
ÖLÜM KARŞISINDA DURUŞU…
“Her yaşayan insan hayatın askeridir. Ölüm var her zaman. Ölüm hayata sığıyor ama hayat ölümü aşıyor. Hayat doğadır. Çıkarcılar, başkasının üzerinden geçinenler, ölümün hayata karşı askeridir. Şimdi ne yapalım, doğaya karşı bir düşman var yani ölüm. Bu böyle. Ama doğa alt olmuyor. Antidoğa beni öldürür, ama ben çocuklarımla aşarım ölümü. Çocuklarım olmazsa akrabam, sevdiklerim. Onlar da olmazsa insan var”.YOLA ÇIKMADAN ÖNCE
Kızı İsmet Noonan devam ediyor: Bugün bile bana, “Hayatınızdaki en büyük acı neydi?” diye sorulsa, “Baba kaybı, ardından da anne kaybı” derim. Etrafımdaki herkesin varlığına rağmen ben bir boşlukta idim. Yapayalnız bir İsmet vardı artık. Babamın ölümü büyük bir travmaydı, sarsılmıştık. Cevat (Balıkçı’nın torunları) beyaz çarşafla örtülü dedesinin acısını karyolayı yumruklamakla çıkarıyor. Kuki’nin gözleri ağlamaktan kıpkırmızı. Dodo babamın bedeninin üzerine konan bıçağı kaldırıp, dışarıdan topladığı ot ve çiçekleri, içinden mırıldanarak dedesinin üzerine koyuyor. Bütün aile perişan, babam sanki hiç ölmeyecekti. Arkadaşı, arkeolog ve yazar Azra Erhat:Bekliyordum. İşkencesi sona erdi diye ferahladım. Ertesi günü öğleyin oyumuzu kullandıktan sonra zaten gidecektik İzmir’e Füreya ile. Ben kılığımı hazırlamıştım bile: Balıkçı gibi lacivert tayyör, içine sarı gömlek ve başıma mavi eşarp giyecektim. İsmet Noonan: O sabah ben Ayşe Abla’ya (Türkiye’nin ilk kadın ortodontisti Ayşe Mayda) koştum. O anda, zamanın İzmir Belediye Başkanı Osman Kibar’la (AP’li) konuşuyor, belediyeden cenaze arabası temin etmesini rica ediyordu. Karşı tarafın reaksiyonunun Ayşe Abla’yı üzdüğünü anlıyorum, dayanamadım “Bırakın Ayşe Abla, arabayı vermezlerse vermesinler” dedim ve eve döndüm. Bir dolmuş minibüs kiralandı, içi tümüyle boşaltıldı. İzmir Belediyesi cenaze arabasını çok gördü, ama Ayşe Abla’nın zorlamasıyla bando mızıkayı yolladı. Azra Erhat: Odada Balıkçı’nın yattığı yatak boştu, hastaneye götürmüşlerdi naaşını. Yatağının yanında kocaman bir çelenk duruyordu. Ecevit göndermiş. Kara haberi duyar duymaz telefon etmiş, yardım yapalım demiş. Yardım da gerekliydi, çünkü İzmir cenaze arabası Bodrum’a kadar götüremezmiş Balıkçı’yı, çıkamazmış şehir sınırları dışına. Çıkamadı ya sonunda, bir minibüse bindirdiler tabutu. Bodrumlu Rüştü Gür: Kim bilir, Cevat Şakir ölümünden sonra olabilecekleri öngörmüş ve Bodrumlular bana sahip çıkar diye düşünüp Bodrum’a gömülmeyi vasiyet etmişti belki de.VASİYET...
