19 Aralık 2024, Perşembe Gazete Oksijen
10.02.2023 04:30

Çocuklar zaten öfkeliydi üstüne bu felaket geldi

Acımız henüz çok taze. Çok üzgünüz, öfkeliyiz, korkularımız var. Kendimizi çaresiz hissediyoruz. Yüreğimiz 10 ilimizde atıyor. Depremzedelerin temel yaşam ihtiyaçlarının karşılanması önceliğimiz. Yardımlaşma ve dayanışmanın yas duygusunu katlanılabilir kılması için yönlendirilmesi gerekiyor. Marmara Üniversitesi akademisyenlerinden Prof. Yankı Yazgan’la zor süreci konuştuk.

Prof. Yankı Yazgan

Bu süreçte en azından depremi yaşayan ve ayakta kalan insanlara nasıl davranmalıyız?

Bu felakette bir biçimde hayatta kalmış olanların, canını kaybeden başkaları için gerekenin yapılmış olduğunu bilmeleri ve görmeleri, kurtulmuş olmanın getirdiği ruhsal yükü biraz hafifletebilir. Sadece enkazlardaki canların kurtarılması değil, yaralıların, kronik hastalıkları, engelleri, yaşlılıkları nedeniyle hayatları tehlikeye girmiş herkesin tedavi ve bakımının sağlandığını bilmek, ayakta kalanların gündelik sıkıntılara katlanmasını, toplumsal dayanışmayı tekrar kurma enerjisini kazanmasını kolaylaştırır. 

Acı kimle paylaşılacak?

Böyle büyük bir acıya dayanabilmek nasıl mümkün olur?

Bu sorunuzun duygu yükü çok fazla, sözlerle yeterli bir cevap veremeyeceğimden korkuyorum. Acının paylaşılması hafifletir, bu hep söylenir ve doğrudur. Ama nasıl, kiminle paylaşacağız? Örneğin, sosyal medyadaki haykırışlar bu ihtiyacı karşılamıyor. Acı ortaklarımızı tanımak istiyoruz, orası bu tür bir duygudaşlık için yeterince güvenli mi? Sorunuza tam bir cevap veremiyor olmam bile bu acının henüz tazeliğinden. Dışımızdan birilerinin, travmatize olmamış olanların, yardıma koşanların katkısı tam bu noktada olur. Yalnız hissettirmedikleri gibi bizim acının perdesinden göremediklerimizi yapamadıklarımızı görüp yapacaklar.

Çocukları ve gençleri nasıl etkiler? Bu etkinin tüm hayatlarına etkisi ne olur? 

Çocuklar ve gençler korku, çaresizlik, üzüntü, öfke yaratan ve yoğunluğu giderek artan felaketler içinde büyüyor. Salgınlar, yangınlar, depremler, açlık, kuraklık… Devletlerin, toplumu şekillendiren kuruluşların gerekeni yapmadığı ve kendiliğinden yapmayacağı düşüncesi, okul çocuklarını bile öfkeyle isyan ettiriyor, çaresizliğe kapılmadan ‘bir şey yapmalı’ diyerek hareketleniyorlar. Deprem felaketi çocukları ve gençleri bu duygusal iklimde yakaladı. Hemen şu günlerde temel ihtiyaçların en iyi şekilde karşılanmasıyla başlamak, çocuklara, engellilere, yaşlılara, kronik hastalıkları olanlara, yaralananlara en iyi desteği ve duygusal güvenliği sağlamak, çocukların hayatında kritik yeri olan anne babalarını ve öğretmenlerini desteklemek, arkadaşlık bağlarına el verecek ortamlar oluşturmak, okulları ve eğitim kadrosunu en iyi ve süratli şekilde hazırlamak belki biraz hafifletir.

Onlarca arkadaşım depremden beri çocuklarıyla sarılarak uyuyor.

Sevdiklerimize yakın olmak, ‘beraberce güvendeyiz’ hissini verir. Sıcak, yakın gibi fiziksel ifadeleri sevgiye dayalı ilişkiler için kullanmamız tesadüf değil. Bu güvenlik duygusuyla sarmalanmaya gerek duyduğumuz bir zamandayız. Bir süre böyle kalabiliriz sanırım.  

1999 depreminde sosyal medya güçlü değildi. Şimdi her acı gözümüzün önünde, öfke artıyor. Siz de çok deneyimlisiniz. Bir yandan da belki erken bir soru ancak yeni hayatlarını inşa edecek depremzedeler var.

Onlara nasıl en doğru şekilde el uzatılır? 

