Bu Nisan ayının ortalarıydı. Bir şey sormak için Erman Aras’ı aramıştım, bana “Bugün annemi defnettik” dedi. Bir anda ne yanıt vereceğimi bilemedim. Erman Bey’in annesine ne kadar bağlı olduğu bütün Bodrumluların malumudur, biricik yerli Bodrum mandalinasından yarattığı markası bile rahmetlinin adını taşır; “Yadigar”…
Hem zaten daha az evvel annesine veda etmiş bir çocuğa ne söylenebilir ki, anca kemküm edersiniz. Ben de tam onu yapmaya çalışırken Erman Bey “Devrim bir şey diyeceğim” dedi; “Şu an taziye için bizim kapıdan karı-koca çok sevdiğim bir çift girdi. Görür görmez birden aklıma geldi, onların bir sıkıntısı var. Bodrum’da bir çaresini bulamadılar. Çözersen sen çözersin. Bak veriyorum telefonu, bir de sana anlatsınlar.”
“Ben neyi çözebilirim ki” falan dememe kalmadan pat diye verdi telefonu. Karşısındaki de bir şey anlayamadı, “Buyurun ben Yurdagül Türkoğlu” diyebildi ancak… Neyse ki iki kadın konuşmaya başlayınca olay hemen çözüldü tabii: Kızları Aysu Türkoğlu 2001, Bodrum doğumlu. Ege Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi öğrencisi. Manş’ı geçmek istiyor. Ama bunu deliler gibi istiyor. Kendi imkanları ve Bodrum Belediyesi’nin desteğiyle geçen yıl başvuruda bulunmuşlar ancak pandemi koşulları yüzünden reddedilmiş. Şimdi ise sterlin olmuş 21 lira, başvuru ve yolculuk için en asgari harcamalar bile bir aile bütçesi için inanılmaz rakamlar tutuyor. Destek şart.
Önce bir an düşündüm; Türkiye’de hayalinin gerçekleşmesini bekleyen kaç milyon genç var, bir tek Aysu değil ki… Hem ben böyle sponsor bulma işlerine falan girmeyi hiç istemem. Bilmem de… Ama Erman Bey’in en zor gününde bile aklına bunun gelmesi ilginç. Bir de Yurdagül Hanım’ın telefonda konuşurken arada ettiği o laf var: “Biz gururlu insanlarız Devrim Hanım. İstemeyi bilmeyiz…”
Daha fazla uzatmadan “Tamam” dedim. “İlgilenip, sizi arayacağım.” Tabii tek bir planım var, o da hatırımı kırmayacağını düşündüğüm hatırlı bir bilene başvurmak. Doğru düşünmüşüm. O bir bilenden 10 dakika içinde isim geldi: “Atila Türkmen. Sponsor olmayı kabul etti, ama bir de sen anlat.”
Hemen konuyu açıklayıcı bir mesaj yazdım Atila Türkmen’e. Sonunda da dedim ki, “Ülkesini terk etmek zorunda kalan bu kadar gencin içinden bir denizyıldızını tekrar denize atmış oluyorsunuz. (Üstelik Manş’a :)”
Malum hikayedir: Bir adam okyanus sahilinde yürüyüş yaparken, kıyıya vurmuş denizyıldızlarını hızla tekrar denize atan bir adamla karşılaşır. Yürüyüş yapan adam, “İyi de burada binlerce denizyıldızı var. Hepsini atmanıza imkân yok. Sizin bunları atmanız neyi değiştirecek ki?” der. Yerden bir denizyıldızı daha alıp denize atan kişi, “Bak onun için çok şey değişti ama” karşılığını verir.
Mesajı görür görmez saniyesinde aradı Atila Bey, “Tamam” dedi, “Ne gerekiyorsa yapalım.” Tabii hemen saniyesinde de ben telefona sarıldım: “Erman Bey, sponsoru bulduk: Atila Türkmen. Tanıyorsunuzdur değil mi? Hani Türkmen Holding’in sahibi…”
Bir rahatladı ki Erman Aras, “Tanımaz mıyım? Olabilecek en doğru isim. Bizim The Bodrum Cup’ın hayata geçmesini sağlayan ilk büyük sponsorumuz. Deniz ve Bodrum sevgisi yüzünden İçmeler’de ATM Yatçılık diye tersane bile kurdu. Üstelik Aysu’nun babası Mustafa da İçmeler’den emekli. Ama Atila Bey acaba hangi markasıyla sponsor olacak, nasıl olacak oturup konuşmak lazım.”
Tabii bütün o prosedürü Erman Aras’a yıkıp, ben işin en zevkli tarafını üstlendim. O ana kadar boş yere ümitlenmemesi için hiçbir şeyden haberi yoktu Aysu’nun. Önce Yurdagül-Mustafa Türkoğlu’yla, sonra Aysu’yla bol kahkahalı, çığlıklı, hatta gözyaşlarına karışmış görüntülü bir konuşma yaptık.
