22 Kasım 2024, Cuma Gazete Oksijen
30.09.2022 04:30

Sürdürülebilir tarım nasıl sürdürülebilir?

Tarımda yeni dönemin şifrelerini çözerken ‘sürdürülebilirlik’ kavramı ön plana çıkıyor. Nicelik kadar niteliğin önem kazandığı, insan ve çevre faktörüne göre yeniden şekillenen, etik değerlerin trend belirlediği bir tarımsal üretim modeline hızla evriliyoruz

On iki bin yıldır ziraat yapılan bu topraklarda tarımın dünü ve bugününe bakarak geleceğini yazmak kolay değil...
Mayasında tarım olan, tarımla doğmuş, yoğrulmuş ve büyümüş bu coğrafya, geçmişten geleceğe bir miras aslında. Peki, bize emanet olan bu mirası gelecek nesillere nasıl aktaracağız?
Hatta bu sorunun cevabını bir başka soru ile arayalım: Biz, bu mirasın ne kadar farkındayız ve ona ne kadar sahip çıkabiliyoruz? Gelişmiş ülkelerin ekonomilerine baktığımızda aslında kalkınmanın temelinde, itici güç niteliğinde tarım vardır.

Gelişmiş ülkelerin ekonomilerine baktığımızda aslında kalkınmanın temelinde, itici güç niteliğinde tarım vardır

Tarımla başlayan hikâyeyi gıda sanayi ile harmanlayıp hele bir de teknoloji, Ar-Ge ve inovasyonu entegre ettiğinizde karşınıza katma değerli bir üretim sonucu oluşan marka ekonomiler çıkar.
Bugün, tarımda örnek gösterilen ve başarı hikâyesi yazan ülkelerin temel motivasyonu budur.
İşte bu motivasyon, yeni dönemde tarım ve gıdayı sürdürülebilir kılmada anahtar bir rol üstleniyor.
Peki, söz konusu ülkeler bunu nasıl başarmışlar?
Yukarıda yazdığımız iki-üç cümle kadar kolay mı?
Cevabımız hem evet hem de hayır.
Evet, kolay… Eğer tarım yaptığınız toprağı bilir, insanını tanır, risk ve fırsatları görür ve ortaya bir vizyon koyabilirseniz.
Hayır, zor... Eğer kırsaldaki gerçekleri görmez, çiftçinin nabzını tutmaz, trendleri analiz etmez, hassasiyetleri göz ardı eder ve ortaya uzun vadeli bir strateji koyamazsanız.

Teori ile pratik uyuşmuyor

Şimdi biraz genelden özele gelelim ve meseleye Türkiye açısından bakalım.
Sizlere tarıma dair sorunlar ve çözüm önerilerini tekrarlamayacağız.
Zira bu konuları her hafta farklı açılardan gündeme getiriyoruz.
Kaldı ki tarım şuraları, konferans, panel ve zirvelerde kronik sorunlar ve çözüm önerileri yıllardır defaatle dile getiriliyor.

Tarıma sadece ‘geçimlik’ iş yaklaşımının ötesinde bakmak, profesyonel bir iş olarak kabul etmek gerekiyor

15 yıl aradan sonra gerçekleştirilen ve Kasım 2019’da açıklanan Tarım Şurası sonuçları zaten sektörün sorunları ve çözüm önerilerini net bir şekilde ortaya koyuyor. Tıpkı 2004 yılındaki Tarım Şurası Sonuç Bildirgesi’nde olduğu gibi...
Ama o günden bugüne istenilen hedeflere bir türlü ulaşılamadı. O yüzden benzer öneriler yeniden ısıtılıp, biraz da güncellenerek tekrar önümüze getiriliyor.
Demek ki teorik olarak sorunları masa başında tespit etmek ve çözüm önerilerinde bulunmak tek başına bir şey ifade etmiyor. Bunun pratikte bir karşılığı olmadığı içindir ki yıllardır kronik sorunların içinde boğuşup, tarımdaki değişim ve dönüşümü kaçırıyoruz.
Bu da bize ister istemez tarımın sürdürülebilirliğini sorgulatıyor.
Daha genel tabirle sorunumuz, vizyon meselesi…
Sıkıntımız, tarıma ilişkin algı ve bakış açısı…
Meselemiz, tarımın kaybolan itibarı…
Problemimiz, söylemden eyleme geçemeyen irade eksikliği.

