Bu uyarıları yapan kişi, Türkiye’nin en zenginler listesinin ilk 20 isminden biri olan Akfen Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın. Akın’ın uyarıları sadece Bodrum’un geleceği için değil, “kârlılığın her şeyden önce geldiği” bir sistemin birinci ağızdan eleştirisi olması nedeniyle de önemli
Belki geçen hafta bizim gazetede de görmüşsünüzdür, Bodrum Loft adında yeni bir otel var, henüz daha geçen yaz açıldı. Milyarlarca dolarlık iş hacmi olan Akfen Holding için aslında küçük bir yatırım, ama Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın, birkaç nedenle burasıyla çok ilgili. Bir kere Tabanlıoğlu Mimarlık’ın (Birinci AKM’nin mimarı ve şimdi ikincisini de yapan aile) ortaya çıkardığı otelin “ev kompleksi” şeklindeki, kendi deyimiyle “vıcık vıcık inşaat olmayan” mimari yapısından çok gurur duyuyor. İkincisi Türkiye’de, bu segmentte daha önce uygulanmamış yeni bir otelcilik modelini deniyor ve bunu kanıtlamak istiyor. Üçüncüsü de olay “Bodrum”da geçiyor. Bodrum’un zihni ve kalbi kendisine açık olan insanları etkileyip, yanına çekme gücü muazzam. Ve Bodrum, üzerinden kayıp gitmekte olduğumuz dünyamızın küçük bir laboratuvarı gibi şu an. Hamdi Akın tecrübeli bir iş insanı gözüyle bize “Bodrum nasıl kurtulur”u anlatırken aslında sisteme ilişkin de çarpıcı tespitlerde bulunmuş oldu: Son bir yılınızı Bodrum’da geçirmek neler düşündürdü size, neler gözlemlediniz? Bir kere “Bodrum’u nasıl koruyacağız” diye bir soruyu herkesin sorması gerektiğini gördüm. Bodrum’da nasıl yaşayacağız falan değil de, Bodrum’u nasıl koruyacağız? “Save Bodrum” yani. Bundan sonrasında Bodrum’un bence bütün bilboardlarında bu yazmalı, mağaza kapılarına, araba arkalarına bu sticker’lar konmalı: “Bodrum’u koru!”, “Bodrum’u nasıl koruyacağız?”Sizde bir koruma hissi uyandırdı yani? Tabii çünkü büyük bir hücum var Bodrum’a, bunu görebiliyorsunuz. Biz işadamıyız, hislerimiz kuvvetlidir, nerenin ne şekilde gelişeceğini görürüz. Bundan 10-15 yıl sonra burasının nasıl bir yer olacağını doğru tahmin edebiliriz. “Kuşadası olacak” demek istiyorsunuz, değil mi? Kesinlikle. Bir kere her şeyi bir kenara bırakın, bu kadar talebe alt yapı yapmazsanız olacağı odur. Ben 80’den beri Kuşadası’nda iş yapmış, nasıl bozulduğunu yakınen görmüş bir insanım. Kuşadası’nın nasıl “şehir” haline geldiğini biliyorum. Şimdi Bodrum da aynı “şehir” olma tehlikesiyle burun buruna. Zaten böyle bir laf da var; “Bodrum şehir olsun”, "Fethiye şehir olsun”, "Marmaris şehir olsun”. Sanki kulağa iyi bir şey deniyormuş gibi geliyor, ama değil. Bodrum niye şehir olsun? Bodrum bir şehir medeniyetinde, güzel bir Ege kasabası olsun. Mesela “şehir statüsünde kasaba” lafı benim hoşuma gidiyor. Medeniyet olarak bir kent medeniyeti, ama yapılaşma olarak bir kasaba yapılaşması. Biraz açarak anlamak için soruyorum; mesela Bodrum’a şu çok tartışılan çevre yolu yapılsın mı? Şehir olacaksa mecbur yapacağız. Biz kasaba olsun deyince kasaba olmayacak maalesef. Burası şehir olacak. Çünkü herkes Bodrum şehir olsun istiyor, “Bodrum kasaba olsun” diyen yok. Onu ben diyorum. Oysa Bodrum ve Bodrum gibi 5-6 yerin daha tamamen Ankara tarafından özel statülü alanlar ilan edilip buralar için yeni bir “idari model”in belirlenmesi gerekiyor. Her şey için Muğla Büyükşehir’e gitme, tamam. Burada çöz. Ama bunu şehir olmadan yap. Projesini çıkardığınız zaman bunlar hiç zor şeyler değil. Ayrıca Bodrum trafiği için de şunu söyleyeyim; aort damarı önemlidir, ama kılcal damarlar da en az o kadar önemlidir; Bodrum’un iç yollarının medeni bir şekilde, dokuya zarar vermeden trafiğe uyumlu hale getirilmesi lazım. İstanbul’u aslında hala biraz kurtaran o ara yollarıdır. Ama Bodrum’da ara yol var mı yok mu, o bile değil.