Elbette her yıkımdan sonra yeni bir hayat kurulur. Ancak bu yeni hayatı düşünmek için biraz erken değil mi? Depremden zarar görmüş birçok kişi henüz yeni bir hayatı istemeyebilir. Zira, önceki, eski hayatından kendi isteğiyle vazgeçmemiştir. Eski hayatı, kaybettiği insanlar, sokaklar, eşyalar, aklınıza gelebilecek her türlü yaşam ayrıntısı toza dumana karışmışken yeni bir hayat hayali kurmak zor olur. Bunun bir örneğini 1999 depreminden vereyim. O zamanki çadırkentlerden prefabrik köylere geçişle beraber daha kalıcı ve derli toplu biçimde oluşan birlikte yaşam alanlarının olumlu etkisi olmuştu. Başkalarıyla beraber olma, bir alanı ve hayatı paylaşma, bir yerleşimi, bir barakayı komşu barakalarla beraber eve dönüştürme yeni bir hayatın başlangıç işaretiydi.

Gençlikteki arayışlar

Çocuklar ve ergenlere dönük, ancak toplumun tümünü etkileyebilecek ‘yeni hayat’ inşası girişimleri neler olabilir?

Okullar 1999’da toparlanma ve yeni bir hayat kurma sürecinde bir merkez rolü oynadı. Kurumları ve çalışanlarını desteklemek, gereken personel değişikliklerini sağlamak, okulların toplumun aydınlanma ve ayakta kalma merkezlerinden birisi olması için bir irade geliştirmek mümkün. Afet yönetimi yapanlar okulların en kısa zamanda açılabilmesi hedefini de koymalı.

Bu yoğun duygular hayatı değiştirme isteği yaratır mı?  

Bu tercihleri değiştirme isteği yeni değil. Giderek gücü biriken bir dip dalgası gibi çoğalarak geliyor. Toplumsal otoritenin koruyucu, gereğinde kurtarıcı olduğuna ilişkin inancın ve güvenin kaybolması, her taraftan gençleri başka arayışlara itiyor. En bilinen örneklerden biri, yurt dışına gitme arzusu. Ülke içinde 1999 sonrasında İstanbul’dan uzaklaşanların önemli bölümü de şehrin daha güvenli olmayacağı inancıyla bunu yapmışlardı. Son yıllardaki ‘çekip gitmeler’ daha kalıcı nitelikte. Bu felaket sonrasında artar mı? Kalmak için nedenler yaratmazsak, ‘gitmek, yollara düşmek’ gençlere kaçınılmaz gelebilir. Ve sanırım “Sadece gençlere mi?” diye de sormalı.

Öfkelenenden hesap sormak “bana güvenme” çağrısı gibi

• Modern toplumlarda devlette cisimleşen, düzenleyici mekanizmalardan beklenen işlevler, korunma ve kurtarılma. Korunma ve kurtarılmanın koşulsuzluğu ölçüsünde güven güçlüdür, yurttaşın bu hakları hak etmesi için herhangi ek bir şey yapması gerekmez. Eşitsiz, kutuplaşmış, yönetimin kararlarının toplumsal eleştiri ve denetime kapalı kaldığı durumlarda ise korunma ve kurtarılma keyfi bir nitelik kazanabilir. Keyfilik ve kestirilemezlik ise güvensizlik doğurur.

• 1999 depremi ve sonrasındaki öfke daha ziyade ‘koruyucu ve kurtarıcı’nın aczine ve çaresizliğine dönüktü. Bu çaresizliğe öfkenin beraberinde gelen güven sarsıntısı ya da yıkımı, ülkemizin toplumsal yapısında köklü bir ‘reorganizasyon’ doğurdu. Öyle ya da böyle, sonuçta, toplumun güven duygusu yönünü değiştirdi, yeni bir odak buldu. Şu an benzeri bir yön değişimi olur mu? Bu koruyucu kurtarıcı rolünü üstlenmiş, ama bu rolü oynayamadıkları için kendisine öfkelenilenlerin tutumlarına da bağlı. Örneğin, depremden etkilenmiş sıkıntıdaki, çaresiz kalmış olanlara yardım etmek isteyenlere bu yardım yollarını açmak, acıda tasada ortaklaşma duygusunun yaşanmasına olanak vermek yerine öfkelenenlere öfkelenmek, acı ve üzüntünün etkisi altında olanlardan hesap sormak, bir tür ‘bana güvenmeyin’ çağrısı gibi etki gösterebilir. Bu yorumları yine de ihtiyatla okuyun, toplumun yönünü etkileyen çok sayıdaki mekanizmalardan sadece bir tanesi psikolojik ya da davranışsal olan.