İşte o andan sonra Manş’a geri sayım başladı. Bir yandan ATM Yatçılık’ın sponsorluğunda vize ve başvuru işleri ilerlerken bir yandan da Aysu antrenmanlarına hiç aksatmadan devam etti. Şimdilik plan, Aysu, babası Mustafa Türkoğlu ve yüzme antrenörü Bengisu Avcı Erdoğan’ın bu ayın sonuna doğru İngiltere’ye uçup Dover’a geçmesi. Sonra 28 ile 31’i arasındaki zaman diliminde hava ve deniz şartları hangi gün yüzmeye daha uygunsa Aysu’nun o gün Manş geçişini yapması… Vize konusunda sıkıntı yaşanırsa bu plan biraz ertelenebilir, ama bizim Bodrumlu denizkızını Manş’a atma hayalimiz aynen devam eder.
Çünkü biraz araştırıp dinleyince bile anlıyorsunuz ki “açık su yüzücülerinin Everest”i olarak kabul edilen Kanal’dan geçişi tarif etmek için “challenge” lafı bile az kalıyor. Bu yaptıkları bir “meydan okumak”, “kafa tutmak” değil, direkt gidip Manş’a kafa atmak gibi bir şey. O yüzden ister bu ay gitsin ister gidemesin; ister Manş’ı geçsin ister geçemesin denizyıldızımız Aysu’yu cesareti ve çabası için bile baştan tebrik ediyoruz.
Yürü, bu yol şeref zafer yolu
Aysu Türkoğlu’yla bayramın birinci günü, sabah 7’de günlük yüzme antrenmanı için gittiği Bodrum Mahfel Plajı’nda buluştuk. Keşke sesindeki heyecanı, kahkahalarını, o son derece doğal tepkilerini de buraya yansıtabilseydik, ama en azından sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
-En tedirgin olduğun şey nedir şu anda?
İngiltere vizesini elime almak… Geçen sene bu yüzden gidemedik. Ondan önceki sene de pandemi yüzünden başvuramadık. Bunun dışında açıkça söylemek gerekirse geçiş ve yüzme hakkında hiç tedirgin edici bir şey düşünmüyorum.
-Daha önce hiç görmediğin, inanılmaz zor bir denizde, büyük olasılıkla 11 saatten fazla yüzeceksin, ama seni tedirgin eden bir şey yok, öyle mi?
Çünkü iki yıldır bürokratik ve diğer zorlukları o kadar çok yaşadım ki suda yaşayacağım hiçbir şey beni şu an düşündürmüyor. Bir de zaten çok fazla antrenman yaptım, artık soğuğa ve mesafeye dayanıklı olduğuma inanıyorum.
-Şu an Bodrum’da girdiğimiz deniz suyu sıcaklığı kaç derecedir?
23 derece falan. Benim orada gireceğim 16.5 civarı olacak. Bu Şubat ayında Bodrum’da da su 16.5 dereceydi ve sorunsuz 6 saat yüzdüm. Üstelik rüzgar 24 knot’tı.
-En soğuk kaç derecede yüzdün?
Antrenmanlar sırasında buz dolu küvete de giriyorum, ama en soğuk sanırım yüzme antrenörüm Bengisu’yla kışın Urla’da girdiğimizdi. 11.8’de yarım saat yüzdük. Daha fazla kalsak sağlıksız olurdu.
-Soğuk suya karşı nasıl hazırlanılır?
Kesinlikle önce kafada bitiyor. Ben normalde zaten sıcağı hiç sevmeyen biriyim. Kışın bile evde yalınayak dolaşan bir tipim. Ama öyle bir soğuk karşısında tabii kendinize bir komut vermeniz şart. Ben de her antrenmanda “Giriyorsan bir an önce gir ve bitir” kafasıyla giriyorum suya.
-Sadece konsantrasyonla değil, vücudu da hazırlamak lazım herhalde; nedir o “yüzücü vücudu” dedikleri, mesela sen kaç kilosun, boyun kaç?
Boyum 1.73, kilom da 66. Başlarda kilo almak konusunda epey sıkıntı çektim. Çünkü kara antrenmanlarında nabzım çok yükseliyordu, 240’ı gördüğümüz oldu. Gerçi bir dakika içinde 150’lere iniyordu, ama kilo alamıyordum. Diyetisyenimin bir ara benden 20 yemek kaşığı makarna yememi istemişliği vardır yani. Çünkü uzun mesafe yüzerken karbonhidrat bitiyor vücutta ve yağdan yemeye başlıyorsunuz. Dolayısıyla benim Manş’ta sadece kas değil, yağ kütlesine de ihtiyacım var.
-Nedir şimdi oranların?
Profesyonel vücut analizine göre 19 kg yağ kütlem var. Diyetisyenim Banu Güner de Bodrumspor’da yüzücü zaten ve şu anki durumumdan çok memnun.
-Başka kimle çalışıyorsun?