İlk kez Özal yaptı
Peki Bodrum şehir olmasın, ama “St. Tropez olsun” mu? Hani her şeyi bir kenara bıraksak bile, 15 kilometrekarelik bir yerin 650 kilometrekarelik bir yere örnek turizm modeli olarak gösterilmesi sizin kulağınıza nasıl geliyor? Herhalde bunu St. Tropez’yi bilmeyen insanlar söylüyor. Çünkü St. Tropez’yi bir görseler Bodrum’la hiç alakası olmadığını bilirler. Ayrıca ne varmış St. Tropez’de? Hiçbir Yunan adası St. Tropez olmak için çabalamıyor. Böyle bir iddiaları yok. Bir tek Mykonos’ları var, o da çok küçük bir ada. Bizim de 10 bin tane adamız olsa bir tanesinin Mykonos olmasını kabul ederdim. Hatta 10 tanesi bile olsun derdim. Ibiza’ya karşı... Büyük bir rekabet o, “Mykonos fucks Ibiza” diye tişört bile giyiyorlar. Biz de bir ufak noktamızı alırız, öyle bir destinasyon yapabiliriz. Bu bir plan ve proje meselesi. Ama mesele Mykonos yaratmak değil ki, yarattığın yere insanları getirebilmek. O insanların gelmek isteyeceği kültür ve yaşamı onlara sunabilmek. Dolayısıyla bu lafı “Bodrum, St. Tropez kadar zengin insanların geldiği bir destinasyon olsun” anlamında söylemeye çalışanlar varsa, o da bir hayal. Çünkü bizim buradaki maalesef sıkıntımız, dışarıya verdiğimiz imajın hala daha düzeltilememiş olması. Zaman zaman düzelen, zaman zaman bozulan bir imajımız var. Biz onu stabil bir hale getirmediğimiz sürece bu işi halledemeyiz. Dubai nasıl halletti? Çok mu güzel Dubai? Hayır, ama 40-50 senedir standartlarını koruduğu ve o güveni verdiği için halletti. Dubai insanlara, yatırımcılara, kuralların işleyişine güven veriyor. Yine mesela Porto Cervo, 40 yıldır Porto Cervo’dur... Oysa Sardunya adasının kuzeyinde Bodrum’un 10’da biri kadar bir yer. Orası da Ağa Han’ın bir projesi sonuçta, ama istikrar olunca tutuyor. Bir de herhalde destinasyon olarak seçtiğiniz yere önce bir saygı duymanız gerekiyor, ki en azından projeniz sürdürülebilir olsun... Yani Bodrum’un bütün tarihini, doğasını bozarsanız, peysajını, mimarisini başka yerlere benzetmeye kalkarsanız size niye gelsinler? Benim “proje meselesi” dediğim bu zaten. Bir kere önce varolanı koruyacaksınız. Özal bunu 1989’da yaptı: Özel Çevre Koruma Başkanlığı’nı kurdu, gazeteci danışmanı Can Pulak’ı da özel olarak görevlendirdi ve Gölbaşı’ndan Göçek’e kadar birçok yeri bu kapsama aldırarak bir nebze korunup, bugünlere getirilmesini sağladı. Bunu ilk defa Özal yaptı ve bizim şimdi yeniden böyle bir “ilk”e ihtiyacımız var.
