Antik Yunan döneminde kavramlaşan diplomasinin kökeni yine Yunancada “belge” anlamına gelen “diploma” sözcüğüne dayanıyor. Ülkeler arası hukuki ve siyasi iletişim olarak özetlenebilir. Hem mutabakata dayalı olma zorunluluğu yüzünden çetrefilli hem de ülkeler arasındaki ilişkileri tanımlaması açısından hassas bir faaliyet. Belki de bu yüzden “diplomatik” sözcüğü her kültürün gündelik dilinde “hassas ve önceden planlanmış” eylemleri tanımlar. Bunların ışığında düşününce binlerce yıllık geçmişe, kurumlara, kurallara ve uzmanlara sahip bu alanın nasıl olup da sosyal medya türevi dijital mecra ve araçlara kısılıp kaldığını anlamak kolay değil. Fakat yaşanan tam olarak bu.
Böyle süreçlere milat koymak kolay olmasa da 2017-2021 yılları arasında 45. ABD Başkanı olarak görev yapan Donald Trump’ın bu dönüşümde önemli bir kilometre taşı olduğuna şüphe yok. (Günde ortalama 22 tweet yazmış bir başkandan söz ediyoruz.)
Trump’a kadar resmi sosyal medya iletişimi seyrek ve basmakalıp duyurulardan ibaretti. İlginçtir, bu tutum “sosyal medyanın gücüyle seçilen ilk başkan” olarak tarihe geçen Barack Obama döneminde dahi böyle oldu. Trump’ın “züccaciye dükkanına dalan fil” misali dönemi ise hafızalarda hala taze. Bütün sosyal hesaplarının askıya alındığı dönemin kendisinde yarattığı travmayı hayal bile edemiyorum.
Dijital araç ve hizmetlerin birdenbire iç ve dış siyasette (haliyle diplomaside) merkeze oturması güç eksenlerini de kaydırdı. Bugün ABD ve Çin merkezli birkaç şirketin elindeki güç, Birleşmiş Milletler ya da benzeri küresel ölçekli çatı kuruluşların dahi fersahlarca ötesinde. Onların kararları ya da onlara yönelik kısıtlamalar artık uluslararası ilişkilerin temel tanımlayıcısı.
Türkiye’de dahi hem iç hem dış siyaset neredeyse tamamen sosyal medya üzerinden yürüyor. Twitter’ın ayrı, TikTok’un ayrı şöhretleri var. Gazeteci refleksiyle bu mecralarda yapılan açıklamaların, duyuruların ayrıntılarını ilgili kurumların resmi sitelerinde arıyorum. Geçtim ayrıntıyı; izini dahi bulamıyorum. Artık sosyal ağlara yarı-resmi bir devlet arşivi olarak bakmalıyız belki de.
Siyasetin merkezine dönüşen bu yapılar tanım itibarıyla “herkese açık ve yansız” platformlar olsa da pratikte ne herkese açık ne de tarafsızlar. Her biri diplomasinin merkez karakolu görevine bürünmüş halde. Kimin konuşacağına, kimin susacağına, kimin daha çok kişi tarafından duyulup kimin kör kuyularda merdivensiz kalacağına bu yapıların algoritmaları karar veriyor. En bağımlı kullanıcısı olarak Twitter’ı “Benim olucak fıstık. Binicem üstüne, vurucam kırbacı...” nidalarıyla satın alan Elon Musk dahi bir süre önce kendi tweet’lerinin yeterince kişiye gösterilmediği gerekçesiyle sorumlu mühendisin işine son verdi. Ne var ki bu, dünyada sadece birkaç kişinin sahip olduğu türden bir ayrıcalık.
Sicil Kayıt Bürosu
Siyasi kimlikler konunun sadece bir boyutu. Terör örgütlerinden sivil toplum kuruluşlarına, kanaat önderlerinden sıradan fanilere kadar dünyanın her rengini barındıran bir ortamda bu yapıların tutumu, uluslararası hukukun dahi üstünde bir rol oynuyor. Örneğin hemen her terör örgütünün sosyal ağlarda resmi ya da gayriresmi hesapları var. Varlıklarını engelleyecek tek şey, site yönetiminin de onları terör örgütü olarak tescillemesi. Bu durumda dahi yaptırım genellikle paylaşımlarının sadece onları terör örgütü sayan ülkelerde engellenmesi ile sınırlı kalıyor.
Tanınmış (dolayısıyla adına bolca sahte hesap açılan) kişilere yönelik bir güvenlik tedbiri olarak ortaya çıkan “onaylı hesap”, elbirliğiyle altüst edilerek bir “statü sembolü” haline getirildi. Onaylı hesap rozetinin “mühim kişi” belgesine dönüşmesinin yarattığı pazarın ve kaçınılmaz skandalların izini sayfa komşum Levent Ertem’in köşesinde ayrıntılarıyla okumuş olmalısınız. Dolayısıyla artık kimin kim ve ne kadar muteber olduğuna dahi onlar karar verir oldu.
“Haftanın Tortusu” bölümünde sıkça yer verdiğim üzere, teknoloji şirketlerinin yöneticilerinin devletlerin en üst kademesindeki temsilcileriyle bir araya gelmesi ve devletlerin ardı ardına bu mecralara yönelik düzenlemeler getirmesi boşuna değil.
Dahası, henüz bunların etkilerini görmüş sayılmayız. Kullanıcı verilerine yönelik koruyucu tutumuyla bilinen Twitter’ı düşünelim. Bir sabah Elon Musk kararnamesiyle “uygun şartlar oluştuğunda” anonim hesap bilgilerini güvenlik birimleriyle paylaşır hale geldiğinde (başta Türkiye olmak üzere) yüzlerce ülkedeki muhalif hareketin alacağı darbeyi hayal edin.
“Olacak iş değil” diyebilir misiniz?