Şafak Temur’la kuvvet antrenmanları yapıyorum. Eskiden yine dayanıklıydım, ama bu kadar kuvvetli değildim. Şafak Hoca’yla antrenmanlara başladıktan sonra suyu çekiş gücüm bile çok fark etti. Ama onunla da kalmadık, maratoncular için psikolojik antrenmana geçtik.
-Mesela?
Mesela dik bir yokuş düşünün. Geçtik aşağı tarafa, bildiğimiz traktör tekerleğini beş dakika boyunca kaldırıp, atıyorum. Sonra üstünde iki tane burpee yapıyorum. Sonra tekrar atıyorum, yokuşun başına kadar böyle… Bu bir kendi sınırlarını zorlama antrenmanı. Veya karnımın üzerinde 10 kilo ağırlık var, bir yandan ayak vuruyorum, bir yandan da hortumla burnuma su tutuluyor. Ama ağzım açık, ağzımdan nefes alabiliyorum.
-E bu işkence?
İşkence değil, stres altında da dayanıklılık antrenmanı. Bunlar insanı o kadar çok geliştiriyor ki, bir süre sonra “E tamam canım, ben neleri yaptım, Manş mı bana zor gelecek” oluyor kafan…
-Peki Manş’ta yüzme fikri aklına ilk ne zaman girdi?
2016 yılındaki Aquamasters yarışından hemen önce Manş’ı geçmiş olan yüzücüleri kürsüye davet edip plaket vermişlerdi. Onları kürsüde görünce “Ne güzel bir parkur” dedim içimden, “Demek Manş diye bir şey varmış.” Daha sonra Bengisu ve Nesrin Abla’nın (Manş’ı 39 yıl arayla geçen iki Türk kadını) hikayelerini öğrenince daha da bir beni kendine çekti.
-Tam olarak çeken ne?
Uzun yüzülmesi ve olayın denizde geçiyor olması. En büyük faktör bu. (Bunu o kadar hesapsız, doğal bir ifadeyle söylüyor ki…)
-“Olayın denizde geçiyor olması”, öyle mi?
Valla bu şekilde... Denizde olmayı çok seviyorum, doğrusu bu. Çekiyor beni böyle… Bir de tabii ailemin gururlanacağı bir şey yapmak istedim hep. Çünkü her baba veya anne sabahın 6’sında seni antrenmana götürmez, geldiğinde sana özel yemeğini hazır etmez. Bunu bir yıl, beş yıl değil, 14 yıldır yapıyorlar. Onlar olmasa ben burada olamazdım. O yüzden ben de onlar için bunu yapmak istiyorum. Zaten şu an sesim bile titriyor… (Sadece sesi titremiyor, gözleri de yaşarıyor.)
-Peki ya ilk seferde geçemezsen?
Hiç böyle bir şey düşünmüyorum. Niye düşüneyim ki… Cidden yani. İşin bu kısmını şimdiye kadar daha hiç düşünmedim.
-Tam da içimden istediğim cevabı verdin…
Kesinlikle “gideceğim ve yapacağım” kafasındayım ben. Nesrin Abla ve Bengisu da söyledi, bu aslında kafada biten bir iş. Evet daha önce Manş’ı görmedim, orada hiç idman yapmadım, ama eksilerin değil artıların üzerindeyim ben. Soğuksa ben zaten soğuğu seviyorum. Akıntıysa, başaranlar da aynı akıntıda yüzdü. Demek ki ben de yaparım.
-O zaman ben seni hiç bu sorularla aşağı çekmeyeyim çünkü sen olmuşsun artık; bunu bozmamak lazım…
Yok hayır hayır, siz istediğinizi sorabilirsiniz. Zaten çevremden o kadar çok soru alıyorum ki, alıştım artık.
-En çok ne soruluyor?
“Köpekbalığı var mı?”
-Var mı peki?
İki ablam da su çok soğuk olduğundan köpekbalığının gelmediğini, sadece eğer hava kapalı olursa hem yüzeyde hem de derinde çok deniz anası olduğunu, ama hava güneşliyse deniz analarının sadece suyu çekme hizamda olduğunu söylediler. Bir de zehirli yosunlar varmış sanırım. O şekilde.
-(Yine o kadar normal bir şeymiş gibi anlatıyor ki, yüz ifadesini görmelisiniz) O şekilde diyorsun yani?..
Sordum nasıl korunuyorsunuz diye, acısı gidince gidiyor dediler.
-Peki hiç sana şans getireceğine, seni koruyacağına inandığın bir uğurun var mı?
Tamamen anneanne, babaanne ve anne duası… Ama bir tek şunu yapacağım; elma yağı vardır, Bodrumlular bilir. Köylerde eski teyzeler, nineler yapar bunu. Her yerde satılmaz. Adaçayını damıtarak yağını çıkarıyorlar. Onu alıp birer damla göbek deliğinize, kasıklarınıza, ayak altınıza sürüp, bir damla da parmağınızın ucundan emersiniz, üşümeyi, karın ağrısını engeller. Engellemese bile psikolojik olarak bana öyle geliyor. O yüzden tek uğurum Bodrum’un elma yağı olacak yani.