Yeni plana kadar imar durmalı
Ama tabii Özal da Barcelona Sözleşmesi’nin koruma protokolüne imza attığı için zaten bunu yapmak zorundaydı... O kadar çok sözleşme var ki uygulanmayan. Mesela Paris Sözleşmesi var, ama kimse uymuyor. Orada bir irade göstermek lazım ve Özal bunu yaptı. Şimdi benzer bir iradeyi Ankara’nın göstermesi lazım. Bodrum, Çeşme, Marmaris, Fethiye, Kaş ve daha bazı yerler “acil koruma alanı” ilan edilmeli. Buralarda mevcut tüm imar planları iptal edilerek, yeni bir master plan hazırlanmalı. Çünkü bu ilçelerin bir Kuşadası’na dönüşmesini önlemek ülkemiz turizmine yapılacak en büyük hizmettir. Müthiş bir geri dönüşü olur. Evet, kısa vadeli gelir arttırma projeleri geçici çözümlere yardımcı olur, ancak köklü ve kalıcı çözüm üretmez. Oysa sadece Ege’yi korumanın 3. Köprü, Osmangazi köprüsü, 3. Havalimanı’nın tamamı kadar, hatta daha fazla bir ekonomik değer ortaya çıkaracağından benim hiç şüphem yok. Çok önemli bir şey söylediniz şimdi, ama hele de imarı durdurmak Bodrum için çok büyük bir proje... Büyük, ama yapması son derece basit. Yeter ki geçici olarak inşaat yapılamamasından dolayı hiçbir mülk sahibinin mağdur edilmeyeceğini onlara doğru bir şekilde anlatın. Mesela bir arsa eski imar planında olsaydı 10 liraydı, yeni imar planında 7 lira. O aradaki 3 lirayı devlet tazmin edecek, tıpkı karayolu ya da enerji projelerindeki kamulaştırma gibi… Bugüne kadar yapılmış yapılmış, bitti. Ama “Bundan sonra ne yapılırsa daha güzel, daha doğru olur”a bakıp arsa sahiplerinin eski imar planlarına göre uğramış oldukları zararları tazmin etmek devlet için o kadar büyük bir iş değil. Yalıkavak bu açıdan pilot bölge olabilir. Biliyorsunuz, Yalıkavak’ta imar planlarının tamamı bir süre önce iptal edildi, belediye şu an hiç kimseye ruhsat veremiyor. Bu aslında güzel bir fırsat. Bunu alıp kimseyi mağdur etmeden bütün Bodrum’a uygulayacaksınız. Bodrum’u bölge bölge yeniden planlayacaksınız. Ve önümüzdeki 30 yılda tüm yapılaşmayı bu plan kurallarına göre yapacaksınız. Böyle bir plan yaparken acaba turizm inşaat izinlerini de artık yüzde 30’lardan aşağıya mı çekmeli? Rakamlara hiç girmeyeceğim. Çünkü bu yüzde 30, yüzde 15 meselesi değil. Bunlar zaten master planı yaparken çözülür. Artık bir düğmeye bastığınızda tüm Bodrum’u parsel parsel içindeki ağaca kadar görebiliyorsunuz. Oturacaklar, parseline göre orayı incitmeden, arsa sahiplerine bir zarar söz konusuysa onu başka yerden telafi ederek bir plan yapacaklar. Arsa vardır oraya yüzde 30 yapılaşma mümkündür, ama arsa vardır devlet sanki yüzde 30 inşaat yapılıyormuş gibi orayı satın alır. Zor işler değil bunlar.
Bodrum paramparça olacak
Sınırlama getirilmesini şunun için söyledim: Norveç Varlık Fonu gibi, BlackRock gibi dünyanın en büyük fon kuruluşları bile artık çevreye zarar veren şirketlere yatırım yapmayacağız dedi. Ama biz sürekli daha fazla betonlaşma izni veriyoruz. Yani Bodrum’da bu betonlaşma yaşanırken aslında çoğunun yasadışı bir şey yaptığı yok, herkes kendine verilen hakkı kullanıyor... Evet, ama o haklar verilirken ağaç kesmenin etkileri, iklim değerlerinin bozulması, karbon salınımı... Hiç bunlara dikkat edilmemiş ki. Şimdi bu haklar yeniden revize edilirken, bunlara dikkat edilmesi gerekiyor. O yüzden mutlaka yeni bir master plan yapılmalı diyorum. Mesela marina yapmak isteyen adamın işi kolaylaştırılıyor Bodrum’da. Niye? Bunun sebebinin olması lazım. Çok tekne var denecek, okey tamam, ama herkes her istediği yere marina yapamamalı. Ya da balık çiftliği... O işten 1 milyar dolarlık ihracat elde ediliyor, ama senin de bunu burada yapmayacaksın şurada yapacaksın diyecek bir planın olmalı. Bodrum’da her şey gelişigüzel dağıtılmış, gelişigüzel verilmiş. Bunların acilen yeniden düzenlenmesi şart. Çünkü Bodrum’a büyük bir hücum var. Peki hücumun olduğu yerin bozulmamasına imkan var mı?Bu hücumu bir işadamı olarak görebiliyorsunuz... Görüyorum tabii. Çünkü burada inanılmaz bir