23 Aralık 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
10.12.2021 04:30

Kışın sonu bahardır, evet, öyledir!

Meselemiz o baharın derhal buraya gelmesi ise toplumun sıkıntısını doğru siyasal bir söyleme tercüme edecek bir sözcük dağarcığına ihtiyacımız var. Dev kutuplaşmanın önüne geçecek ve yarayı da tedaviyi de ortaklaştıracak bir kavram. Tek bir sözcük hakkım olsa, ben onuru öneririm

Sabahın bir ânı var. Sanki ışık, karanlığı ağır ağır dağıtmamış da gün aniden ağarmış sanırsın. Birdenbire öyle aydınlık olur ki hiç gece olmamış gibi gelir insana. Bahar da öyle, sanki bir anda gelir. Bir gün mesela, öğle saatinde bakmışsın aniden bahar olmuş. “Bu kurt bu kışı çıkarır ama yediği ayazı unutmaz” dediğin uzun kış geçer ve -insansın nihayetinde- hakikaten de unutursun. Bakma sen, unutmayacağız deyip durmamıza, insanoğlu/insankızı unutmak ister ve ancak unutarak yaşar. Sabahları yataktan zerre kalkmak istemiyorsan, şu kadarcık bile neşen yoksa artık, bunu hatırla. Biliyorum, yoksuluz ve gecelerimiz -şiirdekinin aksine- çok uzun. Dörtnala sevişmek biriken faturalar arasında kaybolmuş eski bir hatıra.  “Şimdi Brexit’i hatırlayın ve o sürecin yirmi yıl boyunca aralıksız sürdüğünü düşünün. Türkiye işte bunu yaşadı” dedim New Statesman dergisiyle röportaj yaparken. “Beyefendi diyeceksiniz” demeye getirdim. Trump macerasını sadece dört yıl yaşayan sözüm ona dünyanın en güçlü demokrasisi Amerika Birleşik Devletleri bir palyaçodan kurtulmak için bütün gücünü birleştirmek zorunda kaldı. Ve hala Beyaz Saray’daki kabusların ana konusu bu portakal rengi zübük. Kolay değil yani. Bir kış ayazı değil yani, yirmi yılın ayazı. Tek baharda da unutulmaz, o kadar da basit değil. Böyle diyebilirsin de maalesef öyle değil. 