-Peki ama daha vazelinli yağlar varmış, onları sürmeyecek misin?
Oooo onları herkes sürer, ama elma yağını Dover’da kim sürer benden başka? Tabii vazelin ve lanolin (koyun yünü yağı) karışımını da kesinlikle sürmem şart, o ayrı. Çünkü yüzmeye başladıktan 3 km sonra sürtünmeden dolayı enseniz ve kasıklarınız kesilmeye başlıyor. Vazelinli karışım hem bir tık soğuktan koruyor hem de o tahrişi azaltıyor.
-Manş’tayken böyle acı çektiğin zor bir anında seni en çok ne motive eder acaba?
Babam! Bengisu sadece antrenörüm değil, benim artık ikinci ablam gibi bir şey, teknede onun olması benim için çok önemli, ama babamın da teknede olacağını bilmek bana iyi geliyor. Yıllarca beni idmanlara o götürdü, saatlerce izledi, artık sudaki her hareketimi ezbere biliyor. Zaten babam demek aynı zamanda annem ve ablam da demek. Onu teknede görmekle bütün ailemi de orada göreceğim.
-Geçişi kaç saatte tamamlamayı planlıyorsun?
10.5, 11 saat olursa ne güzel. Ama 12.5 saat de olsa hiç üzülmem. Çünkü tam denizin ortasındayken hava patlayabilir, medcezir olabilir… Poseidon’un işine karışılmaz.
-O kadar saat zihnini nasıl oyalamayı düşünüyorsun?
Ben uzun yüzüşlerde şarkı söylerim, ama hep beni yükselten şarkılar… Sia’nın şarkıları mesela, sonra Türkçe poplar başlar, araya Galatasaray marşları bile karışıyor. Bir de şeyi söylüyorum, “Yürü bu yol şeref zafer yoluuu, karşında bekliyor seni tan yeri…” (İleri Marşı) Yorulduğum zaman söylediğimde bayağı fişekliyor beni.
-Mesela sanatçılardan en sevdiğin kimler var?
Çok, ama hemen ilk aklıma gelen Can Bonomo. Bir de Fazıl Say’ı çok severim. Sabahla akşam antrenmanı arasında öğlen uyurum, ful arkada Fazıl Say açıktır. Uyurken bile besleniyorum ondan çünkü… Hatta gece bile Fazıl Say’ın playlist’ini açıp yatıyorum, o kendi kendine bitiyor. Mesela geçen yıl vize alamayıp gidemediğimiz için çok çökmüştüm. Bir hafta boyunca yataktan kalkmadan sadece Fazıl Say’ın “Nocturne” yorumunu dinledim.
-Tam Manş’ın ortasında yorulup kaldığın bir anda sana destek mesajı atarmış?
Uçulur herhalde… Ama sadece Fazıl Say değil, hiç tanımadığım, bilmediğim bir insan da bana destek mesajı atsa o da benim için çok etkili olur. Denizin ortasında kimseyi görmesem de birilerinin bana inandığını bilmek beni hep daha çok yüzmeye motive eder mutlaka…
Manş’ı geçen ilk Türk kadını Nesrin Olgun Arslan: Atla, yüz ve karşı kıyıdan çık Aysu!
-Erdal Acet, 76’da Manş’ı 9 saat 2 dakikada geçerek dönemin dünya rekorunu kırdı: Adanalı. “Manş’ın şifrelerini çözen antrenör” Kutal Özülkü, Adanalı. Muharrem Gülergin, yıllarca sutopu ve yüzmede milli takım kaptanlığı yaptı: Adanalı. 29 defa Türkiye şampiyonu olan Yenilmez Armada takımı, Adanalı. Ve tabii siz, Nesrin Olgun Arslan… 79’da Manş’ı geçen ilk Türk kadınısınız ve siz de Adanalısınız. Nedir bu işin sırrı, Seyhan Nehri mi? Tesadüf değil herhalde…
Değil değil, Adana yüzmenin beşiği kabul edilir. Yani Adana’nın genetiğinde yüzmeyle ilgili farklı bir gen vardır.
-Ama bir deniz kültürü yok?
Deniz kültürü yok, deniz 50 kilometre uzağımızda, ama yüzlerce kilometre sulama kanallarımız var.
-Yani bir Çukurova mucizesi daha mı?
Ee tabii, çünkü o zamanlar Çukurova pamuk-tahıl ambarı, ama su yok. Onun için de tek yol Seyhan Baraj Gölü’nden her yere yüzlerce kilometre kanallar yapmak. Ve kanal kenarlarında hiçbir önlem yok. Yaz gelince bütün çocuklar o kanallara giriyor. Boğulma vakaları çok fazla. Onun için de anne babalar yüzme öğrensinler ki boğulmasınlar diye daha çok küçük yaştan itibaren çocuklarına yüzme dersleri aldırıyor. Bu o kadar ilgi görüyor ki artık bütün antrenörler Adana’da sulama kanallarını gezer hale geliyor, yetenekli gördükleri çocukları alıp özel olarak eğitmek için…
-Kanalda yüzmek de daha fazla kondisyon ister, değil mi?
