23 Aralık 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
08.10.2021 04:30

Gıda fiyatlarında bizi nasıl bir kış bekliyor?

TÜİK’in Eylül ayına ilişkin tüketici ve üretici fiyat endeksleri ne tüketici ne de üreticiyi mutlu edecek cinsten... Zira tüketici fiyatlarında yıllık enflasyon yüzde 19.58 oldu. Üretici fiyatlarındaki enflasyon ise yıllık bazda yüzde 43.96 arttı. Aradaki 24 puanı aşan fark ise ufuktaki tüketici fiyatlarını çok daha yukarılara taşıyacak bir risk olarak kenarda bekliyor.  Ancak bu sefer enflasyonda ‘yükseliş ivmesi’ kadar ‘yayılım ivmesi’ de dikkat çekiyor. 415 ürünü kapsayan sepet içinde fiyatı artan ürünlerin sayısındaki artış sürüyor. TÜİK verilerine göre, bu yılın Mayıs ayında fiyatı artan ürünlerin sayısı 259’a kadar gerilemişti. Ancak Eylül ayı itibarıyla sepette 318 maddenin fiyatı yükselmiş durumda. Böylece, fiyatı artan ürün sayısı, 2021 yılının en yüksek seviyesine çıkmış oldu. Sadece 51 maddenin fiyatında düşüş gerçekleşirken, 46 maddenin fiyatında ise değişim olmadı. Tabii son dönemde gözler en çok gıda fiyatlarında…  Ama o tarafta da bir sürpriz yok. Gıda enflasyonunda yüksek seyir tam gaz devam ediyor. Eylül’de aylık bazda yüzde 0.50 artan gıda enflasyonu, yıllık bazda yüzde 28.79’a yükseldi. Peki bundan sonraki süreçte bizi gıda tarafında nasıl bir fiyat hareketi bekliyor? Tarla ürünlerinin sonuna gelindiği ancak sera ürünlerinin de henüz tam manasıyla çıkmadığı bir dönemdeyiz. Yaş meyve ve sebzenin en makul fiyatlarda seyretmesi beklenen yaz sezonunda hem işlenmemiş hem de işlenmiş gıdaları oldukça pahalıya tükettik. Tarımda kendi iç kronik sorunlarımızın üzerine küresel faktörler ve iklimin acı gerçekleri de eklenince enflasyonda golü yaz döneminde bile gıdadan yedik. Kışın kapıya dayandığı şu günlerde ise tabloyu çok da farklılaştıracak bir durum maalesef söz konusu değil. Zira tarladaki üretim maliyetlerinin bir benzeri seralardaki üretim için de geçerli. Çiftçinin tarla ya da bahçede kullandığı girdiler ile seradakiler arasında çok büyük bir fark yok. Yine benzer tohum çeşitleri, gübre türleri, enerji kaynakları ve diğer girdiler eşliğinde aynı üretim gerçekleştiriliyor. Dolayısıyla kışa girerken sebze ve meyveyi daha ucuza yiyeceğimiz koşullar ortada gözükmüyor. 

Gübre fiyatları %200 arttı

Öte yandan adından da anlaşılacağı üzere Ekim ayı, hububat başta olmak üzere birçok ürünün ekilişinin gerçekleştirildiği ay… Tarlalar, buğday, arpa, mercimek gibi Türkiye açısından kritik önemdeki ürünlerin ekimine hazırlanıyor. Geçen haftalarda bu köşeden tarımsal girdi maliyetlerindeki fahiş artışları yazmıştık ancak üzerinden sadece 2-3 hafta geçmesine karşın çiftçinin maliyetleri çok daha fazla arttı ve artmaya devam ediyor. Yeni sezona dair asıl üretici ve tüketici enflasyonu işte burada gizli. Zira çiftçi, son 1 yılda yüzde 200-250 seviyelerinde zamlanan gübre çeşitleri, yüzde 60-70 oranında artışlara sahne olan zirai ilaç ve tohum maliyetleri ile yüzde 60’lara dayanan enerji fiyatlarındaki artışın gölgesinde üretim yapıyor.

