27 Nisan 2024, Cumartesi Gazete Oksijen
10.02.2023 04:30

Değer mi?

Yirminci yüzyıl aslında İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesiyle başlar. Dünyanın yepyeni değerleri de bu dönemde oluşmaya başladı. İnsanlar sahip oldukları ile tartılır, saygı görür, önemli hale gelir anlayışı yerleşti. Başarı, mutluluk güç ölçüsü sahip olunanlarla ölçüldü. Hatta iyi eğitim almak, zor ama iyi okullarda okumak daha fazla şeye sahip olmanın aracı görüldü. Sahip olmak hayatın hedefi oldu. Daha iyi yaşamak da daha fazla şeye sahip olmak anlamında kullanıldı. Sahip olunması gereken ilk ve en önemli şey de bir ev, bir mülk.

Televizyon programları bunun göstergesiydi. “Kim 500 milyar ister” programlarında yarışmacılara büyük ikramiye kazanırlarsa ne yapacakları sorulduğunda ezici hatta mutlak çoğunluk bir ev alacağını belirtti. Sonradan yasaklanacak “çöpçatanlık” programlarında adaylar tapuları üzerinden yaptıkları mal beyanını evlenme ön koşulu olarak netleştirdiler. Bu yüzyılın başında enflasyon tek haneye düşünce önce “konut” kredileri patlama yaptı. Enflasyon ve ekonomik kriz dönemlerinin en önemli korunağı da emlak olageldi. Hem aşınmaya dayanıklı, hem de bankadaki paranın başına ne geleceği belli değilken varlığını koruma sigortası olarak görüldü. Ek kira geliri de cabası.

Tatlı para

Mülk, emlak yani inşaat ekonominin motoru, büyümenin itici gücü, işsizliğin ilacı gibi her derde deva çözüm oldu. Büyük şehirlerde bir iki katlı evler kat karşılığı müteahhite verildi. Bir ev yerine beş altı daire alındı. Değer katlandı. Gecekonduların işgal ettiği arazilere tapu tahsis belgesi; sonra elektrik, su, toplu taşıma hizmetleri getirildi. Sonra bunların da ikisi üçü birleşip kat karşılığı bilmem kaç katlı apartman oldu. Değerlendi de değerlendi.

Topraktan sanal değer yaratmak tatlı geldi. İnşaat arttıkça niteliksiz iş gücünün şehre göçü cesaretlendirildi. Tarım ve arazileri terk edildi, şehirde inşaata gelindi. Tarım ve toprak gerçek değerini yitirirken emlak en büyük rant alanı oldu. İmar planları değiştikçe değişti, şiştikçe şişti, yükseldikçe yükseldi. Yatırımın geri dönüşü de topraktan satışla bir yıldan aza düşünce rantı benzersiz bir sektör ortaya çıktı. Kimse kurala, kitaba hatta ahlaka uymak zorunda değildi. Her üç beş yılda bir çıkan imar afları bütün ayıpları örtüveriyordu. Yapımının, bürokrasisinin ve işlemlerinin ve kademelerinin çokluğu rant ve rüşveti tarifeye bağlanacak kadar sistematikleştirdi. Her kademeye yaydı. Elli yıldır. Hep artarak.

İnşaatın teknik kalitesi ne yönetmelik ne kural tanıdı. Amatör gözle bile hangi şehre yöreye bakılırsa bakılsın mimarlık ve mühendisliğin bu yapılarla pek arasının olmadığı amatör gözle bile anlaşılır. Üç kuruş para bulanın kendini müteahhit ilan edip tepesine “Hüsamettinoğlu İnşaat” ibaresini mozaikle yazdırırken duyduğu gururu düşündükçe durum daha da netleşiyor.

Hiperbolik iskonto

Parasal olarak sürekli değerlendiği zannedilen varlıkların sonu hüsran oluyor. Hiperbolik iskonto yani ilerideki büyük faydadan vazgeçip, kısa vadeli küçük faydaya razı olma hakim oluyor. İnsan yaşamından vazgeçilip kısa vadeli rant peşine gidiliyor. Fiktif hesapla, sanal değerle. Aslında yıllardır ne değerler yaratıldı, zaten yoktular!

Gördük. Çöktüler. Uçtular. Eğrildiler. Büküldüler. Yok oldular. İnsanları yuttular. On binlercesini. Birkaç dakikada. Bilimin hiçe sayıldığı, çürümenin çürüttüğü, kurnazlık prim yaptığı için. Yüzyıllardır duran kalenin sadece “restore” edilen yerinin yıkılması, paramparça olan yolların toprak üzerine asfalt dökülmüşlükten ibaret olduğunun ortaya çıkması değer erozyonunun net göstergesidir. Ne kader ne de talih. Öte yandan bu büyük felaket başka bir değerin yeniden ortaya çıkmasını sağlıyor. Belki de en önemli değer. İnsan olmak. İlk andan itibaren insanlar, belki hiç tanımadıkları, görmedikleri, bilmedikleri insanlar için kaygılandığı, kahrolduğu, görülen büyük destek boşluğunun daha da büyüttüğü kaygılarla bir araya geldiler. Anında örgütlendiler.

Ülkenin her yerinde. Unvan, meslek, öğrenim, yaş ayırmadan bir arada canla başla çalışıyorlar. Yardımlaşma, paylaşma, dayanışma, empati yani insan olmanın değeri yeniden anlaşıldı. Sivil toplumun refleksleri, kapsayıcılığı derhal devreye girdi. Regülasyondansa, bir sivil hareketin bağış adresi olabilmesi aynı değerleri paylaşmanın güvenini gösterdi. Kripto para ile bile çok yüksek miktar bağışlarla ulaşılması aslında “öncü-yenilikçi” bir güç kaynağının göstergesi oldu. İki gün içinde beş yüz programcının kayıp bilgilerine erişimi ve diğer acil bilgilere ulaşılması için anında platform geliştirmesi buna bir de twitter’dan gelen sorgulama ve bilgileri yapay zeka yoluyla eklemeleri aslında her alanda ortak reflekslerin ne kadar güçlü olduğunu gösterdi.

Tıp, mühendislik, lojistik, malzeme, iletişim, tedarik vb. çok farklı konularda çoklu uzmanlığı olan ekiplerin, kişilerin bir arada çalışma zorunluluğu da netleşti. Doğal afet, pandemi, ekonomik kriz... Sorunlarının bir süre daha devam edeceği göz önüne alınırsa hem regülasyon hem kurumlarda ve şirketlerde yepyeni, etkin, verimli, hıza dayanıklı, sürtünmesiz, işleyişleri gerçekleştirecek yepyeni yapılanmaların gerekliliği kesinleşti. Kapsayıcı işteş fiillerin yani dayanışmanın, anlaşmanın, iletişimin, paylaşmanın yani insan olmanın, kutuplaşmanın bu kadar pompalandığı bir dünyada, insanı en iyi hissettirecek değer olacak gibi. Bütün engellere engellemelere rağmen. Bireysel çıkarlar uğruna, gerçek değerleri yok saymaya değer mi?