Elbette akıntıya karşı yüzmek sporcuyu çok güçlü yapar. 3 km’lik bir akıntıdan daha güçlü olmalısın ki orada yüzebilesin… Ben de antrenmanlarımın çoğunu sulama kanallarında akıntıya karşı yaptımdı.
-Hele de bir maraton yüzücüsü için güç çok önemli tabii…
Çokkk… Dayanıklı olacaksın, sabırlı olacaksın. Yalnız bir spor. Antrenmanlar yalnız. Saatlerce yapayalnızsın. Maratonlarda yapayalnızsın.
-Tribün yok, alkış yok…
Kimsenin senden haberi bile yok. Suyun ortasında saatlerce sadece kendinlesin. Ve o sırada hep beyninle mücadele ediyorsun. Ben mesela hep söylerim, “Beynimle yüzdüm, beynimle başardım” diye. Her saniye zihnini uyanık tutabilen bir yapının olması lazım. Başka türlü mümkün değil. Çünkü çok acı çekiyorsun.
-Siz Manş’ı geçerken 16 derece suyun içinde neredeyse 16 saat yüzdünüz; yorgunluk ve üşümeyi hayal bile edemiyorum, ama bir de herhalde çok sıkılmışsınızdır…
Off hem de çok sıkıldımdı.
-Nasıl oyaladınız kendinizi?
Habire sayı saydım. 1000, 1100, 1200, 1300, şaşırıyorum neydi diyorum. Sonra “Amannn boşver baştan başla Nesrin” diyorum, hadi bir daha 1,2,3 sürekli kulaç sayıyorum. O arada şarkı söylüyorum.
-Hangisini mesela?
“Nihansın dideden ey mesti nazım”ı severim, ama onunla yarış bitmez. O zamanlar en güzeli Füsun Önal’ın “Senden başka senden başka”sıydı. O şarkının sayesinde Manş’ta çok kulaç attım. Tabii bir de sayılar… Kendime dair ruh analizleri, geçmiş analizleri, gelecek planları… Çünkü beyni devamlı uyanık tutmam lazımdı. Yapmazsam halüsinasyon riski var. Hipoterminin etkisiyle insan bir süre sonra zaman ve mekan kavramını yitirmeye başlıyor. Bazıları bilinçsizce geri dönüyor, bazıları kendi etrafında dönüyor, bazıları tekneden kaçıyor. Zaten öyle bir an geldiğinde hakem bir sağlık problemi olduğunu anlayıp yüzücüyü tekneye alıyor.
-Biz hep Manş için İngiltere’yle Fransa arasında deriz, ama asıl Atlas Okyanusu’yla Kuzey Buz Denizi (Arktik) arasında…
İşte o Kuzey’den zaten üstten üstten geliyor böyle soğuk, resmen bir buz akıntısının içinde yüzüyorsun. İnsanı müthiş rahatsız edici bir duygu.
-O zaman da sudan çıkma isteği uyanıyordur tabii…
Hah işte orada çıkma isteği uyanırsa çıkıyorlar. Çıkma isteği uyanmayacak! “Yapamayacağım, üşüyeceğim, ya bitiremezsem” gibi bir mesaj kesinlikle yok. Çünkü en ufak bir belirsizlik bulduğu anda beynin seni hemen negatife götürüyor. “Çıksam bak ne güzel battaniyelere sarılırım” diyor. Onu dediği anda da insanlar çıkıyor. O yüzden beynini bir an bile boş bırakmayacaksın.
Onu hep meşgul edeceksin. Hiçbir belirsizliğin olmayacak. “Üşümeyeceğim, kesinlikle bitireceğim, ne olursa olsun bitireceğim.” Hep bunu diyeceksin kendine. Aysu’ya da söyledim bunları, çünkü bu zorlukların hepsi Aysu’nun da başına gelecek. Hiçbir yere benzemeyen bir deniz orası. Lanet bir suyu var, lanet bir akıntısı var. Yani resmen bir dev, bir canavar.
-Ama siz yendiniz o devi?
İkinci kere gittiğimde yanımdaki kızlara öyle bir şımarıklık yaptımdı, “Manş ben gene geldim, seni yeneceğim” falan diye. Sonra hemen dedim ki, “Yok yok şaka yaptım, sen en büyüksün!” O olağanüstü bir varlık, benim onunla mücadele etmek ne haddime… Ancak iyi geçinirsem o bana izin verir kendisini yenmemi, anladınız mı? Ona saldırarak değil, ancak onunla bir olarak, onun suyuna giderek onu yenebilirsin. O dev benimle birlikte olmalı. Bunu yüzerken de hissettimdi; akıntısına kendimi bırakarak, o devin yardımıyla daha hızlı yüzdüğümü düşünerek bitirebildimdi o maratonu. Denizin insana ders niteliğinde verdiği, ömür boyu kullanabileceğiniz bir felsefesidir bu.