gelir açlığı var. Herkes para kazanmak istiyor burada. Hem de “çok” kazanmak istiyor. Hele bu Covid’den dolayı yerli turizmin buraya kayması, evlerin fiyatlarının inanılmaz artması insanların kollarını sıvamasına neden oldu. “Ne işimiz var bizim İstanbul’da artık” diyorlar, "İstanbul’dan daha zengin bir yer var. Bodrum’da para kazanmak daha iyi.” O zaman ne olacak? Sonuçta kapitalin çözemeyeceği sorun yok. Burası kapitalizmin vahşi bir alanı haline dönüşecek. Paramparça edecekler burayı. Böyle giderse gerçekten paramparça olacak Bodrum. Yalnız şimdi sizin için de “Hücum var diyorsunuz, ama siz de gelmişsiniz” diyen çıkabilir?.. Ben sadece 36 villanın bulunduğu, 5 yıldız işletme ruhsatına sahip bir otel yaptım. Çok da örnek bir tesis yaptığıma inanıyorum ve tam da bu nedenle bunları rahatça söyleyebilecek hakkı kendimde görüyorum. Turizm tesislerini yaparken elbetteki karlılığı düşüneceğiz, ama bu çevreye, doğaya, bölgede yaşamını sürdürenlere kısacası her şeye rağmen olan bir yapılaşma şeklinde olmamalı. Peki acaba bunları söyleme noktasına nasıl geldiniz; açıkçası biraz şaşırttınız beni... Ben her zaman bildiği konuda düşündüğünü söyleyebilen biri olmuşumdur. Biraz Bodrum’u öğrenmiş olmak da bana bugün Bodrum hakkında konuşma imkanı veriyor. Bir sene önce böyle konuşamazdım, çünkü bilgim yoktu. Ama şimdi biraz malumatım var. Hatta hala tam yetkili değilim konuşmaya, ama bu kadarını söyleyecek durumdayım; Bodrum hakikaten korunmalı. Bodrum vahşi kapitalizmin ilgi alanına girdi ve karlılık birinci planda olmaya başladı. Bir sahil kasabası için en büyük tehlike karlılığın birinci plana geçmesidir. Bunu mutlaka kurallara bağlamamız lazım. Kuralsız olmaz.
Devlet en büyük regülatördür
Yani aslında siz bir kapital sahibi olarak sisteme diyorsunuz ki “beni sınırla”? “Tanımla” diyorum, regülasyonlarla güncelle diyorum… Aksi halde Bodrum’u kaybediyoruz... Burada mesele sadece yasaklar koyarak sınırlamak değil, çünkü o zaman siz iş dünyasını sınırla derseniz ben de basını sınırla derim ve o işin sonu gelmez. Burada önemli olan herkesin yasağı “tarifleyebilmesi” lazım. O yasakların mantıklı olması lazım. O zaman herkes uyar. İnsanların önüne bir sınırlama getirildiği zaman “Bu ne büyük bir saçmalık” dememesi lazım. Herkes için kurallı yaşam ve sınırlarının belirlenmesi kadar güzel bir şey var mı? Gençler niçin yurtdışına gidiyor sanıyorsunuz; daha fazla özgürlük için mi? Hayır, asıl kurallı yaşamak için. Çünkü kuralın olduğu yerde geleceğe güven vardır. Elbette insanlar hep yetmez, yetmez, yetmez diyecek, hep daha fazlasını isteyecek. Devlet o noktada bakacak, senin istediğin hak ve özgürlükler diğerinin yaşam hakkını rahatsız ediyor mu? Etmiyor; o zaman verecek. Yok, bir tehdit oluşturuyorsa da vermeyecek. Bütün bunlar nedir? Regülasyondur. Devlet en büyük regülatördür, devlet müdahale etmez, ama regüle eder. Ayarlayıcıdır.Prof. Dr. Daron Acemoğlu’nun söylediği gibi mi? Amerikalı işadamları “Artık daha geniş kitlelerin çıkarlarını dikkate almalıyız” dediğinde Acemoğlu da “Doğru, ama bunu şirketlerin insafına bırakamayız, net yasalar getirilmeli” dedi. Bakın dünyada bundan sonra ne yaparsanız yapın içine çevreyi, iklimi koyarak yapmanız gerekiyor. Her şey değişti çünkü artık. Eskiden Paris anlaşması diye bir şey yoktu, ama şimdi böyle bir anlaşmaya imza atmışız. O zaman bizim de her şeyi güncellememiz lazım. Bu master planlar o anlaşmanın alt açılımları. Belki şimdi bana “Bodrum’un zaten bir planı var” diyenler çıkacaktır, ama o master plan dedikleri imar planı. O öyle değil işte. Bizim günümüz koşullarına göre uyarlanmış, nüfusun doğru hesaplandığı, iklimin ve çevrenin düşünüldüğü, Bodrum’un altyapısının mükemmele yakın yol, su ve kanalizasyonla ihya edileceği yeni bir plan yapmamız gerekiyor. Bunun yapılabilmesi için de tekrar söylüyorum, Bodrum acil koruma altına alınmalı. “Save Bodrum”; bizim bundan sonra en çok duymamız gereken söz bu olmalı.
