22 Aralık 2024, Pazar Gazete Oksijen
15.10.2021 04:30

Mandalincello yaptığımız gün Bodrum bahçelerini kurtarırız

Bodrum şartlarında “Ferrasi’ni Satan Bilge”den daha enteresanı “Mandalina Bahçesini Satmayan Çiftçi” olmaktır. Ama ondan da enteresanı kalan hiçbir bahçe satılmasın diye icatlar çıkarıp, mandalinadan bir sanayi ürünü yaratmaktır. Bu hafta bir “inat ve çözüm insanı” olan, Bodrum’un en saygı duyulan isimlerinden Erman Aras’la konuştuk
Aynı anda birçok şeyin yanıtı olacağı için direkt şu soruyla başlamak istiyorum: Bodrum’da bir lüks villa furyası var. Sizin de en talep gören yerlerden Müsgebi’de 50 dönümlük mandalina bahçeniz duruyor. Mandalina bahçenizi niçin satmıyorsunuz? Bir defa burası aileden bir yadigar ve biz babamıza söz verdik. Babam Ömer Aras dört çocuğunu bu bahçenin geliriyle okutmuş. Biz de sağlığındayken kendisine dedik ki, sen bizi bu bahçenin parasıyla büyüttün, okuttun, evlendirdin, iş sahibi, çoluk çocuk sahibi yaptın. Bu ağaçları sen tek tek ellerinle dikmişsin. Biz bunları satmayacağız.  Çok mutlu olmuştur herhalde? Babam bize “Ben ölünceye kadar bunlara bakayım. Onlara bir şey olduğunu ben görmeyeyim. Ama siz bunun giderlerinin altından kalkamazsınız, mecbur satacaksınız” dedi. Çünkü son 10-15 yıl mandalin işi hep eksi bakiye veriyordu. Babam sırf ağaçların yaşaması için pek çok masrafı cebinden karşılar hale gelmişti. Dolayısıyla bizim bu yükü kaldıramayacağımızı düşündü.  Hangi yıllarda oluyor bu konuşma? 2010’larda. Ama biz çocukları olarak “hayır” dedik. Sen varken öyle bir projeye başlayalım ki mandalin bahçelerini satılmayacak hale getirelim. Mandalin eksi bakiye veriyor, ama niye; çünkü biz sadece mandalini satmaya odaklıyız. Oysa katma değerli ürünler yaratırsak sürdürebilir bir sistem kurabiliriz, dedik. Yani bir emlakçıya verseniz hiç yorulmadan milyonlarca dolar kazanmak varken siz reçelle gazozla uğraşmayı seçtiniz? Ee ama Baba bugüne kadar bunu satmamış. Bununla ilgili çeşitli demeçleri olmuş. Ben direniyorum demiş. Direnen bir çiftçi olarak basında yer almış, katıldığı her toplantıda bunları dile getirmiş. Böyle bir mücadele veren bir adamın bahçesini satıyoruz diyemeyiz. Tam tersine bizim alıp bu bayrağı daha ileriye götürmemiz gerekiyor.
