Anlatmaya ortasından başlayalım: Yıl 1977. 40 yaşlarında, son derece zarif, vizyon sahibi bir kadın yerleşir Bodrum’a: Ayla Emiroğlu. Kumbahçe’de Çarşı içinde Kaptan Deli İbram’ın pansiyonunu kiralar. Burası çok küçük, tuvaleti bile ortak bir pansiyondur, ama içeri girdiğiniz anda Ayla Hanım farkı hemen hissedilir. Ayla Hanım, nasıl derler, “savoir-faire” bir insandır; hani sosyal ortamlarda neyi ne zaman söyleyeceğini bilme yeteneğine sahip, “yapabilme” becerisi olan, hep nazik, hep güleryüzlü ve ama hep de mesafeli. Herkes etkilenir bu havadan; Füreya, Mick Jagger, Nureyev, Zühdi Müridoğlu, İlhan Berk dahil. Pansiyonunun adı bile diğerlerinden başkadır: Maça Kızı! Aslında Maça Kızı, Ayla Emiroğlu’nun lakabıdır. İsim babası da Bodrum’un Sorbonne’lu Fransızca Hocası Mustafa Himmetoğlu. Onun lakabı ve Azmakbaşı’ndaki lokantasının adı da ağzından hiç düşürmediği “Hey Yavrum Hey!”dir. Hey Yavrum Hey Mustafa, bir gün hep beraber iskambil oynarlarken karşısında oturan kapkara kıvırcık saçlı, kapkara gözlü Emiroğlu’na bakar, “Sen bu kağıtlardaki maça kızına benziyorsun” der. Bütün arkadaşları onaylar ve artık Ayla Hanım’ın adı Maça Kızı olur.
İlk beach club Torba'da açılır
Maça Kızı, beş yıl sonra Gümbet’e geçer. Aynı yıllarda oğlu Sahir Erozan, Amerika’da restoran işinde çok başarılı olmuş, kendi açtığı ve daha çok yuppie’lerle genç politikacıların tercih ettiği Washington Cities’i yönetiyordur. Dedesi ünlü şair Celal Sahir Erozan, babası öğretim görevlisi bir mühendis, amcası John Hopkins’de tanınmış bir profesör, halası Cumhuriyet’in Berin Nadi’si olan Sahir Erozan, ayrıca Clinton’ların aile dostu olmasıyla da dikkat çekmiş bir isimdir. Maça Kızı üç yıl sonra Gümbet’i devreder ve bir süre oğlunun yanına Washington’a gider. Tabii “her gelenin aklını bırakıp gittiği” gibi Maça Kızı’nın da çok geçmeden Bodrum özlemi ağır basar. Ama bu kez hedefi pansiyonculuk değil, daha önce Bodrum’da hiç denenmemiş bir konsepttir: Bütün bir yaz müptelası olunacak, konforlu, neşeli, güzel yemeli içmeli bir plaj kulübü… Kararını verip 80’lerin ortasında Bodrum’un ilk “Beach Club”ını Torba’da açar. O ne açış! Artık Bodrum sahillerinde özellikle turistler için yerel tatlarla kalitenin birleştiği yeni bir “plajda yaşam” tarzı başlar. Bu tarza oğlu da destek verir. Bu kez 90’ların başında Gölköy’de yeni bir beach club açıp Maça Kızı ve Oğlu buraya da imzalarını atarlar. Çıtayı her gittikleri yerde bir öncekine göre öyle yükseltirler ki, en son Maça Kızı’nı Türkiye gündemine sokacak kadar olay yaratan “Türkbükü devri” başlar. Yıl 1999.Tek lokanta Günay'ın kahvesiydi