Zengin adamla Meksikalı balıkçının hikayesi gerçek oldu
Bodrum Loft 5 yıldızlı bir otel, ama oda olarak satmıyorsunuz; nasıl bir sistem kurdunuz burada? Otelle site yaşamı arasında yeni bir model bu. Diğer otellerde hem oda hem villa vardır, bizde ise sadece villa var, hiç oda yok. Ve onları da short term lets veya mid term lets şeklinde veriyoruz. Yani en kısa 4 ila 6 ay, en uzun 5 yıllık. Henüz Bodrum’da ve Türkiye’de böyle bir sistem yok. Çünkü karlı değil, günlük oda olarak işletsem kesinlikle daha fazla para kazanarım. Mesela benim şimdi ev başı ortalamam, en küçük evin 2+1 olduğunu düşünürsek 160-170 euroya geliyor. Halbuki bizim seviyedeki otellere gittiğiniz zaman 500-600 euronun altında oda bulamazsınız. O zaman niye yaptınız bunu? Çünkü başından beri böyle olmasını kurguladım. Ben 50 yaşından sonra İngilizce öğrenmeye kalktığım için uzun sürelerle, sık sık Londra’da yaşadım. Ve her Londra’ya gittiğimde otel yerine “serviced apertments” denilen yerlerde kaldım: 3 artı 1 daireler, içinde her şey var, sizi rahatsız eden bir otel ortamı yok ve kapıda her derdinize koşan bir resepsiyon duruyor. Yani hem otelde hem evinde gibisin; bayıldım bu sisteme. Ve Bodrum Loft’u sevdiğiniz bu fikri deneme yeri olarak gördünüz? Evet, deneme yeri oldu. İnsanlar da bunu sevdi. Üst segmente göre fiyatı da makul seviyede tutunca sistem oturdu. Talep varsa, hele de pandemi zamanı neden makul seviyede tutuyorsunuz? Çünkü karşımdaki adam da hesap adamı, o da bir hesap yapıyor. Mesela diyor ki, ben böyle bir eve 3 milyon euro vereceğime bankaya koyarım, yüzde 5 faiz alsam, 150 bin euro eder. Yarısını yerim, yarısını da buradan 6 ay ev tutarım diyor. Üstelik hiçbir aidat, fatura vs ile uğraşmam... Şimdi ben o fiyatı 75 bin yerine 150 bin euro yaparsam, o zaman düşünmeye başlar. Gerçi hiçbir 3 milyon euro evin değeri bu şartlarda 4 milyon euro olmuyor, ama sizin bu hesapların hepsine cevap verecek bir fiyat politikanızın olması lazım. Ben mesela öyle bir fiyat politikası yaptım ki kimse 4 ay tutmadı, herkes 6 ay tuttu. O iki ayı kimse feda etmedi. Çünkü bir de şöyle bir şey yaptım: Alt opsiyonlama fırsatı. O da mı yeni bir sistem? Dünyada bilenen bir sistem, ama burada yeni tabii. Diyelim ki, 2+1 bir evi altı aylığına tuttunuz, 65 bin euro verdiniz, evin hakkı sizin. Mayısta, haziranda gelemediniz. O iki ayda İngilizler geldi buraya diyelim. Eğer isterseniz biz evi sizin adınıza opsiyonluyoruz. Yüzde 15’ini biz alıyoruz, yüzde 85’ini size veriyoruz. İnsanlar bayıldı bu sisteme. Ayrıca onlara kazandırmak bizim de hoşumuza gidiyor. Çünkü bizim önceliğimiz buranın kendini ispat etmesi. Benim buradaki ev sahiplerine önce bu sistemin çalıştığını göstermem lazım.Sizin bir numaralı iddianız bu aslında? Kesinlikle. “Neden altı ay”ın cevabı burada yatıyor çünkü. Sen ekimde gelmeyebilirsin, ama ekimde buraya gelenler oluyor. Hele temmuz- ağustosta bir 15 günlüğüne verirseniz 65 bin euronun belki yarısını çıkarmış oluyorsunuz. Ama bunu çalıştırabilmemiz lazım. Eğer insanlar buradan verim aldıklarını görürlerse aldanmadıklarını da görecekler. Çünkü alıcı psikolojisindeki en önemli şey odur. Aldanmadığını göreceksin. Paranın karşılığını aldığına ikna olacaksın. Sizden opsiyonlayıp daha pahalıya satmaya kalkan olabilir mi? Satış fiyatlarını biz belirliyoruz. Bunu da baştan ilan ediyoruz. Öyle bir spekülasyona fırsat veremeyiz.