Duygu politikası

Hindistan’ın Tamil Nadu eyaletinin ekonomi bakanı Palanivel Thiagarajan, ben, Hindistan’ın muhalefet liderlerinden Prof. Manoj Kumar, paneldeyiz geçen hafta. (Bir politik çizgi roman karakteri olarak yaşadığım saçma ve komik maceraları yazacağım bir gün.) Prof. Kumar benim kitabı Hindistan parlamentosunda okudu geçen yıl, o sebepten manasız bir şekilde Hindistan konuşuyorum bir cumartesi sabahı. Hasılı konu, Hindistan’ın Türkiye kadar iyi bildiği siyasi ve ahlaki çılgınlıktan nasıl çıkacağı meselesine geldi. Dedim, “Artık eşitsizliğe dair gerçekler veya veriler, kitleleri kendi çıkarları doğrultusunda seçimler yapmak için ikna etmiyor. Sağcıların ve otoriter liderlerin mükemmelen yaptığı duygu politikası işini hiç küçümsemeyelim ve bizim bu konudaki sözümüz nedir, bunu düşünelim.” Sonraki yarım saat bu konu tartışıldı.  Fakat misal, İrlanda Finans Bakanı Paschal Donohoe bana tam katılmıyor o konuda. Biliyorum, çünkü kendisi bunun “kaygan bir zemin” olduğunu söyledi bana. Nihayetinde olay İrlanda’da geçiyor, İtalya’da değil tabii. Ama İtalya’da “toplumun en kötü üyeleri tarafından temsil edilmenin utancından kaynaklı yorgunluğu” dediğimde ve bunun duygu politikasının bir parçası olması gerektiğini söylediğimde herkes şıp diye anlıyor ne demek istediğimi. Çünkü neden? Çünkü Berlusconi, çünkü onların da yirmi yıldır yediği kış ayazı. Ama Roger Waters “Ben anlamıyorum bu duygu politikası nasıl değiştirecek dünyayı” diyor, azarlar gibi konuşup direniş, eylem diye devam ediyor. Öte yandan Ed Miliband, İngiltere İşçi Partisi eski lideri ise toplumları yerle bir eden ve otoriter rejimlerin beslendiği kutuplaşmaya karşı benim ilerici duygu politikası önerimi ilham verici buluyor.  Ezcümle, dünyanın çeşitli yerlerinden konuştuğum, yeterince kış ayazı yemiş kurtlar ilerici bir duygu politikası üzerine -öyle ya da böyle- düşünüyor. Öyle ise biz de düşünelim. Zaten bu kışı başka türlü atlatamayacağız. Hep beraber düşünmezsek o bahar buraya gelmeyecek. Her şeyden önce bu kış elimizde avucumuzda birbirimize verecek insanlığımızdan başka bir şey kalmayacak. İnsanlığınıza iyi bakınız, bakalım. Herkes fakirleşiyor, fakirler aç ve açlar ölüyor. Durum bu. İki hafta önceye kadar onurlu bir hayat yaşamaya yetecek kadar para kazanan herkes son bir haftadır tuvalet kağıdı, çocuk maması depoluyor. Her gün sosyal medyada açlıktan ağlayan bir adam ya da bir kadın var. “Cep telefonunu çıkar” adlı dahiyane argüman da susturmuyor onları artık. Açlık bir ülkenin başına vuruyor. Soru şu, bu kışı çıkarıp bahara az buçuk demokratik bir şekilde bu düzeni iyiye doğru değiştirebilecek miyiz yoksa olaylar çığırından çıkacak mı? Ve bunun duygu politikası ile ne ilgisi var?    İnsan, üstelik bazen çıldırtıcı derecede, ahmak bir varlık olabiliyor. Öyle olmasaydı bütün bu yaşadığımız insanlık tarihinden sonra ne eşitsizlik ne mülkiyet ne de savaş olurdu. Yani kurtların ayaz hafızasına güvenmesek iyi ederiz. Bütün bu berbat mekanizmanın kitlelerin unutma kabiliyeti üzerine kurulu olduğunu hiç akıldan çıkarmamak lazım. Bu hakikat sizi öfkelendiriyorsa, kolay gelsin ve mümkünse hiç politikaya girmeyin. Çünkü malzeme bu. Fakat bu malzemenin insanı umutlandıran bir tarafı da var. Kitleler sadece kötücül duygularla ya da hafızasızlıkla hareket etmezler, aynı zamanda iyicil duygular ve insani değerler etrafında birleşme yeteneğine de sahiptirler. İş ki bunu yapacak bir politik lider görsünler, ona inansınlar. Böyle olmasaydı, bütün bu yaşadığımız insanlık tarihi erken bir vakitte sona erer, insan diye bir şey kalmaz ve sen ve ben gibi enayi karakterlerin bu hikâyede yeri olmazdı.  İnsanoğlu siyasal seçimlerini, şahsen yaşadığı geçmişe göre değil, hiç bilemeyeceği bir geleceğe göre yapar. Saçma, ama böyle. ‘Bunu illa bu kış değiştireceğim’ diye uğraşmak isteyen varsa buyursun yapsın. En azından bu saçma durumun bu kış değişmeyeceğini söyleyeyim. Ve meselemiz o baharın derhal buraya gelmesi ise toplumun sıkıntısını doğru siyasal bir söyleme tercüme edecek bir sözcük dağarcığına ihtiyacımız var. Dev kutuplaşmanın önüne geçecek ve yarayı da tedaviyi de ortaklaştıracak bir siyasal kavram. Tek bir sözcük söyleme hakkım olsa, ben onuru öneririm. Haysiyet de diyebilirsiniz. Bir toplumun haysiyeti ile oynanması açlıkla denenmekten daha zoruna gider çünkü. Ve insanlar onurlarını tamir etmek için akıl almaz derecede cesur olabilirler. İnsan da işte böyle enteresan bir madde. O videoda fabrikadan “Tavuklara vereceğim” diye kuru ekmek alıp eşiyle yiyen ve bunu anlatırken ağlayan adam açlıktan ağlamaz çünkü, onuru kırıldığı için ağlar. Çözüm “Onurumuzu kırıyorlar” demek değil elbette. Çözüm “Onurumuzu hep beraber tamir edeceğiz” demekte ve insanları buna inandırmakta. Fakat bu garantili bir siyasal çözüm değil. Çünkü açlıkla denenen toplumlardan onuruna sahip çıkmasını beklemek insandan gücünün üzerinde bir şey talep etmek olabilir. Evet olabilir, ama olmayabilir de. Kumar işte tam da orada. Kumar, insan nedir sorusuna verdiğin cevapta. Benim cevabım ve bütün varlığımı üzerine yatırdığım kavram, onur. İnsanın açlık ve toklukla çalışan bir makineden daha fazlası olduğuna inanmayı seçmişim. Neyse ki tek başıma olmadığımı biliyorum ve insanlık tarihinde benim gibileri destekleyen yeterince gerçek hikâye var.

Nasıl atlatacağız?

Gelelim bu kışa. Hatta bugüne, tam şu ana. Tam şu ânı nasıl atlatacağımıza. Bu gerekçesi sağlam neşesizlik, bu lanet sıkıntı... Onu ne yapacağız? Öncelikle kadınları öldürtmemeyi başarmalıyız. Kadınlar İstanbul sokaklarında yürüdüler geçtiğimiz günlerde. Bir pankartta şöyle yazıyordu, “Eğer sıradaki bensem, anneme sarıl ve bu şehri yak.” Birbirimizi kollayalım, bu bir. Bizi öldürmeye çalışanların ülkesi sadece bir Tezer Özlü cümlesi değil artık. İkincisi birbirimize verecek insanlığımızdan başka bir şey kalmadığı gerçeğinin tadını çıkaralım. Çünkü bu berbat ama öğretici bir deneyim olacak. Dayanışmaktan başka çaremizin kalmadığı bu kış boyunca insan olarak gerçek ederimizi göreceğiz. İnsanlığımıza iyi bakalım arkadaşlar, birbirimizin insanlığını kollayalım. Ve bahar geldiğinde -biliyorum olacak çünkü bu- ayazı hatırlatanlara da kulak verelim.
Ece Temelkuran
Ece Temelkuran