necla ablanın Bodrumcasıyla dinlerseniz, “bir daha anlatsana” dersiniz. Çok güzel tarifleri vardır. Kışın bir mantar yemeği yaptık birlikte, aman Allahım… “İngiliz Nigel Slater’ın mantarı mı yoksa Bodrumlu Necla ablanın mı” diye iki tarifi de size yazacaktım, ama ben yazana kadar dağdaki mantarlar bitti. “Nolur kültürden yapsak” dedim, “Plastik gibi, ben yemem onları, ilk yağmurlar yağacak, lodos çıkacak, o zamana kadar bekle” dedi. Bir görseniz; o kendi topladığı körek mantarlarını kendine has bir şekilde doğruyor, unluyor, kızartıyor, sonra tencerede kavuruyor, limon sarımsakla sosluyor… Kalamar kızartması gibi bir mantar oluyor. Yalnız ama artık dolmaydı, mantardı derken arayayım ben şu kadını: Necla abla tezgahı kapadınız mı, çibörek var mı? Yaparızzz… Gabarttıverem bir tane hemen!