İstanbul Bodrum’u keşfediyor
Siz sadece TAV’ı 2.4 milyar dolara sattınız, değil mi? Doğru, bugüne kadar da toplamda 10 milyar dolarlık özelleştirme yaptım, yani o kadar aldım- sattım-bankaya borç ödedim. Peki böyle büyük hacimli işler yapmış biri olarak bu 65 bin eurolar sizi neden bu kadar meşgul ve mutlu ediyor? Zamanla yaşam tarzın değişiyor. Tam işte o zengin adamla Meksikalı balıkçının hikayesi durumu... Her işadamının geleceği nokta budur, diyebiliyor muyuz? İş hayatından başka hayatı da olan insanların geleceği nokta, evet budur. Ama hiç başka bir hayat kurmamışsan, zevk aldığın başka hiçbir uğraşın yoksa o zaman tabii emeklilik diye bir şey yok. Çünkü çok sıkılır, çok bunalırsın. Ben bunu “stresli çalışma ortamından keyifli çalışma ortamına geçmek” diye tanımlıyorum. Yoksa ben yine çalışıyorum, işten tamamen kopmuş değilim. Ama eskisi kadar stres yapmıyorum, karnıma ağrılar girmiyor. Önceliğim yine iş tabii, ama eskiden ailemin de önündeydi, şimdi ailemin önünde değil. Belirli bir yaşa ve olgunluğa gelince bunları fark edip, kendi içinde ufak bir evrim geçiriyorsun. Bir tek değişmeyen delilerle ölüler işte... Pandeminin etkisi olmuş mudur? Kesinlikle oldu. Pandemiden dolayı geçen yıl buraya bir geldim, geliş o geliş. Doğrusu ben bu işte bu kadar dominant olacağımı hiç düşünmemiştim. 22 tane otelim var benim. Hiçbiri hayatımı değiştirmedi. KKTC’nin en güzel otellerinden bir tanesi benim, ama belki beş yıldır kapısından bile içeri girmedim. “Bodrum faktörü”? Asıl önemlisi bu zaten. Pandemiyi burada yaşamakla hem yeni bir iş sahibi oldum hem de Bodrum’u tanıma fırsatı buldum. Bodrum’u keşfettim ve işten ziyade bizim hayatımızda en büyük kazanç da bu oldu. Çünkü geriye dönüp baktığımda Bodrum’a her sene gelmişim, ama ben hiç bilmiyormuşum Bodrum’u... Ne otlarını ne sarı yazını ne Pedasa’yı... Mesela farkındalık Bodrum’da çok yüksek. Burada güçlü bir entelektüel çevre var, uzun zamandır Bodrum’da yaşayan, burayı düşünen insanlar var. Bodrum’da ciddi bir sivil toplum oluşuyor ve bu güzel bir şey. Bunların hepsini çok kıymetli buluyorum. Aynı keşfetme halini etrafınızdaki işadamlarında da gözlemliyor musunuz? Tabii, herkes aşağı yukarı aynı pozisyonda. Erol Tabancası’ndan Bülent Eczacıbaşı’na, Mehmet Ali Yalçındağ’ı, Atilla Türkmen’i... Hepsi kışı burada beraber geçirdiğimiz arkadaşlar... Bütün İstanbul bence son iki yıldır Bodrum’u yeniden keşfediyor. Bence Bodrum bundan sonra daha çok tartışılacak, daha çok konuşulacak, göreceksiniz...
Turizm izniyle konut inşaatı yapılıyor
Bu araziyi 1997’de almanıza rağmen inşaata 2017’de başlamışsınız? Çünkü 1. Dereceden SİT alanıydı burası. 2. dereceye geçmesini bekledik ve ancak bu kadarını yapabildik. Ne kadar alan kullandınız? 18 bin metrekare iznimiz vardı, ama 14 bin metrekare kullandık. Çünkü ya daha fazla ağaç kesmek zorundaydık ya da binaların üzerine bir kat daha çıkacaktık. İkisi de bize doğru gelmediği için daha az inşaat yapmaya Turizm Bakanlığını ikna ettik. İkna ettiniz? Tabii, çünkü Turizm Bakanlığı bize burayı verirken “Bu kadar oda yapacaksın” diye veriyor. Sonuçta Bakanlık da oda sayısı üzerinden bir pay alıyor. Ama anlatınca ikna oldular. Aslında Bodrum’da hangi arsaya elinizi atsanız zaten turizm alanı değil mi? Bodrum’un bir numaralı sorunlarından biri bu. İmar planları yapılırken bütün deniz kenarındaki alanların tamamına yakını turizm alanı olarak belirlenmiş. Halbuki bunun bir master plan içinde miks yapılması gerekirdi. Birbirlerine sinerji yaratacak şekilde konut da yapılır turizm tesisi de. Bunun bir matematiği var. O matematiği hiç göz önünde bulundurmadan denizin kenarında olan her arsaya turizm alanı derseniz o zaman millet arkadan dolanmaya çalışıyor, bu oyunu bozmaya çalışıyor ve bozuyorlar da... Şimdi bütün millet turizm imar planlarını konuta çevirmeye çalışıyor. Böylelikle turizm alanına tanınan fazla inşaat yapabilme izni otomatikman konuta çevrilmiş oluyor. “Sadece otel yaparsan 10 bin metrekare inşaat yapabilirsin, konut olursa ancak 5 bin metrekare” denilen yere 10 bin metrekare konut yapılıyor. Bu da en başta Bodrum’un yapısını bozuyor. Siz de kıyıda bir iskele sorunuz yaşadınız burada, o neydi? Ben öyle betondan marina falan yapmadım, ahşap iskele koydum. Kumsalım olsa onu da koymazdım, ama yüzde 50 eğimli bir arazi ve kıyımızın tamamı kayalık. İskele yapmak zorundayım. Yok yine de yapmamam gerekiyorsa o zaman da buraya turizm tesisi izni verilmemeli. Neyse, sonunda Bakanlığa derdimizi anlatabildik ve sorun çözüldü, ama benim bir master plan hazırlanmalı dememin küçük bir örneği de bu işte.