Mandalina bahçeleri henüz turuncu’laşmadı. Hasadın kasım ayında çekirdeksiz ürünlerle başlayıp yılbaşı öncesinde bitmiş olacağını söyleyen Erman Aras, “Ama şu anki yeşil formu da özellikle dilimleyerek kullanma, sorbe, likör, esans yapımı için çok ideal” diyor. (Fotoğraf: Cana Üngün)
Mandalina bahçeleri henüz turuncu’laşmadı. Hasadın kasım ayında çekirdeksiz ürünlerle başlayıp yılbaşı öncesinde bitmiş olacağını söyleyen Erman Aras, “Ama şu anki yeşil formu da özellikle dilimleyerek kullanma, sorbe, likör, esans yapımı için çok ideal” diyor. (Fotoğraf: Cana Üngün)
Neye karşı bu direniş? Bodrum’da turizm ve ikinci konut o kadar çok ağır bastı ki, yerler çok kıymetlendi. Biz de mesela burada denize çok yakınız. Bodrum’un göbeğindeyiz. Bir arazi bu kadar kıymetlenince siz o tekliflerin önünde duramıyorsunuz. Bodrum’da mandalina da artık para etmediği için insanların çoğu pes etti. Bu artık o kadar yaygınlaştı ki, düşünün 25 bin ton rekoltesi olan bu ürün şu anda 5 bin tonun altında Bodrum’da. Erimiş. Kalanlar müzelik bahçe gibi kalmış.  Bodrumda sizinki gibi kaç bahçe vardır şu an? 50 bahçe çıkar sanıyorum. Ortakent, Bitez, Dereköy ve Gümüşlük’ün arkalarında hala direnen insanlar var. Ama nereye kadar direnecekler? Turgutreis artık tamamen gözden çıktı mesela. Gittikçe eriyoruz.  Satanlara kızıyor musunuz? Keşke satılmasaydı, diyelim. Korunarak şekil değiştirseydi. Korumayı beceremedik. Sorunuzun o kadar derinliği var ki… Bir kere bahçeleri koruyoruz diye bir yasa var. Sözde mandalina bahçelerine konut yapmak yasak. Oysa dünyanın her yerinde “agro turizm” diye bir şey var. Eğer insanlar bu bahçelerin içersine plan ve projeli olmak kaydıyla çok küçük turistik bir yapı, bir pansiyon koyup, bir yandan da tarım turizmi yapabilseydi mandalina bahçelerinin çoğu satılmazdı. Koruyoruz diyerek yasaklıyorsun, ama sonra kaçak yapıya göz yumuyorsun. Neredeyse üç beş yılda da bir aflar çıkarıp, o kaçak konutları yasallaştırıyorsun. Oysa devlet kontrollü bir şekilde turizme müsaade etseydi hem mandalina bahçelerini korumuş olacaktı hem de kaçak yapıyı engelleyecekti. Ama sen her şeyi yasaklayınca insanlar hiçbir şey yapamıyorlar. Hiçbir şey yapamayınca da satıyorlar. Siz çıkış yolunu nasıl buldunuz? Ben babama önce bir internet sitesi kuracağız dedim, ihracat yapamıyorsak da oradan iç pazara Bodrum yerli mandalinini satacağız. Dedi ki, “E oğlum kaç ton satacağız? 50-60 ton mandalina üretiyoruz.” Dedim ki, önce 3-5 ton satacağız. Buradan başlayalım, bir müşteri oluşturalım, sonra da katma değerli ürünler yaparsak biz bunu dengeleyebiliriz. Baktı, inceledi, tamam ben varım, dedi. İnternet aracılığıyla satışa başladık. Tabii Bodrum yerli mandalini o kadar harika bir ürün ki hemen Türkiye’nin dört bir yanından teşekkürler gelmeye başladı. Mandalinaya övgüler geldikçe babamın çok hoşuna gitti. Hemen “Bodrum Yadigarı” markasını oluşturduk ve bir anda kendimizi katma değerli ürünler yapma noktasında bulduk; reçel, lokum, kolonya, sorbe, cips, gazoz… Bir yandan ürün yaratırken bir yandan da bahçeye gözümüz gibi bakmaya çalışıyoruz. Organik tarım yapıyorsunuz sanırım… Beş yıldır organik sertifikamız mevcut. Bu konuda çok araştırdım, çok okudum diyebilirim. Öyle sağlıklı yöntemler geliştirdik ki, 20 yıldır toprağımıza kimyasal değdirmedik. Ama artık bir üst sertifikaya geçmek istiyoruz, “Demeter sertifikası”na… Şu aralar en çok araştırdığım konu bu “biyodinamik tarım” konusu. Çok güzel, ama bunların hepsi çok zaman isteyen, riskli, çok yorucu işler değil mi; hiç pes etme noktasına gelmiyor musunuz siz? Şu an işlerin o kadar ortasındayız ki, pes edecek zaman yok. Arkamıza bakmadan yürümek zorundayız. Babamızı 2016’da kaybettik, ona verdiğimiz bir söz var. Ama diyelim ki biz de şimdi sattık, ne yapacağız?  Çoluk çocuğa araba değiştireceğiz, ev yenileyeceğiz öyle mi? Ya sen hanımı boşayacaksın, ya hanım seni boşayacak. Genelde öyle olmuyor mu bu işler? Bunlar tamam, anlıyorum, ama ben de şunu söyleyeyim o zaman: Pandemi başlayalı beri tüm dünyada kaos yaşanıyor değil mi? Oysa ben bu bahçede bir buçuk yıldır vaktin nasıl güzel geçtiğini anlamadım bile. Buradayız, çok çalışıyoruz ve yaptığımız işten büyük zevk alıyoruz. Zevk aldıkça daha çok öğrenelim, daha güzelini yapalım diyoruz. Hepsi birbirini tetikliyor. Gayet de iyi gidiyoruz. O yüzden daha pes edecek durumda değiliz. İnşallah da pes etmeyiz, ama bu arada bir de örnek olabilirsek en çok onunla övünürüz. Bodrum’a dönüp “Ya arkadaşlar bakın mandalina bahçesini zarar ediyor diye herkes satıyor, ama mandalina bahçesinden şöyle bir gelir elde edebilirsiniz. Kendi kendinize döndürebilirsiniz” dediğimiz gün herhalde çok mutlu olacağız. Az kaldı o günlere diye düşünüyoruz.