Şimdi burada biraz durup, en başa gidelim: Güllük’ün Mandalya Körfezi; Gölköy’ün Karianda, Türkbükü’nün Madnasa olduğu Antik çağdan biraz sonrasına… 1960’lı yıllara… Bodrum Yarımadası’nın yıldızında, poyraza doğru uzanan bu bölgesi zaten o aradaki dönemde neredeyse yok hükmündedir. Hatta yazar Özdemir İnce’nin* tabiriyle Türkbükü, 1965-75 yılları arasında “Bodrum’un Hakkarisi”dir. Kimsenin yolunu bile bilmediği, ancak kiralık ciplerle Yalıkavak’a doğru giderken Gölköy’ü görüp de girerseniz ve inat edip aracınızı tangur tungur yollarda koyun bitimine kadar sürerseniz karşınıza çıkan bir mahrumiyet bölgesidir… Tepede bir iki değirmen, bir iki de metruk ev… Sahilde Günay’ın kahvesinde nefis dil balığı yenir, ama başkaca da ne bir lokanta ne elektrik ne su bulunur. Bundan taa 45 yıl önce “Aman canım Bodrum da çok kalabalık oldu” diyenler keşfeder Türkbükü’nü. Kimlerdir ilk kaşifleri: Özdemir İnce, gazeteci Semih Yazıcıoğlu, Leyla Vekilli, felsefeci Selahattin Hilav, yazar Aziz Çalışlar, Demirhan Genez ve Öngüt aileleri. Onların ardından Fransız düşünür Jean-Michel Foucault, Faslı şair Muhammed Hayreddin’in eşi Annie, Prof. Mümtaz Soysal, Prof. Sina Akşin, sanatçı Mücap Ofluoğlu ve Ayla Algan gelir. Foucault, İnce’ye “Sen de buradan bir yer al” diye ısrar eder ama İnce “Yok” der, “Ciplerin bile çıkmaya zorlandığı böyle bir yere yatırım yapmak delilik”… (*) Yaşam iptidaidir, ama çok güzeldir Türkbükü… Gelen yazarların, sanatçıların, akademisyenlerin kalabalıklardan sakındıkları, sakladıkları, dünyaca ünlü entelektüellerin kimseler bilmeden gelip kafalarını dinledikleri, yenilendikleri bir huzur cennetidir.Maça kızı ve oğlu
Tabii Bodrum’da turizmin gelişmesine paralel burası da yavaş yavaş büyümeye başlar, ama hala bir Çarşı değildir. 1982’de yazar çizerlerin müdavimi olduğu Eda Pansiyon açılır. Sonra 1986’da Türkbükü’nün ilk cafe-barı gelir; Ship Ahoy (Viking selamı)… Özellikle ilk dönemlerinde yaratıcı ruh taşıyan insanların toplandığı, romantik bir mekandır burası. Ve hızla yenileri eklenir; "Safiye'nin yeri”, Mey, Palmira Otel, Granca Kulüp, Ada Otel… Artık Gölköy ve Türkbükü’nün birleşmesiyle adı Göltürkbükü olur, ancak hemen herkes Türkbükü demeye devam eder. Belli bir çekim başlamıştır Türkbükü’ne ama henüz sayfa manşetlerine çıkmamıştır. Ta ki Maça Kızı gelene kadar. Maça Kızı ve Oğlu’nun 99’da Türkbükü’ne getirdiği yüksek standart birden sosyetenin ve tabii medyanın ilgisini çeker. Eda Taşpınar’ın da kendini UV ışınlarına siper etmesiyle birlikte Türkbükü bir beach clup cenneti, beach clup da bir Türk kültürü haline gelir. Bodrum’un eli incir, balık kokan yerlileri bile artık her koyda bir “beach” açmaya başlar. Paparazzilik müessesesi ise adeta altın çağını yaşıyordur.Ah o hesap pusulası...
Sadece magazincileri, onların peşine takılıp gelen Sicilyan grupları değil, cemiyet dünyasının en seçkin insanlarını da bir mıknatıs gibi Bodrum’dan çekip kendi ayağına getirir Türkbükü… O “Bodrum’un Hakkarisi” denilen bakir koy gider, yerine adeta “Bodrum’un Ferrarisi” gelir.