Kırsal yaşam şartlarını eğitimden altyapıya, ulaşımdan sağlığa kadar her açıdan yeniden planlamakla başlamak lazım işe

3 stratejik alan

Bize göre, doğru bir politikayla Türkiye’nin tartışmasız üç alanda “mukayeseli üstünlüğü” söz konusu olabilir: Tarım, turizm ve lojistik.
Bana, dört saatlik uçuş mesafesinde dünya nüfusunun yüzde 40’ına ulaşabilen kaç ülke sayabilirsiniz?
Ya da 1.9 trilyon dolarlık tarımsal ticaret hacmine sahip bir bölgenin ortasında kaç ülke konumlanıyor?
Coğrafi konumu, içinde barındırdığı zenginlik, sahip olduğu yedi iklim ve dört mevsim, Türkiye’yi aslında oyuna 1-0 önde başlatıyor.
Türkiye gibi bir ülkede cari açık, işsizlik, enflasyon ve büyüme gibi birçok alandaki iyileşmenin temelinde tarım ve gıda, itici güç olacak bir potansiyele sahip.
Ama bu potansiyeli fırsata çevirmek için tarıma bakış açısının kökten değişmesi gerekiyor. Ezberlerin bozulduğu, ‘reform niteliğinde’ farklı bir yaklaşımdan bahsediyoruz.
Tarımda artık hassas bir döneme girdik.
Kapsayıcı, makro bir tarım politikasının altında mikro yaklaşımlara ihtiyaç var.
Çünkü, bu coğrafyada her bölgenin dinamikleri birbirinden çok farklı.
Trakya bölgesindeki çiftçi profili, toprak yapısı ve beklentiler ile Güneydoğu Anadolu’nunki aynı değil.
Bölgeler arası ekonomik ve sosyolojik şartlar göz önüne alınarak artık terzi usulü
politikalar oluşturulmak zorunda.

Tarımda yeni normaller

Tarıma artık sadece “geçimlik” bir iş kolu yaklaşımının ötesinde bakmak gerekiyor.
Tarımı profesyonel bir iş, ziraatı bir meslek olarak kabul etmek zorundayız.
İşte o zaman bu işin
sürdürülebilirliğini konuşabiliriz.
Üretimden pazarlamaya kadar zincirin tüm halkalarındaki sorun ya da eksiklikler bizi rekabetçi yapıdan uzaklaştırıyor. Tarım sektörü rekabetçilikten uzak bir yapıya doğru gittikçe de gıda arz güvenliğinde riskler artıyor.

Bana, dört saatlik uçuş mesafesinde, dünya nüfusunun yüzde 40’ına ulaşabilen kaç ülke sayabilirsiniz?

Son yıllarda küresel manada yaşanan gelişmeler tarım ve gıda açısından “yeni normal”leri beraberinde getirdi.
Küresel iklim değişikliğinin tarımsal üretimde yarattığı baskı her geçen gün artıyor.
Pandemi ile birlikte kırılan tedarik zinciri bizlere çok şey öğretmiş olmalı.
20 Şubat’tan bu yana devam eden Rusya-Ukrayna Savaşı bize daha net gösterdi ki jeopolitik krizler tarım ve gıdayı ülkeler arasında stratejik bir silaha dönüştürdü.
İşte böyle bir süreçte eğer soframızdaki gıda, milli güvenlik meselesi haline dönüşüyorsa, o zaman tarım sektörünü rekabetçi hale getirecek altı boşaltılmamış yerli ve milli bir üretim anlayışından başka çare yok.

Krizler ve fırsatlar

Dünyanın farklı bölgelerinde zor coğrafi şartlara, kıt kaynaklara rağmen tarımda başarı hikâyeleri yazan ülkelere baktığımızda kendi açımızdan şu sonucu çıkarıyoruz.
Türkiye’de “üretim” problemi yok ama “rekabetçi üretim” problemi var.
“Üretici” problemi yok ama “verimli üreten” problemi var.
“Ham madde” üretmekte problem yok ama “ham maddeyi katma değerli hale getirip, marka yaratma” problemi var.
Ürünü “satmakta” problem yok ama “değerinde pazarlama” problemi var.
Türkiye’nin tarım açısından ‘kaynak problemi’ yok ama ‘kaynaklarını doğru yönetememe’ problemi var. O yüzden sahip olduğumuz potansiyeli, elimizdeki fırsatları yüksek bir ekonomik güce dönüştürmek bir yana, süreci doğru idare edemediğimiz için krize çevirmeyi başarıyoruz (!)

Köylü mü çiftçi mi?