Bodrum’da “çokluk”tan kıymet bilinmiyor

Kendi yerli mandalinasına sahip çıkamamakta sizce Bodrumlunun hatası yok mu? Ben bu işe girip biraz tecrübe kazandıktan sonra ilk duygum hayretler içinde kalmak oldu. Elimizde o kadar değerli bir ürün var ki, bu nasıl bugüne kadar keşfedilmez, Bodrum’a gelir getirecek dünyaca ünlü bir marka haline dönüşmez, gerçekten hala hayretler içindeyim. Bunun sebebi aslında Bodrum’la çok örtüşüyor. Bodrum’da tarih istersen var, deniz istersen var, tabiat var, çok kültürlülük, gastronomi, denizcilik, tarım… O kadar çok şey var ki… Ama Bodrum hiçbir şeyin kıymetini bilmemiş. Bakın bu, çok olduğu için bence. Her şey olduğu için. Tam bir miras yedi. Yurt dışına baktığınızda adamın ufacık bir anıtı olsa onu baş tacı yapıyor. Sende milattan öncesi var, dünyanın yedi harikasından biri topraklarında yapılmış, ama bugün sorsanız Halikarnas Mozolesi’ni bilen yok. Devrinde dünyanın en şaşalı anıtını yapmışsın. Peki bunun parası neyle ödenmiş? Tarımla. Bodrum olarak bu değerli bir bilgi değil mi? Benim böyle bir bilgim varsa ben bunu kullanmaz mıyım? Oysa tarımı en büyük ihracat malzemesi olarak kullanan benim atalarımın olduğu yerde şu anda tarım yok. Hepimiz sorumluyuz.  Bu saatten sonra sahip çıkalım dense hemen yarın ne yapılabilir? Bakın şu an mandalinin dallardaki yeşil formunu görüyorsunuz değil mi? Ben size diyorum ki aslında değer bulması gereken ürün mandalinanın bu hali. Bunun kullanım alanı 100 ise, olmuşunun beş! Bu bir sanayi ürünü. Bunu ne yaparsınız? Mesela şu halinden çıkan esans en güzel esanstır. O esansı her türlü kozmetikte, ilaçta kullanabilirsiniz. Yine bu haliyle bütün restoranlarda, otellerde, barlarda kullanılması büyük fark yaratır. Biz ne kullanıyoruz peki? İthal lime kullanıyoruz. Peki arkadaş benim lime’a eşdeğer bir ürünüm var elimde, bunu niçin kullanmıyoruz? En basiti Bodrum’da su ikram ederken içine bir dilim Bodrum yerli mandalinası kesip koysan ne olur? O su bir anda bambaşka bir ürün olur. Peki Bodrum’daki bütün müesseselerin mönülerine bakıyoruz, bir tane Bodrum yerli mandalinasından bir tat var mı? Yok. Bodrum turizm cenneti diyoruz, ama bir tane Bodrumlu ürünümüz yok. Üstelik şu yeşil formun başladığı zamanlar tam da yazın göbeğine denk geliyor. Peki kullanan var mı? Yok.  Pardon, siz hep Bodrum yerli mandalinası diyorsunuz, ama bu yeşil haline “satsuma” diyen de çok… Bu da bizim ayrı bir problemimiz. Bunun adı Bodrum yerli mandalinasının yeşil formu. Satsuma kokusuz, çekirdeksiz bir başka cinsin adı. Ama bir barmenin yapmış olduğu kokteyle “satsuma” ismini vermesinden sonra bütün yeşil turunçgillerin adı satsuma kalmış. Kırmaya çalışıyoruz, fakat henüz başaramadık. Oysa bizim mandalinamızın kokusu, aroması o kadar başkadır ki satsumadan. Ben Bodrum’un idarecilerinin yerinde olsam bir kampanya yaparım; derim ki “Arkadaş Bodrum’da bir müessese isen mönünde en az bir tane mandalinle ilgili bir şey olacak.” Bu yapılsa ne olur biliyor musunuz? Bodrum’da yiyecek mandalina bulamazsınız. Öyle bir gider ki, bahçeler yetmez. O zaman mandalina bahçeleri beton olur mu? Olmaz. Yarımada’nın tamamı kurtulur. 