-Siz bir de çok güçlü bir gelgit engeliyle karşılaşmışsınız…
Tabii ben aslında 11’inci saatte sahildeki insanları görmüştüm, varmama 750 metre gibi bir şey kalmıştı. Ama birden baktım mesafe çoğaldı. Tekneye baktım, hepsinin suratı asık. Ne oluyor dedim; medcezir dediler. Meğer o sırada aralarında kavga kopuyormuş. Kaptan diyor ki, “Bu medcezir 5-6 saatte bitmez, yüzücünün de o kadar saate gücü yetmez, biz bu kızı alıp Dover’a dönelim.” Manş geçişini izlemeye gelen gazeteci Faruk Zabcı ise “Hayır” diye diretmiş, “Bu kız bunun için geldi, o bitti demeden dönmeyeceğiz.” Bunun üzerine ikinci bir akıntı rotasını kullanmaya karar vermişler. O akıntıyla ben 4 saat fazladan yüzdüm yani. Manş kuş uçuşu 33 km ise ben 50 km’den fazla yüzmüş oldum.
-Nasıl inat edebildiniz o kadar?
Omzumdaki boynumdaki bütün sakatlıklar ortaya çıkmıştı, artık sol kolumu çekemez bir haldeydim. Ben de “Nesrin madem kolunu çekemiyorsun ayağını hızlı vur” dedim. Ama bunu sürekli söyledim; “Nesrin ayak vur, Nesrin ayak vur, Nesrin ayak vur…” Fakat tabii yüz yüz bitmiyor. Yüz yüz bitmiyor. Artık teknedekilerle kavga etmeye başladım. Her şeye kızıyorum, ama aslında o kızgınlık, o sinirle çok iyi motive oldum.
Sonunda bana bir burnu gösterdiler. Oradan bir 100 metre daha hızlı yüz, med cezirin çekilme hızı orada yavaşlıyor dediler. Tamam dedim. Baktım artık kumları görebiliyorum. En son ayağım suyun içinde yere değdi, Allahım Yarabbim nasıl mutluyum, ama hakem kayıkla yanıma geldi, “Hayır” diyor , “Bitirmek için sudan tamamen çıkman lazım.” “Hay Allah belanı versin senin!” diyorum, artık Türkçe neler sayıyorum o sırada tahmin edersiniz… Tabii 15 saat 47 dakika yüzmüş biri nasıl ayağa kalkacak. Ayağa kalkıyorum, pat düşüyorum. Sonra en iyisi emekle Nesrin dedim.
Sahil taşlık, dizlerim paramparça oldu, ama emekleyerek çıktım, kumların üzerine sürüne sürüne vardım, hakem bastı kronometreye “Finish” dedi. 30 saniye kadar bayılmışım. Sonra uyandım ve dedim ki “Aaa ben bitirdiğimde ağlayacaktım. Buna karar vermiştim. Benim ağlamam lazım.” Ama akciğerim o kadar göçmüş ki içine a a a a yaptım ama ağlayamadım. Ona hala çok üzülürüm, çok istedimdi, ama ağlayamamıştım.
-Peki şimdi bir hayal edelim mi: Aysu Dover’da Shakespeare Kayalıkları’nda… Gece sabaha karşı 3… Karşısında Manş duruyor. Birazdan teknenin korna sesiyle start verilecek. Ona en son ne derdiniz? Saatlerce aklında neyi tutsun?
“Atla, yüz ve karşıdan çık!” Bu kadar. Gerisi hiç önemli değil. Atla yüz ve karşıdan çık Aysu!
Aysu’nun koçu Manş’ı 2018’de geçen Bengisu Avcı Erdoğan: Şu anda tek sıkıntımız Dover’a gidebilmek
-Kaç yıldır Aysu’nun antrenörüsünüz?
2018’den beri. O yıl Manş’ı geçmiştim ve Aysu bana gelip “Ben de geçmek istiyorum” dedi. Böyle başladık.
-Peki sizin için Manş’ı geçen en genç Türk mü, en hızlı geçen Türk kadını mı, ne dememiz gerekiyor?
İlk denememi 2017’de 21 yaşındayken yaptım, ama geçişi 2018’de başardığımda ben de tıpkı Nesrin Hanım gibi 22 yaşındaydım. En genç diyemeyiz. 11 saat 29 dakikayla daha hızlı geçmiş olabilirim, fakat bana göre o da çok belirleyici değil, çünkü orayı geçen insanlarla konuşmaya başladığınızda şunu fark ediyorsunuz: Hiçbir geçiş aynı koşullarda yapılmıyor, herkese farklı davranıyor İngiliz Kanalı… Dolayısıyla karşılaştırma yapmak gerçekten çok zor, önemli olan Kanal’ı geçmek.
-“Manş” mı diyoruz, “Kanal” mı?
Sadece Fransızlar “Manş” diyor, gerisinin tamamı “İngiliz Kanalı” (English Channel) der.