Çalışan sayısında planım tutmadı
Yeni bir model deniyorsunuz burada, baştan düşünüp, ama öyle olmadığını gördüğünüz ne var? Ben buranın daha az masraflı, daha iyi gelirli, efektif bir yer olacağını düşündüm. Daha az insanla yaparım diye planladım. Fakat üç restoran gelince sayı çoğaldı, 200 kişiyi bulduk. Yoksa normalde 30-40 kişiyle çevirebilmem lazımdı. Otelin içine marka lokantaları getirme fikri nasıl gelişti? Maça Kızı olmayınca geçen yıl bir ay içinde oteli yetiştirmek zorunda kaldım. Bizim Karaköy’deki lokantamız Mürver’e “Haydi atlayıp siz gelin” dedim. Onlar burada “Loft Elia” oldu. Sonra baktık bizim koya çok sayıda tekne geliyor ve talep var, kıyıya yakın “beyaz örtülü masalar” yapalım dedik. Oraya da Papermoon geldi. Papermoon olunca Sunset’i ikna ettim. İkisi de İstanbul’dan ilk kez çıkmış oldular. Sonra Vakko Patisserie geldi. Markalar olunca diğer oteller de bu işe uyandılar. Çünkü sadece otel müşterisine değil, rezervasyon yaptıran herkese açık bu lokantalar. Dolayısıyla “Aa Papermoon bile buraya geldiğine göre diğerleri de gelir” diye onlar da arayışa girdiler. Böylece güzel bir İstanbul-Bodrum kaynaşması oldu. Çok dolu oluyor mu? Son günlerde hatta biraz fazla dolu olmaya başladı, onu seyreltmemiz lazım. O kadar kalabalık mekanlar istemiyoruz biz. Zaten villalarda tam bir mutfak olduğu için çoğu otel misafirimiz kendi evinde yemeyi tercih ediyor. Genel olarak sakin bir yer burası ve öyle kalmalıyız.
İki ay boyunca, 15 sanatçı 28 eser...
Bodrum Loft’ta 19 Temmuz’da bir açık hava heykel sergisi açılacak; adı Loft Art Sculptville. Sergiyle ilgili bilgileri Akfen Holding’in Yönetim Kurulu Üyesi Pelin Akın Özalp’ten aldık: Birincisi en baştan niye böyle bir sergi yapma ihtiyacı duydunuz diye sorayım? Eğer otelin tanıtımı için mi demek istiyorsanız, şu an öyle bir şeye hiç ihtiyaç yok. Bırakın bu yılı, önümüzdeki yıl bile doluyuz. Bize bunu yaptıran tamamen mekanın kendisi. Doğası ve mimariözellikleriyle o kadar sanat eseri gibi bir yer ki burası, sizi böyle bir etkinlik yapmaya çağırıyor. Bu yüzden zaten daha geçen yıl açılır açılmaz genç sanatçıların eserlerini sergiledik. Şimdi bu yıl da önemli heykeltıraşların eserlerini sergileyeceğiz ve her yıl yeni bir sergi yapacağız.Sergiyi Bodrumlulara açmak fikri niye? Çünkü biz buranın bir sanat köyü olmasını istiyoruz. Bu güzel eserleri sadece biz veya otel konuklarımız görsün diye buraya getirmemiz çok yazık olur. Bodrum’daki tüm sanatseverler gelip görmeli. Peki katılmak isteyenlerin ne yapması gerekiyor?https://www.bodrumloft.com.tr/loftart/sculptviller adresinden gün ve saat seçmeleri gerekiyor. Çünkü sergi 5-6 kişilik gruplar halinde gezilebilecek ve isteyenlere Sevil Dolmacı’nın ekibinden bir rehber eşlik edecek. Ama ben yalnız gezmek istiyorum diyenler için de aplikasyon hazırladık. Onu indirdiğiniz takdirde heykellerin bulunduğu yerleri haritadan kendiniz keşfedebileceksiniz. Bir tür “heykel avı” gibi olacak, çünkü hepsi birbirinden farklı yerlerde. Biri bir ağaçtan destek almış, biri kayanın üzerinde, biri bir bahçenin içinde... Aplikasyonda da o heykelin üzerini tıklayınca eser ve sanatçı hakkında bilgiler okuyacaksınız.Neler var sergide? Serginin hazırlanmasını Sevil Dolmacı Art Gallery üstlendi. Buradaki alanı bir açık hava