Bodrum’a likör fabrikası için bir cengaver lazım

Türkiye’nin ilk şarap ve içki yazarı Mehmet Yalçın, “Çeşnisini Bodrum mandalinasından alan Sandoz kokteyli bir efsaneydi, şimdi unutuldu. Oysa dünyada cin pazarı yükselirken Bodrum’un asıl markasının mandalina olması lazım” diyor. Çok haklı, Körfez Bar gibi tek tük yerlerde Sandoz hala var, ama çok az. Aslında tüm bu katma değerli ürünler içinde benim en ilgimi çeken mandalina likörü; evde tadımlık yapımı bile çok kolay değil mi? Biz likör yapsak Bodrum’un mandalina bahçeleri hemen 4-5 kat artar, anında 25 bin tona geliriz. Ama yasak. Kotaları var, o kotaları aşamıyorsunuz. Belçika’nın tek bir mandalina ağacı yokmuş, ama mandalina liköründen yılda milyonlarca avro kazanıyormuş. Kurulamaz mı bir “Bodrum likör fabrikası”?  Bunlar hep denendi, konuşuldu, ben bile çok sordum, kimse o işe girmiyor. Çünkü şu anki yasalarla yatırımcıların para kazanmaları mümkün değil. Ancak ihracat yapılabilir; bunun için de Bodrum’dan bir cengaver lazım, bu işe yatırım yapacak. Ama kimse uğraşmıyor o işle. Peki ama en katma değerli iş bu olmaz mıydı? Hele de turizmin merkezi olan bir yerde en güzeli yapılabilir, ama yapamıyoruz işte. Bir İtalya’ya veya İspanya’ya gidin, onların yaptığı limoncello’ları almadan dönmüyorsun. Öyle bir algı bombardımanı yapıyorlar ki, almazsak herhalde dayak yiyeceğiz sanıyorsun. Eve geliyorsun bu kadar şeyi niye almışız diyorsun? Dolmuşa gelip alıyorsun çünkü. Biz de burada mesela “mandalincello” yapabiliriz, Bodrum’un markası haline getirebiliriz, ama dediğim gibi, bir cengaver lazım.

İlk fideyi Kalimnoslu Kosmos Amca’dan aldık

Mandalinanın Bodrum’a girişiyle ilgili elimizde bir tarih var mı? Bodrum merkezde eski adliyenin bahçesinde yaşları 250-300 yıl arasında tespit edilen mandalina ağaçları var. Ama girmiş ve kalmış, yayılmamış.  “Mandalinacılık” ne zaman başlamış? Tütüne yasak gelip, incir ihracatı gözden düştüğünde. Yıl 1940’lar. O yıllarda Adana’da, Mersin’de mandalina bahçeleri artık devreye girmiş. Bizim Bodrum’daki çiftçiler de onları gözlüyormuş. İlk fideler nereden gelmiş? O zamanlar Bodrum’la hayvan ticareti yapan Kalimnoslu Kosmos Amca var. Hayvanları buradan alıp adalara satıyor. İkinci Dünya Savaşı çıkınca gelip ödeme yapamıyor. Bitince borcunu ödemek için geldiğinde, “Bu süre içinde epey mandalina diktim, isterseniz ödemeyi onlarla da yapabilirim” diyor. Bizimkiler de arayış içindeler ya, gidiyorlar Kosmos’un fidelerini alıyorlar. Bunlar hep o partide gelenler. Bodrumlular incirleri söküp mandalinaya yöneliyorlar. Aşılar ve yeni fidelerle Bodrum Yerli Mandalinası doğuyor.  En parlak zamanı? 70’li yıllar. İhracattan artık ciddi para kazandıkları günler. Bahçeden satış kilosu 1-1.5 dolar. Bugün? 1.5 lira.  Düşüş ne zaman başlıyor? 1991’de Yugoslavya savaşı çıktığında. O yıllarda Yugoslavya üzerinden bütün Doğu Bloku’na Bodrum mandalinası gidiyor. Savaş çıkıp TIR yolları kapanınca burada da mandalina işi bitiyor. Sonra mandalina bahçeleri birer birer betona yenik düşüyor.