“Bodrum’a gömülmek istiyorum. Bittabi orayı çok severim. Mindos Kapısı tarafında bir yere gömsünler beni, yanımda Hatice’ye de bir yer ayırsınlar. Sakın mermer, beton filan istemem ha. Bir taş bulun, uzunca bir taş, yazısız. Onu dikin mezarımın başına. Falanca oğlu filancaymış da şu tarihte doğup, şu tarihte ölmüşüm. Katiyen yazı istemiyorum, basit bir taş. Eh benim tekne su almaya başladı. Şatafatı da sevmem, tepelere, deniz gören yerlere gömülmem şart değil. Nasıl olsa yattığım yerden denizi seyredemem, denizi ruhumda yaşatıyor, gönül gözüyle her zaman görüyorum. Suat, sık sık ziyaret edebilmeleri için İzmir’e gömmek istediklerini söylüyor. İstemem yahu. Bodrum’u severim bilirsin. Beni ziyaret için çocuklar ara sıra da olsa gezmiş, hava almış olurlar. Zaten ben saygı duruşu isteyecek değilim ya. Balıkçıya bir merhaba yaraşır.”İZMİR’E VEDA…
İsmet Noonan: Merhaba Apartmanı’na geldiğim zaman Bodrum’dan gelen arabaların önünde babamın resmi, hepsi arka arkaya dizilmiş, Halikarnas Balıkçılarını son yolculuğuna götürecek can dost Bodrumlular evin önünde bekliyorlardı. Babamı taşıyacak olan beyaz minibüs de evin önüne geldi. Kuki dedesinin üzerine alelade bir örtü koymaya kıyamamış, mavi atlas bir örtüyle sarılmasını istemişti tabutun; öyle de yaptık. Üzerine de torunlarından bembeyaz kalalar demetini koyduk. Bodrum’a gidemeyen annem ve tetelerim babamı evinin balkonundan uğurladılar. Azra Erhat: 9’da evin önündeydik. Bir minibüs geldi. Balkonda Hatice Hanım ve komşuları bağıra bağıra ağlıyorlardı. Çıktım yukarı, “Bacım” dedim, “Ağlama, Balıkçı bunu sevmez.” Damadı John Noonan: Pazartesi günü hayatımın en inanılmaz deneyimini yaşadım. Sabahın 4’ünde Halikarnas Balıkçısı’nı mezarına nakletmek için gelen Bodrumlulardan oluşan bir konvoyla birlikte Cevat Bey’i çok sevdiği Bodrum’a götürdük. Yeğeni seramik sanatçısı Füreya Koral: Cenazeyi taşıyan minibüs önde, ailenin ve eşin dostun doluştuğu arabalar arkada, peş peşe yola koyulmuştuk. Verdiğimiz bürokratik mücadeleden bitkin, kızgın ve acı içinde dolana dolana tırmanıyorduk Bafa Gölü’ne çıkan yokuşu… “Babam Bodrum’a ömrünü ve gönlünü verdi. Acaba Bodrum da babamı o kadar sevdi mi?” diye sormuştu kızı İsmet. Yanıtını Milas’tan itibaren almaya başlamıştık.
BODRUM’DA BEKLEYİŞ…
Bodrumlu Tuncay Özsert: Bodrum haber alır almaz bu aziz dostun vefatını, hazırlıklara başlamış, İskele Meydanı’nda bütün halk, denizciler, süngerciler, sağlamlar, vurgun yemişler ve biz öğrenciler, kasabanın yöneticileri toplanmıştık. Herkes bir intizam ve düzen içinde bekliyordu. Balıkçı’yı, Ege Denizi’nde son seferine çıkaracak motorlar ve kaptanlar hazırdı. Gazeteci Jale Mutlu: Bodrumlu’nun yüreğinde acılı bir ağıt oldu. Hele vasiyeti üzerine cenazenin Bodrum’a getirileceği duyulunca, ağıt büyüdükçe büyüdü. Bodrumlu Mehmet Yavaş: Balıkçı’nın öldüğü duyulur duyulmaz Bodrum birbirine karıştı. Kendiliğinden şimdiki “ulusal yas” gibi yasa büründü. Bodrum’a bir yas havasının karanlığı çöktü. Rüştü Gür: Cevat Şakir’in İzmir’de ağırlaştığını duyduk. Belediye Başkanı Reşat Öncü başkanlığında meclis kararı ile mezar yeri tescil edildi... Ölüm haberi geldiğinde biz hazırlıklarımızı tamamlamıştık.YOKUŞBAŞI’NDA KARŞILAMA…