-Manş daha kısa… Peki Aysu için bir Manş hedefiniz var mı? 11.29’dan daha kısa sürede mi geçsin yoksa en genç Türk mü olsun; nedir plan?
Aysu’nun hedefi Manş’tan geçiş yapan en genç Türk yüzücü olmak. Şu an 21 yaşında. O yüzden Ekim başında sezon bitmeden gidip yüzmesi şart. Çok zor bir hedef bu. Manş’ı geçmek isteyenlerin yüzde 50’si başarısız oluyor, başaranlar da genellikle ikinci, üçüncü denemesinde bunu yapabiliyor.
-Siz ilk denemenizde hipotermiye yakalanmıştınız…
Manş’ta su bu zamanlar 15-18 derece arasında değişiyor. Eğer doğru şekilde beslenmeyip antreman yapmadıysanız bir süre sonra yorgunlukla da birleşince hipotermi kaçınılmaz. Ben ilk denememde yeterli antreman yapmıştım, ama soğuk su konusunda hazırlıklı değildim.
-İlk kaçıncı saatte, ne hissettmiştiniz?
Beşinci saatten itibaren çok üşümeye başlamıştım. Önce el ve ayak parmaklarım hissizleşti. Vücut kendini hemen korumaya alıyor zaten, önce el-ayak, sonra gitgide yaşamsal organlara doğru çekiliyor. Yaklaşık 2.5 saat mücadele ettim. Hiç durmadan ağlıyordum. Bırakmamak için çok direndim, ama artık yüzümü de hissetmemeye başladığımı görünce hakem 7 küsuruncu saatte aldı beni sudan.
-Sizce Aysu hazır mı böyle bir zorlanmaya?
Aysu şu an tam bir yüzücü vücuduna sahip diyebiliriz. Tam istediğimiz oranda yağ kazandı. Tabii burada yağdan kastımız deri altındaki kahverengi yağ hücrelerinin artırılarak vücudun soğuğa adaptasyonunu geliştirmek. Diyetisyeninin sayesinde yavaş yavaş istediğimiz o kütleye ulaştı. Ben de geçiş günü geldiğinde bu besin desteğini aynen devam ettireceğim. Zaten teknedeki asıl görevim bu, ihtiyaçlarına göre Aysu’ya yiyecek takviyesi yapmak.
-Sporcuların geçiş boyunca tekneye dokunması yasak diye biliyorum…
Yasak, ama yüzüş sırasında birkaç saniyelik kısa konuşmalarımız olacak; tempon iyi gidiyor o yüzden şunu vereceğim, önümüzde akıntı daha fazla olacak sana buna yönelik bir şeyler hazırlayacağım, miden nasıl, nerende ağrı var vs gibi küçük küçük konuşmalar yapacağız.
-Neden küçük?
Biraz uzun konuşsak akıntı Aysu’yu geri sürükler. Kısa mesajlarla anlaşıp, ona göre bir beslenme hazırlayacağım: Karbonhidrat jelleri, izotonikler, kas yapısını onarıcı içecekler… Sonra bunları küçük shaker’lara koyup ona atacağım.
-Başka ne gibi sıkıntılar çıkabilir karşınıza?
Bir kere Kanal’da ciddi bir deniz trafiği var. Yanımızdan büyük yük gemileri geçiyor biz yüzerken. Sonra belli yerlerde zehirli yosunlar olabiliyor. Bazılarına deniz anaları daha çok denk gelir, bana yosunlar çok denk gelmişti. Her şeyin her an değiştiği bir deniz.
Mesela bir anda 7-8 metre yükseliyor ve su alıp sizi başka bir tarafa atıyor. O yüzden belli zamanlarda akıntıya karşı yüzüyorsunuz. Tek bir akıntı yönü de yok, çok değişik akıntılar var. Dümdüz geçemiyorsunuz Kanal’ı. Örneğin kuş uçuşu 21 mil, yani yaklaşık 33-34 km iken, benim total geçişim 46 km’yi bulmuştu.
-Yüzmeye gece başlamak sinir bozucu mu?
Zaten en büyük zorluklarından bir tanesi de o. Tekneden korna sesi geldiği anda kapkaranlık, çok soğuk bir suya atlıyorsunuz. Kafanızda fosforlu bir ışık, tamamen simsiyah bir boşluğa doğru yüzüyorsunuz. Ben 03’te girmiştim, Aysu’da değişebilir. Denizin yükseliş ve alçalış saatine göre karar veriliyor.
-Dover’da hep Shakespeare Kayalıkları’ndan mı atlanıyor?
Bir orası bir de Samphire diye bir koy var, ben ikincisinden atlamıştım.
-Peki Fransa’da hep aynı yerden mi çıkılıyor; Cap Gris-Nez’den?
Yok, her zaman farklı yerden çıkılıyor. Hızlı yüzücüler genellikle Cap Gris-Nez’ye düşüyor. O kadar hızlı bir yüzücü değilseniz yan tarafta plaja veya bir sonraki boşluğa çıkabiliyorsunuz. Ama eğer siz belirlenen aralığın da dışında kaldıysanız kaptan yüzüşü bitirip sizi çıkarabiliyor.