5 bin tonun festivali değil, mevlidi yapılır

Arap dünyasında mandalinaya “Yusuf efendi” denirmiş, siz de “mandalin” diyorsunuz…  Bodrum’da öyle denir, İstanbul Türkçesinde “mandalina” olduğunu öğrendik, ama artık geçti.  Çok dertsiz bir meyve değil mi; muz gibi, suya-bıçağa gerek yok ama daha ucuz...  Ve çok sağlıklı. Bir kere C vitamininden dolayı ciddi anlamda bağışıklığı destekleyen bir ürün. İkincisi anti-aging. Deriyi canlandırıyor, gençleştiriyor. Bu yüzden zaten kozmetikte çok kullanılır. Ama Bodrum’da ocak-şubat ayı oldu mu dallar, üzerinde kalmış mandalinalarla dolu olur; çok sevmiyor muyuz? Seven büyük bir bölüm var, ama aslında daha çok tüketilmesi gerek. “Denize girer misin” diye sorsanız bu yöredeki çocukların çoğu denize de girmez. Bu da onun gibi.  Oysa mesela Fransa’nın Menton kentinde limonu öyle bir baş tacı yapıyorlar ki, her yıl festivaline yüzbinlerce turist gidiyor. Bizde festivali yapılacak o kadar çok şey var ki, ama biz tercihimizi “hiçbiri”nden yana kullanıyoruz. Bodrum’da da bir mandalina hasat festivali var aslında? Ben ona çok karşı çıktım. Bir şeyin festivalini yapmayı hak etmen için önce onu koruyor olman lazım. 25 bin ton üretimden 5 bin tonun altında düşmüşsün, her geçen gün mandalina ağaçların yok oluyor, varolan bahçe sahipleri resmen acı çekiyor, böyle bir durumda neyin festivalini yapacaksın? Festival dendi mi bizde şarkıcı türkücü getirtilir. Bunun olsa olsa mevlidi okunur. Haa ne zaman ki insanlara “mandalina bahçeni koru, bu ürün para edecek”  ümidi verirsin, ondan sonra şarkıcı da getir türkücü de… Ama sen mandalina işi bu kadar kötüye giderken bunun festivalini yapıyorsan bana göre hakaret. 