Akıllardaki 2 soru

İşte bu noktada iki sorunun yanıtı kritik önemde… Birincisi, çiftçiler söz konusu maliyetlerin ne kadarını sırtlayabilecek? Özellikle gübre fiyatlarındaki aşırı yükseliş sonrası üreticilerin önemli bir kısmı buğday ve arpa ekiminde taban gübresi kullanmaktan vazgeçeceğini dile getiriyor. Bir kısmı ise daha az gübre kullanarak durumu idare etmeye çalışacaklarını söylüyor. Keza mazot fiyatlarındaki yüksek seyir çiftçinin toprak işleme ihtiyacını da sınırlıyor. Dolayısıyla yüksek maliyetler yüzünden bir kısım çiftçi, girdi kullanımlarını azaltarak verim ve kalitede yaşanacak kayıpları göze almış durumda.  İkinci kritik soru ise şu: Çiftçiler sırtlandıkları maliyetlerin ne kadarını satış fiyatlarına yansıtabilecek?  Örneğin Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) 2021 yılı buğday alım fiyatında önceki yıla göre yüzde 36.4 artış yaptığını açıklamıştı. Ekonomi yönetimi tarafından da buğday alım fiyatları için “enflasyonun üzerinde bir fiyat” vurgusu yapılmıştı. Doğru... Ama önümüzdeki sezon için aynı oranlar ya da benzer açıklamalar kırsalda çok bir şey ifade etmeyecektir. Zira çiftçinin girdi enflasyonu, açıklanan resmi verilerin kat be kat üzerinde... Dolayısıyla maliyetlerdeki artışın üzerinde gerçekleşmeyen bir kazanç, çiftçinin zarar etmesi anlamına geliyor. 

Hayvancılıkta kırmızı alarm

Hayvancılık açısından da tablo farklı değil… Diğer girdilere ek olarak süt ve besi yemi tarafında son 1 yılda yüzde 55-60 fiyat artışları söz konusu. Ama çiftçinin çiğ süt ve karkas et fiyatları, artan maliyetlere karşın baskılanıyor. Dolayısıyla üretici maliyetlerindeki artışın tamamını henüz perakende fiyatlarında görmüş değiliz. O yüzden çiftliklerde anaç hayvanlar halen kesime gönderiliyor ve hem süt üreticileri hem de besiciler bu işten biran önce çıkma eğilimi gösteriyor. Çünkü mevcut koşullarda özellikle küçük ölçekli tarımsal üretim sürdürülebilir olmaktan çıktı. Yukarıda ürün bazında verdiğimiz tüm örneklerden çıkarılacak özet sonuç şu: İşlenmiş ve işlenmemiş gıda fiyatlarındaki artış önümüzdeki aylarda da Türkiye’nin ana gündem maddeleri arasında yerini koruyacak. O yüzden sadece bu kış değil, gelecek yaz da üretici ve tüketiciler açısından çok daha zorlu geçecek gibi gözüküyor. Tarımsal üretimden her kopuşun orta ve uzun vadede arz kaynaklı gıda enflasyonunu tetikleyecek bir risk olduğunu da kenara not etmek lazım.  O yüzden hep söylediğimiz şeyi bir kez daha tekrar edelim. Tüketiciyi korumanın yolu üreticiyi korumak ve üretimde tutmaktan geçiyor.

“Fiyatlarda düşüş eğilimi beklenmiyor"

Toprak Mahsulleri Ofisi’nin (TMO) Eski Genel Müdürü İsmail Kemaloğlu, İK Tarımüssü Uluslararası Danışmanlık adıyla kurduğu şirket bünyesinde tarım piyasalarına yönelik aylık bazda önemli analizler paylaşıyor.