-Neden hep İngiltere’den Fransa’ya doğru yüzülüyor?
Yıllar önce Fransa’dan İngiltere’ye de yapılıyormuş, ama şu an bütün geçişler İngiltere’den Fransa’ya… Neden olduğunu bilmiyorum.
-Dover’da yüzücülerin geçişten sonra adlarını duvara yazdıkları White Horse adında bir pub varmış; siz de yazdınız mı?
Yazmak için gittim, ama dolmuştu. Kardeş bir barla anlaşmışlar; Les Fleurs diye, oraya yazdım. Aysu da Les Fleurs’e yazacak inşallah…
-Siz aslında kendi rekorunuzu kıracak sporcuyu çalıştırıyorsunuz; neden?
Benim öyle hırslarım yok. Ayrıca bunu yapan bir sporcunun antrenörü olmak da bir kariyer. Ve tabii bir de Aysu’nun yeri bende çok başka.
-Bir de zaten sizin “Oceans Seven” gibi bir hedefiniz var; Manş ayağını bitirdiniz, kalan altı etap ne zaman?
Aslında hepsini arka arkaya yüzme hedefim vardı, ama araya iki yıl boyunca pandemi girdi. İlk fırsatta Catalina’dan başlamak istiyorum. Amerika açıklarında Catalina Adası’ndan Los Angeles’a doğru yüzülen bir parkur, 34 km. Orada köpekbalıkları da var.
-Niye yapıyorsunuz bunu?
Bilmiyorum. Şöyle diyebilirim ya da… Gerçekten şu an içimden gelen yanıt şu: Biz orada olmayı çok seviyoruz. Suda kendimizi zorlamayı, kendi limitlerimizi görmeyi çok seviyoruz. Ve şeye de inanıyorum, Jaws filmindeki gibi olmuyor hiçbir şey. Biz onların yaşam alanına giriyoruz aslında, biz onları rahatsız ediyoruz. Genelde de zaten köpekbalıkları insanlara değil, insanlar köpekbalıklarına daha çok zarar veriyor. Böyle baktığınız zaman orada yüzmek de normalleşiyor gözünüzde.
-Sizin bir sponsorunuz var mı?
Benim yok, bu şartlarda sponsor bulamıyoruz. İki yıl önce Kanal için kayıt yaptırırken sterlin 6 liraydı, şu an 21 lira. O yüzden de gidemiyoruz zaten. Aysu çok şükür buldu bu sene. Ve o kadar önemli ki bir sponsorunun olması. Çünkü ona inanan birisi var. Aysu Manş’ı geçerken o insan için kendini daha çok zorlayacak. O akıntılı, buz gibi suyun içindeyken en yorulduğu anda bile birisi için daha yüzüyor olacak.
-Bir kulaç daha yani…
Kesinlikle… Ben Kanal’ı geçerken teknede annem de vardı, arada kısa kısa, bana gelen destek mesajlarını iletiyordu; “Bak arkadaşın şunu yazmış, bilmem ne hocan devam et diyor”…Ben de “Tamam anne” diyordum ve gerçekten o aldığım güçle devam ediyordum. Onları duydukça “Biraz daha gidebilirim, biraz daha gidebilirim” diyordum hep kendime…
-Peki geçiş günü belli olduğunda biz o gün Aysu için ne yapabiliriz?
O geçiş günü geldiğinde @bengisuavci ve @aysu.turkoglu hesaplarımıza gelen her şeyi tekneden ona her vakit bulduğumuz anda iletiyor olacağım. Göndereceğiniz her destek mesajıyla ona bir kulaç daha fazla attırmış olursunuz, buna emin olun. Bizim için çok önemli bu. Zaten o gün GPS bilgilerimizi de paylaşırım, isteyenler geçiş boyunca Aysu’yu tek bir nokta olarak oradan da takip edebilirler. Yeter ki Aysu vizesini alıp bir an önce Dover’a gidebilelim.
-Son ve zor soru: Ne diyorsunuz, sizce Aysu ilk denemesinde Manş’ı geçebilir mi?
Aysu soğuk konusunda benden daha dayanıklı. Özellikle son iki yıldır çok azimli. Şu an tek sıkıntımız Dover’a gidebilmek. Onun dışında çok büyük bir terslik olmazsa başaracak.
Aysu’nun sponsorluğunu üstlenen Türkmen Holding bünyesindeki ATM Yatçılık, 2004’ten bu yana Bodrum İçmeler’de yelkenli ve motor yat üretiminin yanı sıra onarım, bakım ve kışlama hizmetleri de veriyor. 60 metre iskelesi olan 10 bin m2’lik tersanenin beğeni toplayan modelleri: 27 metrelik Ladies First, 28 metrelik Portobello, 27 metrelik Golden Touch yelkenlileri ile 12 metrelik motor yat Yellow Chocolate.