Aras ailesinin Ortakent’te 50 dönüm mandalina bahçesi, bahçede de 2 bin mandalina ağacı var. Yılda ortalama 60 ton ürün veren bahçeden yaş mandalina satışının yanı sıra Erman Aras reçel, gazoz, kolonya, lokum, sorbe, cips, mandalina unu gibi katma değerli ürünler yaratıyor. www.bodrummandalini.com
Aras ailesinin Ortakent’te 50 dönüm mandalina bahçesi, bahçede de 2 bin mandalina ağacı var. Yılda ortalama 60 ton ürün veren bahçeden yaş mandalina satışının yanı sıra Erman Aras reçel, gazoz, kolonya, lokum, sorbe, cips, mandalina unu gibi katma değerli ürünler yaratıyor. www.bodrummandalini.com

Sentetik esans kokluyor katkı maddesi yalıyoruz

Bodrum’da başka coğrafi işaret sertifikası almış ürün var mı? Sadece Bodrum yerli mandalinası. Nedir tipik özelliği; bir kere görüyorum yaprakları farklı, söğüt yaprağı gibi… Evet, mızrak uçlu ve sık yapraklıdır. Hafif mayhoştur, insanı ferahlatır, baymaz. En üstün özelliği aromasıdır. Kabuğunu soyduğun anda uçar, bir anda koskoca bir alanı kaplar. Bu Yarımada’nın atmosferinde, havasında bir olay var. Denizden gelen meltem, tuz, güneş hepsi bunun tadına kokusuna siniyor. Yoksa dünyanın her yerinde mandalina var, ama hiçbiri Bodrum yerli mandalini kadar özel değil.  Çekirdekli olması bir dezavantaj mı? Bazıları için öyle olabilir, ortalama 19 çekirdek çıkar. Aslında en değerli yeri çekirdeğidir. İlaç yapılır, onun da kendine göre yağı vardır. Şu an bir tek çekirdeğini işleyemedim. Onu da işlediğim zaman projem tamamlanmış olacak. Siz kabuğundan suyuna kadar mandalinanın her şeyinden bir ürün çıkarıyorsunuz, değil mi? Çünkü mandalinayı artık meyve olarak bizim ihraç etmemiz çok zor. Özellikle Akdeniz meyve sineği başımızın belası. Kimse de ilgilenmediği için topyekun bir savaş veremiyoruz. İhraç etmek bir intihar, gitse bile geri gelir. Dolayısıyla topladıktan sonra ömrü bir ay olan bir meyveyi öyle bir hale getirmeliyim ki, satışını 12 aya kadar uzatabileyim ve Bodrum mandalinası yok olmasın. Bunun için “Bodrum Yadigarı” markasını yarattınız… Evet, Yadigar annemizin adı, mandalinalar babamdan… İkisini birleştirdik.  İşe ilk neyle başladınız? Eşim Filiz Bodrum’un ilk lokantası Körfez’in kızıdır, onun da babadan geçme mutfak genleri olduğu için en iyi bildiğimiz şey mandalin reçeli ve marmelatıyla başlayalım dedik. İlk reçeteyi yapan odur, hala kontrolleri o yapar.  Üzerinde “şekersiz” yazıyor, ne koyuyorsunuz? Biz hiçbir ürünümüzde şeker kullanmıyoruz. Reçeli, marmelatı, gazozu, sorbeyi elma; lokumu hurma konsantresinden yapıyoruz. Türkiye bu konuda çok ileri gitti, dünyanın en iyi konsantre ürünlerini yapan markalarımız var. Bize bütün analizleri geliyor, doğal olarak yapılanları kullanıyoruz, kimyasal hiç yok.  Tabii maliyet daha artmış oluyor? Bazı lokantalar, oteller için pahalı oluyor tabii. O tip yerlerden özel istek gelirse ancak o zaman pancar şekeri kullanıyoruz. Ama onun da daha altına inemeyiz. Sırf maliyeti düşüreceğiz diye mısır şurubu, glikoz giremez buraya. Mandalina-portakal cipsi, reçel kurusu var; onları nasıl kurutuyorsunuz? En kafa yorduğum şeylerden bir tanesi bu. Elektrikli fırınlarda kurutuyorum, ama çok özel fırınlar. Kendimiz geliştirdik. Çünkü bu işin bir püf noktası var; ürün pişmeyecek, sadece çok yavaş ve uzun süre içinde kuruyacak. Aksi halde alfatoksin üretir, değer kaybı olur. O sürecin çok doğru ayarlanması lazım. Bunu da başardık. En hızlı koşan ürünlerimizden biri oldu cipsler… Bu da maliyetli bir iş? E tabii, 12-13 kilo üründen bu şekilde kuruttuğunuzda 1 kilo alabiliyorsunuz.  