Belki en başından başlamak lazım…
Köylü ile çiftçiyi ayırt etmek ve kavramları doğru şekilde yerli yerine oturtmamız gerekiyor.
Dünyada başarılı tarım modellerinin ortaya konduğu ülkelerde genelde üreticiler “Ben çiftçiyim” demekten gurur duyuyor. Çiftçilik itibarlı bir meslek olarak konumlandırılmış durumda. Bizde ise algı tam tersi şekilde işliyor.
Öncelikle bizim tarım sektörünü, çiftçiliği yeniden prestijli hale getirmemiz lazım.
Peki, bu nasıl olacak?
Kırsaldaki yaşam şartlarını eğitimden altyapıya, ulaşımdan sağlığa kadar her açıdan ‘kırsal kalkınma stratejileri’ kapsamında yeniden planlamakla başlamak lazım işe.
Kırsalı sosyal güvenceyle buluşturmadan kente göçün önüne geçmek mümkün değil.
Türkiye’de kişi başına düşen milli gelirin 9 bin doları biraz aştığı bir ortamda kırsalda bu rakam 3 bin dolar seviyesindeyse, aradaki bu makası sadece ekonomik destek, hibe ya da teşvikle çözmenin mümkün olmadığını yıllardır izlenen politikalarla test ettik.
İşte bu yüzden kırsalın ekonomik refahını artırmayı hedeflerken sosyolojisini de hesap etmek zorundayız.
Artık, hedefe yönelik olmayan ve verimlilik esasına göre rekabetçiliğe hizmet etmeyen destekleme modelleriyle kırsalın refahını artırmak mümkün değil.
Çünkü çiftçinin “yardım” aldığı değil, gerçekten “destek” aldığı bir yaklaşıma ihtiyaç var.
Bir başka deyişle tarıma artık oy kaygısından uzak, siyaset üstü bir açıdan bakmanın zamanı geldi de geçiyor bile. Tarım politikalarının temelinde siyaset değil liyakat, kırsal kalkınmanın inşasında ise insan ve çevre faktörleri baz alınmak zorunda.
Tavandan tabana değil, merkezinde çiftçinin olduğu tabandan tavana doğru şekillenen bir tarım politikası anlayışı kırsalın gerçekleriyle örtüştüğü sürece tarım bir “araç” olmaktan çıkar ve “amaca” dönüşür.

Tarım ve gıda savaşları

Bununla beraber tarımsal üretime dair kaynakların en az çiftçi kadar korunmaya ihtiyacı var.
Hem nicelik hem de nitelik açısından…
Zira küresel ticaret savaşlarında tarımın dış politika enstrümanı olarak kullanıldığı bir dönemden geçiyoruz.
Sınırlarımızı nasıl koruyorsak o sınırların içindeki toprak, su ve tohum kaynaklarımız da sınır güvenliğimizi sağlayan stratejik silahlarımız niteliğinde.
Ve bu savaşta cephanemiz bilgi ve teknoloji, askerlerimiz ise eğitimli ve dünyayı tanıyan bilinçli çiftçilerimizdir.
Yaptırımlar, ambargolar ve gümrük duvarlarıyla birlikte, özellikle ithalata bağımlı ülkelerin tarım ve gıda ile terbiye edilmeye çalışıldığına hepimiz şahit oluyoruz.
Tarım, kendi kendine yeterliliğin yeniden önem kazandığı bir milli güvenlik meselesi haline çoktan gelmişken, çiftçilerin veri, teknoloji ve sermaye ile desteklendiği bir üretim modeline ihtiyaç var. Türkiye, ekolojik üstünlük ve mutlak değere sahip ürün ve alanlarda, kural koyucu, uygulayıcı ve uluslararası pazarda rekabetçi konumda olmak zorunda.
Bu bir tercih değil zorunluluktur. Eğer riskleri yönetebilirseniz fırsat, yönetemezseniz kriz olarak karşınıza çıkar.
Biz, bugün planlamadan uzak bir anlayışla, ölçümleyemediğimiz bir alanda, birlikte iş yapma kültürünü unutmuş bir yapıda riskleri yönetemediğimiz için krizlerle boğuşmak zorunda kalıyoruz.
Sanırız bu konuda en güzel sözü Çinli bilgeler sarf etmiş: "En büyük maliyet, hedefsizliktir."
Tarımda bugünü hedefsiz şekilde yönetmeye çalışırken yarınları heba edemeyiz.
Tarım, binlerce yıllık kadim bilgi ile kuşaktan kuşağa aktarılan bir kültürdür. Bu kadim bilgi ve değeri geleceğe taşıyacak yeni bir vizyona, anlayışa ve bakış açısına ihtiyaç olduğu aşikâr.
İşte o yüzden nicelik kadar nitelik sorununu da çözmemiz gerektiğine vurgu yapıyoruz.
Nitelikli toprağın azaldığı, nitelikli iş gücüne erişimin zorlaştığı, nitelikli orta ve uzun vadeli politikaların oluşturulmadığı, nitelikli bilginin sınırlı olduğu ve nitelikli üretimden uzak bir coğrafyada istikrarlı ve sürdürülebilir tarımı nasıl sağlayacağız?