heykel parkı olarak kullandı ve bu Türkiye’de ilk kez yapılıyor. Türkiye ve dünyadan 15 sanatçının 28 farklı enstalasyon ve heykelleri var. Mesela Güney Koreli heykeltıraş Seo Young Deok’un Meditation serisi olacak. Kolombiyalı sanatçı Rafael Gomezbarros’un Londra Saatchi Gallery’de de uzun süre sergilenen karınca enstalasyonları... Heykeltıraş Ozan Oganer’in dantel oyasından heykeli... Yine Genco Gülan, Bahadır Çolak, Fırat Engin’in eserleri... Çok güzel bir sergi hazırlandı ve iki ay boyunca bütün sanatseverleri bekliyoruz.Hamdi Akın: Bu noktada ben de bir şey söylemek istiyorum, bakın Bodrum çok ciddi sanat yatırımı alıyor. Bunu çok net gözlemliyorum. O yüzden iddia ediyorum, 5-10 yıl içinde Bodrum sanat konusunda çok önemli bir merkez olacak. Tabii yine Bodrum’u koruyabilirsek...
Havaalanlarında neden daha çok ödüyoruz?
TAV’ı sattınız ama yine de sizi bulmuşken sormak istiyorum: Havaalanlarında neden bu kadar astronomik fiyatlara kahve içiyoruz, simit yiyoruz, bir hamburger mönüsü 100 TL’den fazla? Devlet mi havaalanı işletmecisinden fahiş kira alıyor, işletmeci dükkan sahiplerinden mi, dükkan sahipleri yolculardan mı? Şimdi birincisi uçakla seyahat gelir düzeyi en fazla yüksek insanların kullandığı bir ulaşım yoludur. Dolayısıyla buraları yap-işlet-devrete dönüştürdüğün andan itibaren artık karlılık ve yapılabilirlik hesabı ön plana çıkar. Yani devlet diyor ki sen burayı yap, ama burayı yapmak için ne kadar para yatıracaksın? Atıyorum 500 milyon dolar. Tamam bunun karşılığında 50 bin metrekare kiralanabilir alan yapabilirsin ve buralarda da şunları satabilirsin diyor. Bunları tanımlıyor. Orada bir tek şey var, liberal ekonomi gereği satış fiyatına herhangi bir cap getiremiyor. Peki sen burada neye göre hesap yapıyorsun? İlk düşündüğün şey burada ben ne ciro yapabilirim? Bir kruvasanı kaça satabilirim? Bunu herkese soruyorum: Sen malını burada kaça satabilirsin ve bana ne kira ödersin? Ben mesela 10 lira diyorum, birisi 8 liraya satabilirim diyor, bir tanesi 15 liraya satabilirim diyor. Herkes ona göre bir gelir hesabı yapıyor. O gelir hesabına göre devlete diyoruz ki biz sana bunu şu kadar sene içinde çevirecek şekilde bu alanı teslim ederiz ve o rakamlar üzerinden böyle bir ihale, böyle bir yarışma oluyor. Siz de ihaleyi alacak en iyi rakamı verebilmek için mallara yüksek fiyat belirliyorsunuz... Bravo, havalanlarında devlet garantisi çok limitli olduğu için mekanizma aynen böyle çalışıyor. -Bu da bizden çıkıyor? “Kullanan”dan çıkıyor, herkesten değil. Ama köprülerde, yollarda kullanmayandan da çıkıyor. İkisinin arasındaki fark o, onu ayırmak gerekiyor. “Anadolu’nun her yerine Türkiye’yi biz uçuruyoruz” diye övünülen zamanlarda aslında ihalenin faturasını yine yolcudan çıkarmak çelişki değil mi? Doğru, hükümetin eleştirisi böyle yapılabilir. Diyebilirsiniz ki, sen burayı niye yap işlet devretle yapıyorsun, kendin yap.Peki işletmeye ne diyeceğiz burada? Beni en az bir saat önceden havaalanında olmaya mecbur ediyorsun, sonra da iki katı fiyatlar istiyorsun? Bu bütün dünyada böyle. Türkiye, dünya havalimanlarından daha pahalı olamaz. İster istemez olmaz çünkü rekabet var. Bütün havalimanları birbirini kontrol eder. Ama tabii burada da alım gücüyle ilgili bir problem var, o başka bir konu.