Şu an sizinkinden başka “Bodrum yerli mandalinası” kolonyası var mı? Tam bilmiyorum, ama laboratuvarda üretilmiş esansla yapılan kolonyalar olduğunu duyuyorum. Yapabilirler, fakat üzerine Bodrum mandalini kolonyası diye yazmamaları gerekir. “Bodrum Yerli Mandalinası” coğrafi işaretli bir üründür. Taklidi yapılamaz. Sentetikle doğal esans arasındaki maliyet farkı nasıl? Bin kilo kabuk koyarsan 5 kilo esans alıyorsun. Yani litresi yaklaşık 2 bin liraya geliyor. Diğerinin litresi ise 100 lira. Sadece bunu engellesek, yani kolonyaların tamamı gerçek Bodrum yerli mandalinden yapılsa bizim bahçelerimiz kurtulur, biliyor musunuz? Bu kadar güzel kokusu olan bir kolonyayı dünyaya tanıtmayı başarsak, yeşil mandalina dayanır mı bize? Yeter mi bize şu bahçeler? Ben olsam her şeyi bırakır önce bunu teşvik ederim, bir sürü kolonya fabrikamız olsun, dünyaya satalım derim. Gazoz da biraz değişik, sanki mandalina suyu gibi… Çünkü biz biraz abarttık. Normalde gazozda meyve suyu oranı yüzde 4’tür, bizimkinde yüzde 30. Daha da koyardım, ama sınır yüzde 30’muş, daha fazla koyarsan gazozluktan çıkarmış. İçine boya falan da koymayınca ortaya güzel bir ürün çıktı gerçekten. Sırf Bodrum yerli mandalina suyu satılamaz mı? Bunu yapmayı zaten çok istiyorum, çünkü mandalinleri sıktığım anda -40’ta şoklayıp -20’ye alıyorum ve bir yıl o şekilde saklayabiliyorum. O suyu değerlendirmek lazım. ODTÜ’den bir hocayla üzerinde çalışıyoruz şu an. Zaten meyve nektarlarının çoğu aslında balkabağı suyuymuş. Kabak suyunun, içine konan çok az bir meyve suyunu bile çok iyi absorbe etme özelliği varmış ve sırf bu iş için dünyada milyonlarca dönüm balkabağı üretiliyormuş.  Balkabağı da çok faydalı bir şey, ama ilk kez duydum bunu... Hem faydalı hem de sonuçta doğal olarak kullanılan bir dolgu ürünü. Peki dondurmayı nasıl yapıyorsunuz? Biz sorbe (sade meyve suyundan) yapıyoruz. Annemin babası Kazım Usta İstanköy’de helva ve lokum yapar, bütün adalara satarmış. Bize geldiğinde de ahşap makinasında çok güzel sorbe yapardı. Elimizde böyle güzel bir mandalina suyu olunca dedemiz nasıl yaptıysa biz de aynen öyle yapalım dedik. İzmir’de işin uzmanı bir dondurma ustasıyla randevulaştık. Ben mandalina suyumu götürdüm, o dondurmacı da yanında bir çantayla geldi. Bir sürü şey çıkardı. Bunları koyacağız, dedi. Ben başladım sormaya; bu ne? Buzlanmasın diye. Bu ne? Uzun mesafe gidebilsin diye. Bu ne? Yalanabilsin diye. Bu ne? Kıvam. Bu ne? Korusun. Arkalarını bir okuyabilir miyim, dedim. Okudum. Ben bunları koymam da yemem de dedim. O da “Ben de bunlarsız dondurma yapamam” dedi. Çocuk dondurmayı yalayamazsa ailesi de almaz, satmak istiyorsan bunlar şart dedi. Hanıma döndüm,“Hadi Bodrum’a, biz bildiğimiz gibi yapalım” dedim. Ve geldik bu sorbeyi yaptık. Kötü mü? Muhteşem, o kadar ferahlatıcı ki… Hatta bir de böyle tadımlık minik kutuda getirdiniz, bütün iyi lokantalarda yemeklerin arasına ne şık bir damak sıfırlayıcı olur diye düşündüm.  Her şey olur. Ama bunu Bodrum’un müesseleri düşünmüyorken ben İstanbul’a, Ankara’ya, İzmir’e ne diyeyim? Sirkesi, aromatik zeytinyağı, onları denediniz mi? Denedim, ancak henüz ikna olmadım. Ama şunu siz mutlaka evinizde deneyin: Şimdi tam çekişte zeytin (taşla kırma) zamanı. Bodrum’un yerli zeytini Dilmit’ten bir çekişte zeytin alın. Sonra bir Bodrum yerli mandalinasını kesin, yarısını üzerine sıkın, kalan yarısını da zeytinlerin arasına dilimleyin. Bir tadın. Çekişteyi kaç adım ileriye götürdünüz, göreceksiniz.