Uyarı ve öneriler

Üretim maliyetleri ve üretici fiyatlarındaki artışın tüm dünyanın sorunu haline dönüştüğünü kaydeden Kemaloğlu, “Yurt içi piyasalarda hammadde fiyatları son günlerde artış eğilimine girdi. En önemli sebep, döviz kuru ve yurt dışı fiyatlara bağlı olarak ithal maliyetlerinin artması” diyor. Türkiye’de ekiliş sezonunun devam ettiği bu günlerde çiftçilerin girdi maliyetlerinde ciddi artışlar yaşandığına vurgu yapan Kemaloğlu, “Gübre fiyatlarında yıllık artışlar yüzde 250 oranlarını aştı. Gübre gibi girdi maliyetlerindeki artış önümüzdeki süreçte çiftçinin gübre satın alamaması ve üretimde daha az kullanması sonucunu doğurabilecek, bu da verimliliği etkileyecektir. Bu durum önümüzdeki süreçte hammadde fiyatları ve gıda enflasyonu için yeni bir tehlike arz etmektedir. Nitekim maliyetlerdeki hızlı artışın telafisinin ürün fiyatlarının artışı ile sağlanacağını, yapılan açıklamalardan görüyoruz. Girdi maliyetlerinin ürün fiyatıyla telafi edilmesi gıda enflasyonunu tetikleyen önemli bir faktördür. Hububat veya bakliyat grubunda artan maliyetler karşısında gelecek yıl fiyatlarının örneğin yüzde 50 artırılması aynı zamanda un, makarna, bulgur, nohut, mercimek fiyatlarının da 84 milyon tüketiciye yansımasına sebep olacaktır. Bu kısır döngünün kırılabilmesi için çiftçinin artan girdi maliyetleri, destekleme odaklı telafi edilmelidir. Çiftçiye verilen desteklerin piyasada bozucu etkisi yoktur” diyor. Önümüzdeki günlerde tarım ürünleri fiyatlarında yurt içi ve yurt dışı piyasalar için fiyat düşüş eğilimi beklenmediğinin altını çizen İsmail Kemaloğlu, ekim sezonunun devam ettiği bu günlerde Türkiye’nin önemli bir kısmına beklenen yağışların düşmediğini hatırlatıyor ve kurak bir ekiliş sezonuna daha girdiğimizi söylüyor.

Atıl kapasite oranı artıyor

Yem satışlarında yüzde 10-15 daralma yaşandığını belirten Kemaloğlu, “Özellikle besicilerin karkas maliyetlerine göre zararına satışı, çiğ süt fiyatlarındaki kârsızlık, dişi hayvanların kesime gönderilmesi, Kurban Bayramı’ndan çıkışın et arzında belirli bir bolluk oluşturması, turizm hareketinde daha yavaş bir seyrin görülmesi ile talep yönlü daralmalar, et ve süt sektöründe sürdürülebilirlik riski doğuruyor. Çoğu yatırımcı sektörden çıkış için arayışta. Hayvancılıkta atıl kapasite oranı artıyor” uyarısında bulunuyor.

Tarım Kredi marketleri gıda enflasyonunu frenler mi?

Tarım Kredi marketlerine yönelik tartışma tıpkı gıda enflasyonu meselesi gibi yeni değil. Son 2-3 yıldır bu konu da gıda enflasyonundaki yükselişe paralel olarak zaman zaman ısıtılıp gündeme getiriliyor. İlk şubesi 2017’de açılan Tarım Kredi marketlerinin bugün 486 şubesi bulunuyor. 16 milyon nüfuslu İstanbul’da 99 mağazası bulunan Tarım Kredi marketlerinin Ankara’da 82, İzmir’de ise 26 şubesi var.  Raflarında anlaşmalı olduğu bazı kooperatiflerin ürünlerine de yer veren Tarım Kredi marketleri, TMO ve Türkşeker gibi farklı kamu kurumlarının ürünlerini de tüketicilere sunabiliyor. Satışa sunduğu ürünlerin önemli bir kısmını kendi markası ile pazarlayan Tarım Kredi Kooperatifleri tıpkı discount marketlerin private label uygulaması gibi fason üretim yaptırıyor. Örneğin çiftçilerden salçalık domates alımı gerçekleştiren kurum, aldığı ürünleri özellikle düşük kapasite ile çalışan, altyapısı yeterli fabrikalarda belirlediği standardlar çerçevesinde ürettirerek kendi markasıyla domates salçasını piyasaya sunuyor.  Ya da üreticilerden buğday alıp, söz konusu ürünü anlaşmalı fabrikalarda un, makarna, irmik şeklinde ürettirerek kendi markası ile satışa sunuyor. 