Füreya Koral: Milas’tan itibaren her köşe başında bir araba, birkaç motosiklet ve bisikletler katılıyordu konvoya… Bodrum’u tepeden gören uzun bir konvoy halinde yaklaştığımızda bir şey fark etmiştik yolun ilerisinde. Bir şey… Bir dalgalanma… Bir yığılma… “Kaza mı olmuş, ne var” demişti Azra. Şoför yavaşlamıştı, “Valla bir durum var ama…” “Bir bu eksikti” demiştim. Yaklaşınca gördük ki Bodrumlular, Bodrum’u Bodrum yapan dayıma haklarını helal etmeye gelmişlerdi. Azra Erhat: Yol ne kadar sürdü bilemem, arabada çok konuşuyorlardı, başım zonkluyordu. Biz öndeydik. Bodrum’a yakın tepede, şehir manzarasının görüldüğü, Torba yolunun ayrıldığı yere vardık ve indik. Bir konvoy otomobil vardı ve birçok bekleyen insan. Güzel gencecik insanlar, çoğu kadın. Gülriz Sururi geldi öptü beni. Bir de polis Muzaffer… Kahvede bir çay içtik. Nasıl içten bir hava seziliyordu ta Bodrum’un ötesinde. Muzaffer trafiği idare ediyordu. Bir de üstü açık bir cenaze arabası vardı, masmavi çelenkle. Bodrum çiçekleri, o mavi çiçeğin adını unuttum, ama ne olacak, hepsi Balıkçı’nın çiçekleriydi. Rüştü Gür: Cenazeyi, palmiye yaprakları üzerine mavi mineler bağlanarak özenle süslenmiş cenaze arabamıza aldık. Halk öğrenciler Torba kavşağına kadar gelmiş ellerinde çiçeklerle bekliyordu. Tiyatro sanatçısı Gülriz Sururi: Balıkçı için hazırlanmış çelenkler ve çiçeklerle bir anda süsleyip bezediler tabutu. Minibüs çiçeklerin örtüsü altında minibüslüğünü unutmuş, Halikarnas’ın ayakları olmuştu sanki ve o andan sonra Bodrumlular ve Halikarnas Balıkçısı vardı sadece. İsmet Noonan: Yokuşbaşı’nda artık yola sığmıyorduk. Babam cenaze arabasına alındı. Başlarında beyaz kasketleri olan kaptanlar sıra olmuş, selama durmuşlardı. Bodrumlular Balıkçılarını alıp yokuş aşağı inmeye başlamışlardı bile… Jale Mutlu: Balıkçı, sevdiği yerin sevdiği kişilerin arasındaydı şimdi. Yaşamının en güzel yıllarını geçirdiği bu beldede yaptıklarının karşılığını alıyordu.
BODRUM’A GİRİŞ…
Gülriz Sururi: Arabalar ardına düştüler Balıkçı’nın, kornalarını, sirenlerini çalıyorlardı artık susmamacasına ve sanki güzel sirenler, denizden, tiz çığlıkları ile çağırıyorlardı sevdiği güzel denizlerin dibine Balıkçı’yı. Bin kere anlattığı, bin kere yaşadığı denizlere doğru yol alıyordu Balıkçı. Artık her şey renk değiştirmişti o andan sonra. Yaşamım boyunca benzerini göremeyeceğim bir törendi bu. Tiyatro dışı, ama çok teatral bir törendi. Kesinlikle gerçekleştirilen bir tören. Siren sesleri altında Cevat Şakir’in ardından Bodrum’a girdiğimde, birden başka bir yere geldiğimi sandım. O