Bilançoda zarar yazıyor

Ama temelde şunu da bilmekte fayda var. İster Tarım Kredi marketleri olsun isterse zincir market ya da perakende sektörünün diğer oyuncuları… Gıda perakendeciliğinde satılan işlenmiş ya da işlenmemiş tüm ürünlerin üretim ve tedarik şartları üç aşağı beş yukarı aynı... Tarım Kredi marketleri gıda ürünlerini farklı yollardan ya da yerlerden tedarik etmiyor. Ürünler yine tarlada, bahçede ya da çiftlikte üretiliyor, yine mandıralarda işleniyor ve yine fabrikalarda katma değerli hale getiriliyor.  Dolayısıyla bu işletmelerin tamamı neredeyse aynı üretim maliyetlerine katlanıyor. Üretici Fiyat Endeksi’nin yüzde 44 düzeyinde seyrettiği bir ortamda üretim şartlarında bir değişim olmadan satış fiyatlarında bir değişim beklemek iki şekilde mümkün: İlki mucize, ikincisi kamu zararı… Tarım Kredi Kooperatiflerinin iştiraklerinden Tarım Kredi Birlik Tarım Ürünleri A.Ş’nin bilançolarına bakılırsa seçenekler arasında ikincisi gerçekleşmiş gibi gözüküyor. Zira bilançolara göre, Tarım Kredi marketleri 2018 yılında 990 bin 669 TL dönem zararı yazarken, 2019 yılında 40 milyon 880 bin 272 TL zarar etmiş. Şirketin faaliyet raporuna baktığımızda geçen yılki dönem zararı ise 53 milyon 729 bin 974 TL.

41 bin şubeli zincir ağı

Türkiye’de 10 ve üzerinde şubeye sahip marketler “zincir market” olarak niteleniyor. Ağustos sonu itibarıyla Türkiye’de bu tanıma uyan 155 firma var. Ve zincir market statüsündeki bu firmaların toplam şube sayısı 41 bin 686. Bu zincir marketler arasında en fazla şubeye sahip ilk 3 firma ise discount market olarak da tabir edilen A101, BİM ve Şok. A101’in 11 bin 11 şubesi bulunuyor. 9 bin 313 şubeye sahip olan BİM, aynı zamanda iştiraki olan FİLE markası ile de 150 şubeye sahip. Şok ise 8 bin 852 şube ile listenin üçüncü sırasında yer alıyor.  Dolayısıyla piyasa dinamiklerine bakarsak 2022’de 1.000 şubeye ulaşma hedefi olan 486 şubeli Tarım Kredi marketlerinden gıda fiyatlarında kalıcı bir istikrar sağlayacak fonksiyon beklemek çok gerçekçi olmaz.  Kaldı ki sorununun tamamını sadece perakende tarafına yüklemek de çok doğru değil. Üretimdeki plansızlık, desteklemelerdeki işlevselsizlik, üreticideki örgütsüzlük, maliyetlerdeki yönetilemezlik, lojistikteki kayıp-atık, satış-pazarlama kanallarındaki aksaklık ile ithalata bağımlı bir anlayış, tarımsal üretimi kırılgan hale getiren ve gıda enflasyonunu tetikleyen temel kronik sorunlar olarak yerli yerinde duruyor. Sorunun köküne inmeden, kırsalın gerçeklerini görmeden ve değer zincirinin tüm halkalarındaki sıkıntılara çözüm üretmeden zincir marketlere karşı yeni bir zincir market anlayışıyla gıda enflasyonunu dizginlemek mümkün değil.