güne kadar görmediğim insanlar, yolların iki yanına sıralanmıştı. Ancak bir cenaze geçecek kadar dar olan beyaz Bodrum sokakları, ince siyah çizgili beyaz futalarını örtünmüş yaşlı kadınlarla dolmuştu. Hemen yanlarında, gene yaşlı, o güne kadar görmediğim ihtiyar erkekler yola dizilmişlerdi sessiz ve saygılı. Yıllardan beri ilk kez evlerinden çıkan çok ihtiyar vardı o gün. Güzelim Bodrum insanları, Halikarnas Balıkçısı’nın güzel Bodrumluları. Onların yıllar önce Balıkçı ile nasıl konuşup şakalaştıklarını görür gibi oluyorum. Belki şu iki büklüm, bastonuna dayanmış dede ile balığa çıkıp beklenmedik bir fırtınada ölümüne savaşmıştı. Belki şu ihtiyar nenenin çocuğuna isim koymuştu, pek çok Bodrumlu çocuğun ismini koyduğu gibi. Onları, Halikarnas Balıkçısı’nı tanıyan onun Bodrumlularını ilk kez gördüm. Bunca yıl Bodrum’u gezdim, gördüm, tanıdım derken, yıllar sonra tanıştım o gün Bodrum’la, gerçek Bodrumluyla. John Noonan: Gerçekten herkes yol boyunca sıralanmıştı, tam bir kitlesel sevgi gösterisiydi. Ellerinde çiçeklerle okul çocukları, yüzlerce köylü ve balıkçı... Azra Erhat: O dul kalan Bella Sombra’nın önünden girdik şehre, sola saptık, ta Halikarnas oteline kadar yol dolu, dolu ama nasıl dolu, sorma gitsin.BODRUM SOKAKLARINDA…
İsmet Noonan: O zaman Bodrum’un tek giriş yolu olan ve Cevat Şakir Caddesi adını taşıyan caddeye girdiğimizde, aman Allah’ım bütün Bodrum yola dökülmüş, binlerce insan caddenin iki yanına sıralanmıştı. Ta tepeden caddenin bitim noktası olan belediyeye kadar bir insan seli oluşmuştu; bastonuna yaslanmış yaşlılar, genci delikanlısı, şehirlisi köylüsü, kaptanı balıkçısı, süngercisi, hepsi ama hepsi buradaydı. Hele öğrenciler, ellerinde babamın çiçeklerinden yaptıkları demetleri cenaze arabası geçerken babamın üzerine atıyorlardı. Babam ölümünden iki gece önce bu çocukları görmüştü sanki. Ağabeyim Sina’nın nöbetçi olduğu gece, gördüğü halüsinasyon esnasında babam, “Bu çocuklar çok yoruldu yahu. Para da verelim, gitsinler yavrucaklar; yollayalım evlerine” diyormuş. Füreya Koral: Tabutun üzerinde yeşil çuha değil denizi simgeleyen mavi atlastan bir örtü vardı. Bütün dükkanlar kapalıydı. Bodrum halkı bugün Cevat Şakir Caddesi denen yola karşılıklı dizilmişlerdi. Mehmet Yavaş: O kadar uzak mesafede herkes onun tabutuna dokunmak için birbiriyle yarıştı. İsmet Noonan: Cevat Şakir Caddesi’nden sonra Cumhuriyet Caddesi’ne girdik. Kumbahçe Mahallesi’nde, denizin üzerindeki unutulmaz çocukluğumuzun geçtiği evin önünde durduk, sonra şimdiki Halikarnas Disko’nun önünde bekleyen Salih Cengiz’in “Halikarnaslım” isimli teknesine alındı babam. Gülriz Sururi: O gün Balıkçı, son kez yaşadığı anılarıyla dolu sokakları dolaştı. Sonra Girit Mahallesi’nde, şehrin ucundan, denize sıralanmış tüm teknelerin düdükleriyle karşılandı. Jale Mutlu: Kıyıda en iyi arkadaşları olan balıkçılara ve denize teslim edildi.
BODRUM’UN DENİZİNDE…
Gülriz Sururi: Özel yatlar yerli teknelerin ardında yerini almışlardı. Ve ağırlığını koydu Bodrumlu kaptanlar, süngerciler, balıkçılar. Gâvur Ali’ler, İsmail Kasa’lar. “Bu bizim hakkımız” dediler, “Balıkçıyı son yolculuğuna çıkarmak bizim hakkımız.” En görkemli özel yatlar “evet” dedi buna, baş eğdi bu isteğe. Tuncay Özsert: Minibüs ağır ağır geldi yanaştı. Balıkçı’nın naaşı eller üstünde motora taşındı. Biz öğrenciler de dahil motorlara bindik, halk da bindi. Necdet Kaptan, Şerif Kaptan, Elçin Kaptan, Ali Kaptan, Barka Kaptan, Memet Kaptan ve diğerleri sırayla çıktılar limandan. Mehmet Yavaş: Bodrum’da ne kadar tekne varsa törende görev almak için gelmişlerdi. Sayısını bilemem, ama diyelim ki yüz tekne vardı, hepsine insanlar doluştu. Teknelere binebilen insan kadar da binemeyen insan vardı. Azra Erhat: Biz de bindik. Sonra açıldık, bir de baktım sağıma soluma, üstleri insan dolu motorlar, beş, on, on beş, bir filo… Rüzgar vardı, fış fış gidiyordu denizci Balıkçı, koca Reis, dalgalar cümbüş yapıyordu altında. Füreya Koral: Allah bilir denizin altında da tüm balıklar, yosunlar, süngerler, amforalar törendeydiler. Mehmet Yavaş: Halikarnaslım hareket eder etmez yüzlerce kişi unutulması olanak dışı bir gösteride bulundu. Hani, denizlerden çıkarılan “böcek” diye isimlendirdiğimiz (Triton kabuklusu) uzun borusu olan bir şey vardır; onun bir tarafını kırıp diğer tarafından üflediğinde insanın içine işleyen bir ses çıkarır. Yani, tam da cenaze uğurlamaya uygun içe dokunan bir ses. İşte insanlar bundan edinmiş. Tekne hareket edince, hep birlikte o borular öttürüldü. Ağlamayan kimse kalmadı desem abartmış olmam. Jale Mutlu: Motor kıyıdan uzaklaşırken bir oh... çekti Balıkçı, rahatladı. Belki de özgürlük türküsünü söyledi. Belki de roman ve öykülerindeki deniz kızlarıyla, balık ve süngerlerle, deniz gurbetçileriyle son kez söyleşti. Çok sevdiği Karaada ve Salmakis’e veda etti. Mehmet Yavaş: Halikarnaslım Balıkçı’nın tabutu ile önde, diğer bütün tekneler tek sıra halinde arkasında, teknelere binemeyenler de kıyıda kortej oluşturdular. Kıyıyı takip ederek şimdiki marina, Bardakçı koyu, Gümbet sahili dolaştırıldı ve aynı yol takip edilerek geri dönüldü ve Denizciler Derneği önünde tabut tekneden indirildi.PARMAKLARIN UCUNDA
Tuncay Özsert: Huşu içinde geziden dönüldü. Jale Mutlu: Limandaki halkın gözü denizdeydi. Motorlar acıyla Halikarnas Balıkçısı’nı getiriyorlardı. İsmet Noonan: Limanda çok gür bir ses duyuldu; “Yalnız denizciler gelsin!” Bu ses, sanıyorum o zamanın emniyet müdürü olan, “Şerif” lakaplı Mustafa Yeşilova’nındı. Babamın çok sevdiği yalın deniz insanları tabutu kucaklayarak, Halikarnaslım’dan aldılar; meydanda hazırlanmış olan podyuma koydular. Gülriz Sururi: Bodrumlular, sonra bizler, sonra yabancı turistler. Herkes öğretilmeden yerini almıştı. Balıkçı, en önde Bodrumluların elinde, meydanda hazırlanmış yerine geldi. Şiirler söylendi o gün adına, anılar anlatıldı. Jale Mutlu: Düşüncesi gibi maviydi her şeyi. Çelenklerdeki narenciye dalları, palmiyeler, yaseminler, mimozalar, kendilerini yetiştirenin ellerinden öpmek için birleşmişlerdi orada. Azra Erhat: Meydan dopdolu, gene okullar, çocuklar, gençler, ufak ufak, taze taze, mavi… Biri bir nutuk söyledi kurulan katafalkın önünde. Sonra bir ezan sesi duyuldu.